"Vefasızlığa Ağlıyorum" 

Elif Çakır, Nazlı Ilıcak'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hitaben kaleme aldığı mektubu değerlendirdiği yazısında, fikir ayrılıklarının ayrı, adaletin ayrı olduğuna dikkat çekmiş.

KARAR/ Elif Çakır

Nazlı Ilıcak’ın Hüzünlü Film Şeridi

Nazlı Ilıcak’ın T24’te yayınlanması için kaleme aldığı  “Kulaklarımda annemin sesi bana fısıldıyor: Mini mini kızım. Gülerek ona cevap veriyorum: Mini mini annem. Oysa İstanbul’da Emniyet’in nezarethanesindeyim. Annemi çoktan kaybettim” sözleriyle başlayan mektup yazısını yüreğim burkularak okudum.

Hele Nazlı Hanım’ın “film şeridi zihnimde geriye doğru sarıyor” diyerek anlattıklarını okurken kitaplardan okuduğum, büyüklerimden dinlediğim 27 Mayıs Darbe dönemine gittim. 16 yaşındaki Ilıcak’ı canlandırmaya çalıştım zihnimde… Yaşadıklarını anlamaya… Evlerinin önünü saran polisleri, askerleri ve o an neler hissettiğini, bugün 75 yaşına geldiği halde o gün babasının götürüldüğü gün yüreğine düşen belli ki bugün hala aynı tazelikte hissettiği  “o hasret” duygusunun ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Sonra Nazlı Hanım’ın yazdıklarıyla çocukluğumun 12 Eylül’üne Ankara Mamak’a döndüm. Bir gece ansızın kamyona yerleştirilen eşyalarımızla Mamak’tan göç edişimizi hatırladım. 

Nazlı Hanım’ın zihinde geriye doğru sardırdığı film şeridi 28 Şubat dönemine geldiğinde, “28 Şubat günleri zihnimde canlanıyor. Tayyip Erdoğan, TCK 312’den mahkum oldu. Siyaset yapamayacak. Pınarhisar Cezaevine girecek. Eyvah!! ‘Başörtülü milletvekili olmaz’ diye TBMM’de Merve’yi protesto ettiler. Eyvah!! Başörtülü kızlar üniversiteye alınmıyor. Eyvah ki ne eyvah! Fazilet Partisi kapatılınca, sadece Bekir Sobası, Merve Kavakçı ve ben ‘laiklik karşıtı odak’ olduğumuz gerekçesi ile siyaset yasağına uğradık. Milli Görüş geleneğinden onlarca insan arasından, ben, ‘laiklik karşıtı odak’ ilan edilmiştim” sözlerini okurken o zifiri karanlık, bir karabasan gibi üzerimize çöken, yarına dair umutların tükendiği o kabus günleri yeniden yaşadığımı hissettim.

Sonra o kabus günlerde Nazlı Ilıcak’ın korkusuzca, yüreklice yazdığı her biri demokrasi, hukuk, adalet manifestosu niteliğindeki yazılarını hatırladım. Türkiye’yi telafisi imkansız bir döneme sokan, başörtüsüyle okumak isteyen kızların linç edildiği, dindar muhafazakar kesimin karşı karşıya olduğu hukuksuzluğa karşı çıkmanın el yaktığı o günlerde elden ele dolaşan “Okudunuz mu Nazlı Ilıcak ne yazmış” denilen yazılar.

Hakkını teslim etmek gerekir ki, Ilıcak, 28 Şubat döneminde hukuksuzluğa uğrayan, özgürlükleri kısıtlanan muhafazakar dindar kesime ‘demokrasi, adalet, hukuk, temel hak ve özgürlükler’ bağlamında cesurca, mertçe destek verdi. Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kalkmasının akabinde, AK Parti’nin partileşmesi sürecinde Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını liberal demokratlarla bir araya getirmek, kaynaştırmak için evini açtığı bilinen bir gerçek. 

Hakkını teslim etmek gerekir ki, hukuksuzluğa uğrayan muhafazakar dindar kesimi sadece yazılarıyla desteklemedi 1999 yılında Fazilet Partisi’nden milletvekili oldu. Siyasete çok ihtiyaç duyduğundan, milletvekili olmanın Nazlı Ilıcak’a artı değer kazandıracağından öyle yaptı demek büyük haksızlık olur.

Nazlı Ilıcak “zihnim film şeridini geriye doğru sarıyor” diyerek kendi hayat hikayesiyle birlikte hepimize yaptırdığı zaman yolculuğundan sonra soruyor: Ben neden tutuklandım? Benim darbeyle ne ilgim var?

Hayatı boyunca darbelere karşı çıkmış, hukuku savunmuş, cesurca temel hak ve özgürlüklerin yanında durmuş, 12 Mart’tan 12 Eylül’e ve 28 Şubat’a kadar tavrının ne olduğu ortada olan birisi darbeci olabilir mi?

Yanlış yazılar yazmış olabilir. Yanlış yerde durmuş olabilir. FETÖ’nün kanlı bir terör örgütü olduğunu bilememiş olabilir. Kaldı ki 15 Temmuz’a kadar bunların kanlı bir terör örgütü olduğunu kim biliyordu ki?

Yargı kararlarında da zaten bunun terör örgütü olduğu, 15 Temmuz hain darbe girişimine dayandırılıyor.

***

Nazlı Ilıcak’la köşelerimizden ağır polemiklerimiz oldu. Bana karşı oldukça sert söylemleri oldu. Hak etmediğim ithamlarda bulundu. 17 -25 Aralık’ta siyaseten durduğu yer yanlıştı. Hatalıydı. O dönem durduğu, konumlandığı yerin savunulacak bir yanı yok.

Ancak şunu biliyorum ki, siyasi görüş, fikir ayrılıkları ayrı bir şey, adalet ayrı bir şey.

Biliyorsunuz Nazlı Ilıcak’ın davasında yerel mahkeme ‘ağırlaştırılmış müebbed hapis cezası’ vermiş İstinaf Mahkemesi de bu kararı onaylamıştı. Sonra Yargıtay Başsavcısı bir ‘tebliğname’ yazarak bu kararın yanlış olduğunu, terör örgütüne yardım suçundan karar verilmesi gerektiğini bildirmişti. Yargıtay Başsavcılığı hazırladığı tebliğnamede şöyle demişti:

 “Örgüte yardım eden, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen, örgütün üyesi, yöneticisi veya kurucusu olanlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın her eylemin amaç suç olan TCK’nın 302 ve 309. Maddelerinde düzenlenen suçlardan cezalandırılması gerekeceği gibi bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.”

Yani Yargıtay, Nazlı Ilıcak olsa olsa örgüte bilerek yardım etmişlerdir ve bu suçtan yargılanması gerekir demişti.

Ve nitekim Yargıtay 16. Ceza Dairesi Nazlı Ilıcak ve Ahmet Altan hakkında verilmiş ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını bozdu ve “terör örgütüne üye olmadan, terör örgütü olduğunu bilerek yardım” etme suçundan cezalandırılması gerektiğine karar verdi.

Nazlı Ilıcak gerçekten de FETÖ’nün gizli bir terör örgütü olduğunu bilerek yardım mı etmiştir?

16. Daire diyor ki “FETÖ’nün silahlı kuvvetlere sızan mensuplarınca silahlı bir kalkışma, darbe gerçekleştirme ihtimalinin kuvvetle muhtemel olarak görüldüğü bir dönemde” Nazlı Ilıcak FETÖ’yü meşru bir muhalefet hareketiymiş gibi göstererek ona meşruiyet kazandıran yazılar kaleme almak suretiyle ‘terör örgütüne yardım’ etmiştir.

Bu nasıl oluyor peki?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, MİT’in, TSK’nın bile fark etmediği hatta hatırlayacaksınız dönemin Başbakanı Binali Yıldırım “hiç beklemediğimiz, ummadığımız bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kaldık” (25 Temmuz 2016) demişti. Hal böyle iken Nazlı Ilıcak ve diğer gazeteciler ‘kuvvetle muhtemel’ bir darbe girişimini biliyor olabilirler mi?

Kaldı ki Nazlı Ilıcak’ın dosyasında böyle bir delil de yok.

Yargıtay Başsavcılığı’nın Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan ve Mehmet Altan hakkında hazırlamış olduğu ‘tebliğname’den sonra Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin kararını merakla bekliyordum.

15 Ocak’ta kaleme aldığım ‘Nullum crimen, nulla poena sine lege...’ başlıklı yazımı “hukukun üstünlüğü ilkesi hakim gelsin, temenni edelim ki adalet tecelli etsin” diye bitirmiştim.

Elbette ki, Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin Nazlı Ilıcak hakkında vermiş olduğu karar, Ilıcak’a verilen ağırlaştırılmış müebbet hapsinden iyidir. Ama ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasından iyidir. Gerçekte Ilıcak kararı böyle mi olmalıydı?

Son söz. Nazlı Ilıcak’ın yazısında beni asıl derinden yaralayan ise “Bağrımda fırtınalar kopuyor. Dalından kopmuş bir yaprağın sonbahar hüznünü yaşıyorum. Vefasızlığa ağlıyorum” sözleri oldu. 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!