Türkiye’nin en eski ve kullanımı en yaygın klişelerinden biri olan “milli birlik ve beraberlik” ortak paydası öylesine kırılgandır ki nedense kendisine “en çok muhtaç olduğumuz dönem”lerde hedef alınır hep. Söylentilere bakılırsa şimdi de “Cumhuriyet’in kurucu senedi” sıfatıyla dokunulmazlık addedilen Lozan Anlaşması bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından hedef haline getirilmiş durumda. Oysa Lozan tartışılamayacak kadar açık ve kesin bir zafermiş! Lozan’ı sorgulamakla Mustafa Kemal ve kurucusu olduğu ulus devletin meşruiyetini sorgulamanın eş anlamlı olduğu tehdit ve şantajlar eşliğinde yüksek perdeden vurgulanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan gayet net olarak “Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar” vurgusuyla yakın siyasi tarihe ilişkin esaslı bir sayfa daha açtı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açtığı bu sayfa basit ve eskiye dair pratikte karşılığı olmayacak bir gündem değiştirme taktiği filan sanılmasın. Meseleyi “zafer mi, hezimet mi?” polemiğinden beslenmeye muhtaç bir Cumhurbaşkanı portresi çizerek tasvire kalkışanlar da fena halde yanılıyorlar. Elbette yakın siyasi tarihe ilişkin ideolojik ve diplomatik bir hesaplaşmayı içeriyor bu çıkış. Ancak ilaveten bugünün Türkiye’sine ve bölgesel ilişkilerine dair pratik-fiili çıkış yollarını, kapsamlı çözüm arayışlarını da zorlayan bir muhtevaya sahip olduğu ortada.
Modern Kültler, Bilimsel Tabular
Resmi İdeoloji ve kurucu kadrolara dair hangi konu eleştirel bir biçimde gündeme getirilirse getirilsin en sinir bozucu haliyle bir kamplaştırma, kutuplaştırma, fabrika ayarlarıyla oynama plağı devreye sokuluyor. Bu konularda en iyi ihtimalle derin bir suskunluk öneriliyor bize. Ebedi Şef ve Milli Şef’in eylem ve söylemleri, emir ve yasakları bildiğiniz modern bir kült, bilimsel bir tabu hatta topluma hayat veren kolektif bilinç şeklinde daha ne kadar dayatılabilir? Resmi İdeoloji, Kemalizm, Atatürkçülük veya hangi isimle anılırsa anılsın bu pozitivist ulus devlet modeli bir halkın varlığı ve bağımsızlığı ile eşitlenerek ilelebet payidar kılınmak isteniyor.
Lozan’ı asla tartışma. Dersim’i sakın konuşma. İskilipli Atıf Hoca ve şapka devrimine itiraz edenlerin idamları konusunu hiç açma. Sabiha Gökçen ve manevi kızların asli misyonunu kıyamete kadar gündeme getirme. Kürt sorunu veya Ermeni tehcirinin arka planını ders kitaplarındaki gibi idrak et. Tesettür yasağı ve İslami eğitimin engellenmesi gibi laik-ulus devletin topluma karşı işlediği yaygın ve sistematik suçların dökümünü çıkarmaya yeltenme. İslam ve İslam’la alakalı toplumsal-siyasal kültürün kökünün kazılmasını makul ve faydalı olarak yorumla. Kemalist ideoloji ve iktidar sınıfları adına işlenen ağır suçları masumlaştıracak ve masun kılacak söylemler geliştir. Bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca siyasetten, akademiden ve toplumdan istenen üç aşağı beş yukarı böylesi sefil bir tutumdur.
Böyle bir dizi çirkin dayatmayı kim kabul eder? Akıl ve vicdanlar üzerine konulmak istenen bu haysiyetsiz ipoteğe kim razı olur? Meselenin bir de iktidar mücadelesi alanında seyreden boyutu var ki bir topluma ve meşru temsilcilerine hep hadım edilmiş, iktidarsızlaştırılmış bir role razı olması teklif ediliyor. Hem de ne adına; sözde bağımsızlık ve egemenlik adına.
İşte, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun meseleyi tartışmaya girişi ibretlik bir manzara arz etmektedir. Giriş cümlesi şu Kılıçdaroğlu’nun: “Lozan niye gündeme gelir?” Rahat mı battı ki; zafer olarak tescillenmiş bir anlaşmayı tartışmaya açıyorsunuz? Kaşınıyor musunuz, demek istiyorlar. Hemen akabinde o bildik mide bulandırıcı çarpıtmalar eşliğinde tekrarlanan ikilemler sıralanıyor: “Lozan-Sevr, Ankara-İstanbul, cumhuriyet-hilafet, vatandaş-kul”.
İdeolojik Tartışma ve Siyasi Mücadele
Mesele elbette daha ileri boyutlara taşınırken “olmasaydı, olmazdınız” sapkın itikadının dayatılmasına kadar vardırılıyor. Açıkça Mustafa Kemal’e, Kemalizm’e, Kemalist iktidar sınıflarına ve icraatlarına nasıl olur da hamd etmezsiniz, şükürden imtina edersiniz sorgulaması yapılıyor. Bu otoriter ve totaliter kafa yapısı sadece CHP lideri Kılıçdaroğlu ve kadrolarından ibaret olsa çok da önemli değil. Ancak akademi, entelektüel ve sanat camiasında da seküler zihin bu formattan başka bir modelde çalışmıyor.
Lozan’ı tartışmaya açmanın bedeli en hafifinden şu fanatik, dogmatik ve edep dışı söylemlerle muhatap olmayı beraberinde getirebiliyor: “O koltuğa Cumhuriyet sayesinde, Lozan sayesinde oturduğunu unutmayacaksın arkadaş. Kim oluyorsun sen? Cumhurbaşkanıysan, otur adam gibi cumhurbaşkanlığını yap.” Tarihe ihanet, ülkeyi satma vs. tarzı söylemlerin 90 yıllık seyrinden bilfiil haberdarız elbette. Ancak bu faşist dayatmayı kırmanın, bu azınlık hegemonyasını yıkmanın zamanı çoktan gelmiş de geçmiştir bile. Unutulmayacak ve vazgeçilemeyecek ilkelerden birisi de şudur: Siyaset ve toplum salt olarak teknik ilerleme ve iktisadi refah üzerinde kaim olamaz. Tarih, toplum, kültür, ideoloji, hukuk, sanat, dil ve edebiyat ancak kendi özgünlüğü ve özgürlüğü teminat altına alındıktan sonra fert ve toplumun damarlarına hayat taşır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan asli vazifelerinden birini daha ifa etmiştir Lozan’ı gündeme getirerek. İdeolojik tartışmaların dışında duramaz, yakın tarihin cürümlerine karşı sessiz kalamazdı. Ufuk açmak, özgüven kazandırmak, toplumsal gelişmeyi hızlandırmak adına hesaplaşma defterini kapatmayarak elbette risk almakta fakat daha fazlasıyla önemli bir tarihsel rol almaktadır.
Acı olan taraf şu ki, ‘ölümüne reisçilik’ yaltaklanmasıyla medyada piyasa yapan kimi omurgasızlar Atatürkçülerle ‘direniş cephesi’ kurmak için bir yerlerini yırtmaya devam etmektedirler. ‘Direniş Cephesi’ diye pazarladıkları Ergenekon artıkları, Perinçek Cuntası’nda üslenen ulusolcular, Geziciler; Lozan’ı tartışmaya açan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve temsil ettiği geniş toplum kesimlerini bu ülkeden süpürmekle tehdit ediyorlar. Gelin görün ki bu sahtekâr reisçi ve kalp mücahitler Atatürkçülerle kucak kucağa bir gelecek tasarımı için PR yapmaya devam etmekteler.
FETÖ ile mücadele maskesiyle despotizmle, otoriter ve totaliter örgütlerle fingirdeşen kimileri toplumun kulağına ‘Şeytan Ayetleri’ni fısıldıyorlar, uzak olsunlar.
Yeni Akit