Kenan Alpay, gündemi değerlendiriyor:
Suriye’ye sıçrayan halk ayaklanması özellikle İran ve Rusya’nın Baas rejimi üzerinden tahkim ettiği stratejik-askeri planları tehdit ettiğinden bu yana ‘vekâlet savaşları’ tanımı hızla piyasaya sürülmüştü. Gazeteci-analist maskesiyle faaliyet yürüten kimi psikolojik savaş uzmanları koordineli bir biçimde medya üzerinden her türlü tekniği kullanarak Suriye’deki rejim karşıtlarını kirletmeye girişti. İhsas edilen hüküm özetle şuydu: “Tunus ve Mısır neyse ama Suriye’de halkın ayaklanması için hiçbir sebep yoktu. Bu halk hareketleri İran-Rusya bloğuna karşı Suudi Arabistan ve Türkiye’nin de içinde rol oynadığı bir Batı komplosundan ibarettir. Batı emperyalizmine karşı duran İran ve Rusya’ya yönelik Suudi Arabistan ve Türkiye tarafından beslenen çeteler eliyle yürütülen bir vekâlet savaşıdır.”
Türkiye’de olan bitenleri şimdilik bir tarafa bırakalım ama Suudi Arabistan’ın Şii nüfusun yoğunlaştığı bölgelerinde, Bahreyn ve Yemen’de yaşanan gelişmelerin doğrudan doğruya İran’la ilişkisi biliniyor. Bağdat ve Şam’dan sonra Beyrut ve San’a’ya kadar uzanan Şii imparatorluğu siyaseti İran’ın P5+1’le varılan nükleer uzlaşma programıyla birlikte hepten pervasızlaştığını ortaya koyuyordu. İran’ın Rusya’yla beraber Batı ittifakını da bölgesel hegemonyasını destekler pozisyona çekebilmesi esasen emperyalizm menşeili işgal ve katliamların yerine mezhep temelli işgal ve katliamların geçtiğini gösteriyordu. İran hem Rusya’nın hem de Batı ittifakının IŞİD, El Kaide, Selefilik, radikal İslam tehditleriyle maliyeti düşük, riski az bir savaşı üstlenmeye çoktan soyunmuştu bile. Bu vesileyle 1979 öncesinde olduğu gibi ‘ileri karakol’ rolünü deruhte ederek bölgede yeni bir denge kuruyordu.
(...)