Vesayetle mücadele vesayetçilerle kazanılamaz

Şahin Alpay

Geçen gün sadık okurlarımdan biri telefon etti ve şunları söyledi: "Şahin Bey, biraz kafamız karıştı. Bu referandum anayasa değişiklikleri üzerine mi, yoksa Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetine destek verip vermeme üzerine mi?.."

Kafalarının niye karıştığını sorduğumda, buna "Sayın Başbakan'ın 'Evet' mitinglerinde hükümetinin yaptığı hizmetleri sayıp dökmesinin, muhalefet liderleriyle anayasa değişikliği dışındaki konularda polemiğe girmesinin..." sebep olduğunu söyledi. Referandumda "evet" diyeceği muhakkak olan okurumun işaret ettiği kaygı, Başbakan başta olmak üzere AKP sözcülerinin bir ölçüde muhalefet partilerinin referandumu hükümet hakkında bir oylamaya dönüştürme oyununa gelmeleri olmalı.

12 Eylül'de yapılacak referandumda hükümetle ilgili yargıların ya da önyargıların büyük ölçüde rol oynayacağı çok açık. Oylamaya katılanlar arasında AKP hükümeti hakkında olumlu yargıları veya önyargıları olanların "evet", diğerlerinin ise "hayır" deme eğiliminde olacakları muhakkak. Ama oylamanın sonucunu muhakkak ki, AKP hükümetinin icraatı hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, anayasa değişikliklerinin demokrasiyi ilerleteceğini görebilenler tayin edecek. Zaten her oylamada ya da seçimde sonucu tayin edenler önyargılı olmayanlar değil midir? Bu nedenle okuruma hak veriyorum ve AKP'nin yürüttüğü "Evet" kampanyasının yeterince etkili olamadığından ben de kaygı duyuyorum. Zira "Bin defa evet" dediğim bu anayasa değişikliklerinin kabul edilmesi halinde Türkiye bürokratik vesayetten kurtulup özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi yerleştirme mücadelesinde önemli bir adım atacak. Aksi, bu mücadeleye darbe indirecek.

AKP hükümetinin, AB'ye katılım sürecinin de yardımıyla, Türkiye'nin bürokratik vesayet rejiminden kurtulma, demokrasiyi yerleştirme mücadelesine gelmiş geçmiş bütün hükümetlerden daha büyük katkı yaptığı muhakkak. Ne var ki, bürokratik vesayet rejimine karşı verilen mücadele, vesayetçilerle kazanılamaz. Geçen gün yazdım: Bürokratik vesayet rejimine son verme mücadelesinin görünen yüzü atanmışlar egemenliğinin son bulmasıyla; görünmeyen yüzü ise vesayetçi kültür, ideoloji, zihniyetin yenilmesiyle ilgili. (Lütfen bkz. "Vesayetçilikle mücadele, ayrımcılıkla da mücadeledir", 24 Ağustos.) Vesayetçi zihniyet, ne yazık ki, vesayet düzenine karşı mücadelenin öncülüğünü yapan AKP saflarında da hayli yaygın. Bunun içindir ki Temmuz 2007 seçimlerinden önce Başbakan'ın öncülük ettiği yeni, sivil ve demokratik anayasa girişimi rafa kaldırılmak zorunda kaldı. Bunun içindir ki, parti kapatma davalarını TBMM'nin iznine bağlayan anayasa değişikliği TBMM'de reddedildi. Bunun içindir ki, kendini Türk saymayan ve Müslüman olmayan yurttaşları milli topluluk dışında gören ayrımcı - ırkçı zihniyet zaman zaman kendini gösteriyor.

Ne yazık ki, halkı vesayete, yani güdülmeye muhtaç bir "sürü" ("göbeğini kaşıyan adam, bidon kafalılar") olarak gören vesayetçi zihniyet de AKP saflarında sanıldığından daha yaygın. Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu'nun, hükümetin diğer üyeleri gibi, çevre konularında hayli duyarsız olduğu; "enerji üretimi artsın da nasıl artarsa artsın; varsın doğal çevre tahrip olsun, tarih yok olsun, insan sağlığı tehdit altına girsin..." zihniyetini paylaştığı bilinmeyen bir husus değildi. Ama bakanın Tarkan'ın Alliaoni tarihi kentini sular altına alacak Yortanlı Barajı'yla ilgili itirazlarına, "Sanatçı arkadaş sanatıyla ilgilensin, herkesin bir ihtisası vardır. Herkes bilmediği bir konuya burnunu sokarsa çok yanlış olur..." şeklindeki sözlerinin vesayetçi zihniyeti bütün çıplaklığıyla ele verdiği muhakkak.

Sayın Bakan, demokrasilerde söz hakkı ne siyasilerin, ne de uzmanların tekelindedir; bütün yurttaşların, bütün konularda görüş beyan etme hakkı vardır. Demokrasinin öteki rejimlere üstünlüğü buradadır. Anayasayı değiştirmek için de, demokrasinin icabı olarak, "bilen - bilmeyen" ayrımı yapmaksızın halka başvurmuyor muyuz?

ZAMAN