"Gözler Cumhurbaşkanı Gül'de", "Hakem Gül", "Gül'den veto sinyalleri" gibi yazı başlıklarının bollaştığı şu günlerde geçen gün gözüme çarpan bir "okur yorumu" hoş hoşuma gitti.
Yine malum temayı işleyen bir köşe yazısına ilişkin bu "okur yorumu" şöyle başlıyordu.
"Gazetecilerdeki bu telaş niye? Sanırsınız ki yapılan değişiklik, darbe teşebbüsündeki gazetecilere yönelik. Bu ne telaş? Gazeteciler askerlerden daha endişeli…"
Nasıl, çok hoş ve son derece yerinde bir gözlem değil mi bu?
"Hakem Gül"müş… Toplum da böyle mi düşünüyordur acaba? Yoksa, "Biz seni 'hakem' olasın diye seçmedik" diye mi mırıldanıyordur?
Neyse, fazla telaşa gerek yok, sonucu yakında göreceğiz zaten. Cumhurbaşkanı'nın "Kırkpınar dönüşü" meseleyi fazla uzatmadan kararını açıklayacağı söyleniyor. Biz en iyisi "vetoyu beklerken" – üstelik günlerden de Pazar- bugünü havadan sudan konulara göz atarak geçirelim:
Duymayan kalmamıştır herhalde; armatör Kahraman Sadıkoğlu'nun "gemisi" etrafında gelişen tartışmalar –nedense- sona ermiyor. Belediye "yetkim dışında" diyor, Liman Başkanlığı "incelemeye aldığını" söylüyor, olaya el koyan Denizcilik Müşteşarlığı ise bu "şey"i "sergi-gösteri gemisi" olarak vaftiz ettiğini açıklıyor. Konuya ilişkin taze haberlere bakılacak olursa, bu sefer de söz konusu "şey"in Magosa limanına (KKTC) çekileceği söyleniyor. Ama dikkat ederseniz bu arada yazı yarıladık sayılır…10 yıldır Göcek koylarına "demir atmış" olan bu 40 metre en, 800 metre boya sahip, içinde sauna(?), yüzme havuzu ve spor salonu (?) bulunan "şey"in biraz daha oyalanılırsa sezonu kapatması yakındır.
Gecekondu, kaçak inşaat filan derken, söz konusu "gemi" örneğinde olduğu gibi kamu malını işgal eylemlerinin artık kara ile yetinmeyip denize açıldığına şahit oluyoruz. Bu yöndeki işgallere ilişkin bir başka güzel bir örnek de, geçen gün bir gazetede "Denizüstü loca kaçak" başlığıyla yer alıyordu. Yer (gazetenin ifadesiyle) "sosyetenin rağbet ettiği mekânlardan" birisi olan Göltürkbükü/Bodrum. Orada da, bir "Beach Club" işleten işletmecinin biri, sahilden 150 metre açığa 4 metrekarelik bir "çardaklı loca" yerleştirmiş.
İşletmeci bu "loca"yı günlüğü - üç öğün yemek dahil- 1.500 TL'den kiralıyormuş. Görüyorsunuz; kısa günün kârı hiç de fena değil doğrusu…
Tahmin ettiğiniz gibi yine "ihtilaf" çıkmış. "Loca" işletmecisi "Müracaatımızı yaptık ama henüz bir cevap alamadık" diyor. Haberden anlaşıldığı kadarıyla, işletmeci gazetede fotoğrafına da yer verilen bu "şey"in "sabit değil yüzer olması" nedeniyle Liman Başkanlığı'na başvurmuş. Göltürkbükü Belediye Başkanı, "denizdeki locanın kendileriyle ilgili olmadığını" söylüyor. Başkan, kendisinin "kara"dan sorumlu olduğunu belirtip, "denizin ortasında faaliyet gösteren bir konuya müdahale şansımız yok" diyor. "Liman başkanlığı"nın "loca"ya yaklaşımı ise, her zamanki gibi: "Soruşturma başlatılacak."
Başlatılsın bakalım; nasıl olsa sezon yarılandı sayılır. Fazla değil bir 40 gün bile (40x1500= 60 000 TL) "locacı"yı az da olsa memnun eder herhalde…
"Sosyetenin rağbet ettiği mekanlarda" karşımıza çıkan bu deniz işgallerine bakınca, bugüne kadar bir anlam veremediğim "devletin malı deniz yemeyen domuz" deyiminin –yerinde bir öngörü eseri olarak- niçin icat edildiğini de çıkartmaya başladım .
"Sudan" bir konuyla devam edelim.
Orman Genel Müdürlüğü'nün yangın söndürme uçaklarıyla Bafa Gölü'nde yaptığı tatbikat "kuş katliamına" dönüşmüş. Çünkü uçaklar, doğal yapısıyla binlerce kuşa ev sahipliği yapan Menet Adası'na bıraktıkları tonlarca suyla başta yavrular olmak üzere binlerce kuşun ölmesine, yuvalarının dağılmasına sebep olmuş. Gazetede bu olayın fotoğrafları da var. Dağılan yuvalar, ağaçlara takılmış cansız kuşlar…
Tonlarca suyu, yörede yaşayan herkesin bir kuş mekanı olarak bildiği bir adanın üzerine boca etmek, şöyle böyle değil bayağı enteresan bir fikir ve pratik. Söz konusu "tatbikat" çevredeki doğa koruyucuların başvurusu üzerine "Güllük körfezine kaydırıldığına" göre, Bafa Gölü'nde oynanan "adayı vurmak" oyununa girişmenin hiç de gereği yokmuş zaten.
Bir "belediye haberi"ne daha değinip yazıyı noktalayalım:
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, gıda üreticilerine yönelik verdiği eğitim faaliyetleri içinde gıdanın üretiminden tüketimine kadar her aşamada uyulması gereken saklama ve koruma ile temizlik ve hijyen şartları anlatılmış.
Son derece olumlu bir faaliyet bu. İstanbul gibi bir "megakent"te kimin ne yiyip içtiğinin denetlenmesi tabii ki herkesten önce belediyenin görevi.
Fakat gıdacılara verilen bu hijyen seminerinde sıralanan şartlara uymayanların nasıl denetleneceğine ilişkin bir bilgi yok önümüzde. Aslına bakacak olursanız, böyle bir bilgi sadece gazete haberinde değil hiçbir yerde yok herhalde…
Bunu nereden mi çıkarıyorum? Şuradan:
Siz hiç bugüne kadar, her gün sokakta-caddede karşınıza çıkan yüzlerce (mesela) "dönerci"nin önünde "hijyen kontrolu" yapan bir ekip ile karşılaştınız mı?
Demek ki "hijyen şartlarını" öğretmek işin birinci safhası; bu safhanın anlamlı olabilmesi ise -tabii ki- bu şartları uygulatabilmektedir.
YENİ ŞAFAK