Velakin Gerçeklerin Bazısı Çok Acıdır

MUSTAFA SİEL

Bulunmak zorunda kaldığın bir ortamdaki televizyonda gözüne takılır bir an bir takım görüntüler. Görüntü ve konuşmalardan anlarsın, Suriye’de şebbiha milisleri, birkaç muhalife işkence yapmaktadırlar.

Önce sırtlarını döndürdükleri muhaliflerin sırtlarını bıçaklarla doğramaya başlarlar, ardından yere düşenlere ha bire bıçak saplamaya. Bir ara gözüne takılır, kirli sakalından daha kirli ruhu yüzüne yansıyan bir şebbihanın kirli şeytani sırıtması.

Bakamazsın daha fazla ve izlememeye çalışırsın görüntüleri. Sonradan öğrenirsin muhaliflerin kafalarının taşlarla ezildiğini. Kabullenmek istemezsin bunların olabileceğini, velakin vakıa tüm acımasızlığıyla ortadadır ve gerçeklerin bazısı çok acıdır.

Aynı ortamda bulunan insanların çoğu farkında bile değildir görüntülerin. Ha bire dünya telaşesine dair konuşmalarla meşguldürler. Görüntülerle ilgilenenler ise, bu görüntüleri yayınlamamın çocukların ruh sağlığını bozacağından yakınırlar; hayvanlara yapılmayacak muamelelere uğrayan insanların çektikleri maddi ve manevi dehşetli acılarından hiç dem vurmadan.

Kendi sevdiklerinin parmağına diken batmasına dayanamayanlar, birilerinin canlı canlı bıçaklarla doğranmasından ve kafalarının taşlarla ezilmesinden hiç etkilenmemektedirler. Belki de her gün seyrettikleri filmlerle bu görüntüleri karıştırmakta, filmleri gerçek bu görüntüleri film sanmaktadırlar!

Oysa bu tür görüntülerin bulunduğu bazı filmleri seyrederken ağlamıştır bu insanların bir kısmı, fakat bu gerçek görüntüleri duyarsız ve tepkisiz izlemektedirler nedense. Filmler birer hayaldir eninde sonunda, velakin bazı gerçekler gerçekten çok acıdır.

Çok üstün güçleri vardır şeyhinin. Mahvu perişan etmektedir yan bakanları. Bakışlarıyla ve düşünceleriyle idare etmektedir alemi. O varken hiçbir şeye, silaha ihtiyaç yoktur aslında. Peki şeyhiniz niye müdahale etmemektedir her an yaşanan bu zulümlere, niye mahvetmemektedir zalimleri. Mesela şu anda Suriye’deki bu işkence ve tecavüzlere, katliamlara neden engel olmamaktadır diye sorarsın.

Hayal aleminde yaşamakta olan mürit sarsılır gibi olur bir an bu sorudan, düşünür. Sonra kendisine ezberlettirilmiş olan cevaplardan birisini verir, mesela derki; Suriye’dekiler şeyhine bağlanmış olsaydı, bunlar başlarına gelmezdi diye. Yada ululemre itaat etselerdi, zalimde olsa sultana itaat etselerdi diye.

Böylece rahatlar mürit, tekrar dalar hayal dünyasına. Ve lakin Suriye’de işkenceler, tecavüz ve katliamlar ara vermeksizin tüm çıplaklığıyla devam etmektedir ve bu gerçekler çok ama çok acıdır.

Gerçeklerden kaçışın diğer adıdır mistisizm / tasavvuf. Gerçeklerin çok acı olması nedeniyle gerçeklerle yüzleşemeyerek, gerçeklere sırtını dönmenin adıdır. Devekuşu gibi kurttan korunmak için başını kuma gömmektir bir anlamda.

Başını gömersin kuma, yumarsın gözlerini; dışarıda kar kış ne gam, sen sıcak hayaller kurarsın, öyle ki bir müddet sonra gerçeklerle hayalleri karıştırmaya başlarsın. Gerçekler mi daha gerçek, hayaller mi daha gerçek, anlayamaz hale gelirsin. Lakin ister istemez yüzleşirsin zaman zaman gerçeklerin sert ve acımasız yüzüyle. Çünkü bazı gerçekler çok acıdır, hayallerin ne kadar tatlı olursa olsun.

Moğollar kıtır kıtır adam kesmekte, kadınlara tecavüz etmekte, tüm İslam alemini hallaç pamuğu gibi atmaktadırlar 1200’lü yıllarda. Bu esnada Mevlana ise mistik hayallere dalmakta, aslında kendisine şah damarından daha yakın olduğu halde uzak zannettiği Allah’a ulaşmaya - yakınlaşmaya çalışmakta, yapay bir hayal dünyasının yapay sorunları ile uğraşmaktadır. Kendisine yan bakanları kahrü perişan eden şeyhlerden, velilerden bahsetmektedir Mevlana ama, bu şeyhler niye Moğollara bir şey yapmamakta – yapamamakta, buna hiç değinmemektedir.

Çok büyük radikal İslamcı kanaat önderi, yazarı ve gazetecisidirler. Tek başlarına / yalnız olmalarına karşılık tüm memleketin radikal İslamcıların önderi ve sözcüsü pozisyonunda görmektedirler kendilerini.

Kerameti kendinden menkul bu abiliklerinin rahatlığıyla, Suriye konusunda daha ilk günden analizlerini yapmışlar, ismini koymuşlardır. Batının Müslümanlar ve bilhassa İran aleyhine planladığı çok büyük bir komplodur Suriye intifadası ve kıyam eden Müslümanlar bilinçsizce komploya alet olmuşlardır.

Yazık olmaktadır bu gafil muhaliflere, lakin yaptıkları bu stratejik hatanın sonucuna katlanacaklardır. Esed zalimde olsa, şu anda stratejik açıdan doğru konumdadır ve bu nedenle stratejik olarak kerhende olsa desteklenmek durumundadır.

Bu yorumları yapmaktadır kanaat önderlerimiz ama, ekranda Esed’in şebbihalarınca doğranan muhaliflerin kanları kameranın camına sıçramakla kalmamakta, bu önderlerinde orasına burasına sıçramakta, ağızlarının içine dolmaktadır.

Yazdıkları yazılarla mahkum etmeye ve itibarsızlaştırmaya çalıştıkları direnişçilerin diz boyuna ulaşan kanları, yazdıkları kağıtları ıslatmakta, yazıları bir kan kırmızısına bulanmakta ve kaybolmaktadır.

Kanaat önderi ağabeylerimiz çok güzel yorumlar yapmakta, dehşetli komplo teorileri üretmekte, yazılarıyla dünyaya nizamat vermektedirler amma; velakin gerçeklerin bazısı çok acıdır ve bu acı gerçekler yorum ve teorilerini darmadağın etmektedir.

Gelinen durum itibarıyla bu abilere radikal kanaat önderleri değil, radikal tarikat şeyhleri tanımlaması daha çok yakışmaktadır aslında. Çünkü yaptıkları yorumlar ideolojik bir mistifisizyondan ileri gidememektedir.

Cesaret korkmamak değil, korktuğun şeyin üzerine gitmektir demiş birisi. Bence hayatta mutlaka dikkate alınması gereken, çok önemli hikmetli bir söz. Korkmak yada korkmamak gayri iradi bir durumdur her bir insan için. Ne utanılacak, nede övünülecek bir durum değildir.

İradi olan ve takdir edilecek olansa, korkusunun, korktuğu şeyin üzerine gidebilmektir, korka korka da olsa. Ve insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden birisidir, iradesiyle korktuğu şeyin üzerine gidebilmek, korkularına teslim–kul köle olmamak.

Aynı şekilde, acıda olsa gerçeklerle yüzleşebilmek gerekir insan olabilmek için. Gerçeklerden yüz çevirmek, görmezden gelmek, yok gibi davranmak yakışmaz insan olana. Çünkü gerçeklerle yüzleşmeyenler hayvanlardır.

Nitekim bir hayvanın yanında yavrusunu kesersiniz de, farkında bile olmaz hayvan bunun. İlk gördüğü anda irkilir ve huysuzlanır, lakin bir müddet sonra hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam eder, bir gün sıranın kendine geleceğini bir an bile idrak edemez; sıra kendine geldiğinde idrak eder mi hayvan bu gerçeği bilemem ama, her halde insanlar idrak ederler.

Evet çok acıdır bazı gerçekler. Bir şekilde görmezden gelsek de, yokmuş farz etsek de birileri yaşamaktadır bu acı gerçekleri tüm acımasızlığıyla. Birileri ise, görmezden gelmektedir bu acı gerçekleri, hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam etmektedirler hayatı, hayvanlar gibi.

Ne zaman ki bunlardan birilerine dokunsa bu acılardan bir miktar, işte o zaman basmaktadırlar feryadı, kimse yok mu diye. Oysa birileri o acıların binlerce katını tadıyorken hiç çıkmıyordun ortalara, kafanı çeviriyor ve ıslık çalıyordun gerçekleri bastırmak için. Laga lugayla, mistik hezeyanlarla, ideolojik gevezeliklerle, roman ve filmlerle yapay gerçekliklerden oluşturduğun kumlara gömüyordun kafanı bir deve kuşu gibi. Şimdi anladın değil mi, gerçeklerin bazısının çok acı olduğunu.

Bir kısmına ise, belki bu dünyada hiç isabet etmez bu acı gerçeklerden. Bir elleri yağda, bir elleri balda yaşarlar belki. Lakin onlarda en acı gerçekle, cehennemle karşılaştıklarında ne olacaktır halleri.

Bu dünyada acı gerçeklerle muhatap olmamak, sahte bir cennette yaşamak, ne anlam edebilir ki ebedi cehennem gerçeği karşısında. En acı gerçek olan cehennemden kurtulabilmenin tek yolu ise, tüm gerçeklerle yüzleşebilmek ve bu gerçeklere göğüs gerekir oysa.

Demiyor mu Yüce Allah 46.Ahkaf Suresi 3. ayette ve pek çok ayette, biz gökleri, yeri ve tüm yaratılanları bir hak (gerçek) ile, bir amaç için yarattık diye? Yine 90.Beled Suresi 8’den 20’ye kadar olan ayetlerde açıklanmıyor mu insanların acı gerçeklerle yüzleşmeleri ve bu acıları ellerinden geldiğince dindirmek için çırpınmalarının gerçek kurtuluş için mutlak bir şart olduğu?

Özgürlük bekleyen köleyi azat etmenin, yetimi ve miskini kendisi de muhtaç halde iken bile doyurmanın, iman edenlerden olup iman edenlerle beraber olarak acı gerçeklere karşı beraberce mücadele etmenin, bu yolda birbirlerine sabrı ve merhameti tavsiye etmenin gerçek kurtuluş için mutlak ve mutlak gereklilik olduğu net olarak anlatılıyor bu ayetlerde.

Bunları yapmayanlar ise, ayetleri yalanlayanlar olarak vasıflandırılıyor dolaylı olarak. Bilhassa birbirlerine merhameti tavsiye etmenin mahiyeti üzerinde durulmalı kanaatimce, merhameti olmayanın imanı olmaz desek yanlış söylemiş olmayız.

Evet tüm gerçeklerle cesurca yüzleşebilmekle başlar insan olabilmek ve kurtuluşa (felaha) giden yol. Bu dünya ve ahiretin gerçekleri vardır. En başat gerçek ise, dünyanın geçici bir imtihan (bela) yeri ve belanın en önemli unsurunun da acı olduğu; ahiretin ise dünya imtihanının adil karşılığını görme (ceza) daimi yurdu olduğu, ancak dünyada gerçeklerle yüzleşebilen, bu gerçeklere göğüs gerebilen, bu uğurda başına gelenlere sabredenlerin daimi kurtuluşu kazanabileceğidir.