Ayşe Karabat / Al Jazeera
Göç konusundaki çalışmalarıyla tanınan Londra Regent’s Üniversitesi Ulusötesi Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. İbrahim Sirkeci'ye göre, Türkiye’deki Suriyeliler ülkelerine geri dönmeyecek. Birlikte yaşamayı öğrenmek gerekiyor. Ona göre, Suriyelilere vatandaşlık verilmesi uyum anlamında atılmış en büyük adım olacak. Zira Suriyeliler mevcut ‘uluslararası geçici koruma altındaki kişiler’ statüleriyle topluma uyum sağlayamazlar.
Göç çalışmaları konusunda çıkartılan “Migration Letters” (Göç Mektupları) adlı akademik bir derginin editörlüğünü de yapan Prof. Sirkeci’nin vurguladığı başka bir nokta da, yalnızca kalifiye Suriyelilere vatandaşlık vermenin yönetilebilir bir süreç olmadığı. Ona göre, Suriyelilerin kalıcı olduğunu anlamak her iki toplum için de şart, bunun anlaşılması da toplumsal gerginliği aşmanın en önemli yolu.
Viyana Üniversitesi'nde düzenlenen ‘Türkiye Göçü’ konulu bir konferansa katılmak için bu şehirde olan Prof. Sirkeci Skype üzerinden sorularımızı yanıtladı.
“Türkiye göç politikası yönetiminde sıfırdan sıçrama yaptı”
Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin uyumlaştırılmasıyla ilgili olarak yapılanları birden ona kadar bir düzeyde değerlendirseniz, ne dersiniz?
Bu çetrefilli bir durum, çünkü göçmenlerin uyumu konusunda, ne yapılması gerektiği konusunda verilebilecek sabit bir yanıt yok. Bu konunun cevabını herhangi bir ülke herhangi bir şekilde vermiş değil. Ancak Türkiye, dört buçuktan 5, diyebiliriz. Bu konuda Türkiye, pek çok ülkenin çok gerisinde de değil, ilerisinde de. Birçok ülkede, örneğin Körfez ülkelerinde göçmenlerin uyumu için hiçbir şey yapılmıyor. Türkiye’de ne yapıldı sorusunun temelinde Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi çekince var. Teknik olarak Avrupa dışından mülteci kabul etmiyor ama teknik olan ile pratik olan arasında da muazzam bir makas açılmış durumda. Resmi rakamlara göre üç milyonun biraz üzerinde ama yıllardan beri Türkiye’deki göç istatistiklerini çalışıyorum dört milyon olabileceğini düşünüyorum zira Suriyelilerin dışında, Iraklılar, Afganlar, Afrikalılar, Asyalılar da var. Türkiye öyle eskisi gibi göçmenlerin uğramadığı bir yer değil. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, Türkiye bütün sorunlarına rağmen dünyanın pek çok başka yerine göre istikrarlı görünen bir yer. 10 bin dolar üzerinde gayri safi milli hasılası olan ülkelerin hemen hepsi göçmen çeken ülkeler.
Bu kadar göç alan bir ülkede uyum için ne yapılıyor?
Bugün durulan noktaya bakınca sıfır noktasındaysanız yaptığınız her şey büyük sıçrama oluyor. Türkiye’nin 2005’ten bu yana göç politikalarını şekillendirip bir tek çerçeve, çatı altına toplamış olması olumlu bir şey. Göç İdaresi gibi bir birimin kurulması, AFAD’ın bu konuda aktif bir görev almış olması, göçmen uyumu konusunda önemli adımlar ama bunların hiçbiri uyum konusunda ciddi bir çerçeve sunmuyor henüz. Bunun temel nedenlerinden birisi de, Türkiye’nin çok yakın bir zamana kadar bu göç meselesini gözardı etmesidir. “Bizde göçmen yok, zaten küçücük bir sayı, resmi rakamlarla 200-300 bin falan” dediğimiz, önemsiz bulduğumuz bir mesele. Dolayısıyla hazırlıksız yakalanılmış. Buradan uyum konusunda ciddi pratik ve yasal adımları atacak noktaya gelmesi ne kadar zaman alır bilmiyorum. Çünkü Türkiye bürokratik bir ülke. Bu işler o kadar da çabuk yürümüyor. Kalkıp bu çerçeveyi oluştursanız bile pratikte bunun sonuçlarını almak uzun süre alır.
“Var olan statüleriyle Suriyelilerin uyumu mümkün değil”
Suriyelilerin konumu ne bu çerçevede?
Suriyeliler belirsiz bir arada konumdalar. Mülteci olarak tanınmıyorlar. Mülteci olarak tanıdığınız insanlar kaba bir tarifle siyasi haklar dışında vatandaşlarınızla hemen hemen eşit hakları tanıdığınız, yani hayatlarını görece normalleştirebilecekleri bir imkân tanıdığınız insanlar. Türkiye, düştüğü şerh nedeniyle, geçici koruma altındaki misafirler diye aslında biraz da göç tarihine absurd diye kaydettiğimiz bir konum yaratmış oldu. Bu konum mülteci konumundan çok daha mı kötü? Dünyanın birçok yerinde mültecilerin yaşadığı zorlukları düşündüğünüz zaman, belki de o kadar kötü değil. Hiç tanımamaktan, hiç kabul etmemekten daha iyi bir yerde. İsteyerek ya da istemeyerek 3 milyon ya da daha fazla mülteciyi kabul etmiş durumda. Bunların yasal olarak isminin ne olduğunun çok fazla bir önemi yok. Bu vatandaşlık meselesine gelirsek, vatandaşlık meselesi gerçekleşebilirse, uyum anlamında atılmış, atılacak olan en önemli adım olacak. Var olan statü içinde bunları uyumlaştırmanız mümkün değil.
“Uluslararası geçici koruma altındaki kişiler” statüsüyle uyumlaştırmak mümkün değil diyorsunuz ama vatandaşlıktan önce mültecilik diye önemli bir kavram da var, bunu atlayıp vatandaşlığa geçmek ne kadar mantıklı?
Ülkelerin yasal çerçeveyi nasıl oluşturdukları çok önemli değil. İnsanlar geliyor, sığınma başvurusu yapıyorlar, değerlendiriliyor, mülteci statüsü kazanıyorlar, mülteci statüsü kazandıktan belli bir süre sonra daha ülkede ikâmet ettiklerinde vatandaş olma ya da süresiz kalma hakkına erişiyorlar. Bu bir prosedür ve ülkeler bu prosedürü kendileri belirleyebilir. Türkiye bu prosedürü Avrupa dışından gelenler için tanımayan bir ülke. Dolayısıyla burada bir zihin jimnastiği yapmanın çok faydalı olduğunu düşünmüyorum. Siyasi kavgalar verilebilir ama Suriyelilere ve Türkiyelilere bunun bir faydası olacağını düşünmüyorum.
“Siyasal katılım olmazsa uyum da zorlaşıyor”
“Bu kişiler önce mülteci olsunlar, vatandaşlık zamanla düşünülür,” görüşü var ama sanırım siz böyle aşamalı bir durumun faydası olmayacağını söylüyorsunuz?
Evet. Sonuçta Türkiye’nin şu anda verdiği konum pratik olarak bir mülteci statüsü. Bu statüden vatandaşlığa geçmeyi sağlayacak yasal düzenlemeyi yapıyorlarsa Suriyeliler açısından bir sıkıntı olmaz. Ama problem şu: Türkiye artık sadece Suriyelilerin değil, benzer bir sürü nüfusun, bir sürü ülkeden gelen insanın hedef ülkelerinden birisi. Onlara ne yapacak? Her 3 yılda 5 yılda bir Cumhurbaşkanı bir Ramazan sofrasında “Hadi sizi de vatandaş yapalım” mı diyecek? Prosedür açısından asıl problemli olan bu. Belki de Türkiye öncelikle kendi konumunu bu duruma uyumlulaştırmak durumunda.
“Vatandaşlık meselesi gerçekleşebilirse, uyum anlamında atılmış, atılacak olan en önemli adım olacak. Var olan statü içinde bunları uyumlaştırmanız mümkün değil” dediniz, Neden?
Şu ana kadar atılmış, atılabilecek olan en faydalı adım diye düşünüyorum. Çünkü dünyanın pek çok ülkesinde aynı şeyi görüyoruz. Göçmen uyumunda yaratılan idari statüler bir şekilde uyumu zorlaştırıyor. Uyumu kolaylaştırabilecek en önemli alanlardan birisi siyasi katılım. İnsanlar siyasetin bir parçası olduklarını hissettikleri yerlere daha kolay uyum sağlıyor. Yani şöyle düşünün: Türkiye örneğini vermeyelim, çok fazla kırmızı, pembe, yeşil çizgi var, hassasiyetler var. Ama İngiltere’de Türkler mesela, Türkiye’den gelmiş olan kimseler mülteci olduklarında hiçbir seçme seçilme hakları yok. Bu konum onları bir Türk çevresi içinde dar izole bir hayata zorluyor. Göç sürecini yıllarca takip eden birisiyim, 1980’lerden bu yana özellikle çok yoğun bir mülteci akını oldu İngiltere’ye, özellikle Kürtlerin Türkiye’den göçü. 40 yıllık sürecin sonunda çok büyük oranda İngiliz vatandaşlığı aldılar. Son 3-5 yılda gördüğümüz yerel seçimlerde özellikle, çok yoğun bir siyasi katılım var, çünkü vatandaşlar. Siyaset yapmak isteyen insanlar gidip kendileri parti kurmuyor, Muhafazakâr Parti’ye, İşçi Partisi’ne, Liberal Demokrat Parti’ye, Respect Partisi’ne üye oluyor ve orada siyaset yapıyorlar. Göçmenlerden adaylar çıksın, toplum temsiliyet artsın diye bir kaygı da var. Bu da ister istemez İngilizcelerini geliştirmeleri, siyaset adabına dair birtakım eğitimler almalarını, siyaseti daha iyi öğrenmeye çalışmalarını, hani illa ki seçimler değil ama yerel düzeyde toplantılar, gösterileri getiriyor. Daha fazla katılmalarını teşvik ediyor. Biz son seçimlerde neredeyse seçilen Türkiye kökenli insan sayısının beş kat arttığını gördük. Aynı şey Türkiye için de geçerli. Bu insanları “geçici koruma altındaki muhtaç kardeşlerimiz” statüsünde tuttuğunuzda bunlar ekonominin de, siyasetin de dışında sosyal hayatın da kenarında bir yere hapsolmuş olacaklar. Orada uyumlaştırma şansınız yok.. Türkçe’yi yarım yamalak öğrenecekler, kayıt dışı ekonomiye yönelmiş olacaklar belki, siyasetin dışında duracaklar, siyasetin dışında durmak kendi içlerinde başka tür siyasetlere yönelmelerine yol açabilecek. Halbuki vatandaş olduklarında ana akım siyaset neyse onun parçası olma ihtimalleri artacak.
“Uyum iki yönlü bir mesele”
Size göre uyumlaştırmanın en pratik yolunun vatandaşlık verilmesi olduğunu anlıyorum. Ama baktığınızda aradan beş yıl geçmesine rağmen, hâlâ Türkçe öğrenme oranı yüksek değil, okullaşma yüksek değil. Bunlar olmadan vatandaşlık verilmesi durumunda, okullaşma, Türkçe öğrenme kendiliğinden mi gelir?
Tersinden bakalım. Vatandaşlık verilmediği durumda ne olacak? Vatandaşlık verilmediği durumda bu söylediğiniz ihtimâllerin neredeyse hiçbiri yok. Yani hayatın hiçbir yerine normal olarak katılamayacağınız bir konumdasınız. Ev sahibi toplum sizin ne zaman gideceğinizi bekliyor. Dolayısıyla sizin bütün beklentiniz Arapçanızın korunması, belki Suriye’ye bir gün dönerseniz orada yeni bir hayat kurma gibi hayallerle geçecek. Bunlar tabii ki olabilir. Diğer seçenekte yani vatandaşlıkta bahsettiğiniz okullaşma, eğitim, Türkçe öğrenme, bütün bunların ihtimâlleri katlanarak artıyor. Ben biraz tersinden bakarak söylüyorum. Yoksa Türk basınındaki siyasi karşılıklarını takip ediyorum, orada başka bir şey dönüyor. Ne Suriyelilerin neden fayda göreceğini, onların neye ihtiyacı olduğu ya da Türkiyelilerin neden fayda göreceği, neden zarar göreceği çok dikkate alınıyor. Tartışmanın çok yoz ve sığ bir yerde döndüğünü düşünüyorum açıkçası, insani olmayan bir yerde döndüğünü düşünüyorum.
Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin Suriyelilere faydası ve hâlihazırda Türkiye vatandaşlığı olan Türkiye toplumuna faydası ne olur?
Uyum konusunda belki bunun da altını çizmek lazım. Uyum denen şey tek yönlü bir şey değil. Suriyeliler Türkiye’ye uyum sağlarken, Türkiyeliler de Suriye’ye uyum sağlamak durumunda. Başka türlü olmaz. Başka ülkelerde de böyle bu. İngiltere’den bir örnek vereyim. Yıllardır İngiltere’de yapılan bir ödül töreni var “British Kebab Awards” yani Britanya Kebap Ödülleri. Bu ödül törenlerine Başbakan David Cameron’dan Liberal Demokrat Parti’nin başkanından, İşçi Partisi’nin başkanına kadar siyasetin ağır topları dahi katılıyor ve her yıl binlerce kebap dükkânı çeşitli kategorilerde aday olup ödüller alıyorlar. Dikkatinizi çekerim, ödül töreninin adı “Britanya Kebap Ödülleri” – Nerden çıkıyor bu? 40 yıllık 50 yıllık süre zarfında İngiltere’de “fish&chips” denen, balık ve patates dediğimiz hızlı gıda dükkânlarının çoğu el değiştirmiş kebap dükkânlarına çevirmiş. Bu bir uyum örneği.
Bu iki yönlü bir şey. Dolayısıyla vatandaşlık meselesi Suriyelilerin kalıcı olduğunu kayıt altına alan bir şey. Suriyelilerin kalıcı olmadığını düşünmek abesle iştigâl. Suriyelilerin sayısı daha birkaç yüz iken ben böyle bir şey söylemiştim, çok tepki aldım, “Suriyelilerle yaşamayı öğrenmemiz lazım” demiştim. İngiltere’den konuştuğum için “O zaman al İngiltere’ye götür” denildi. Elimde imkân olsa götürürüm. Mesele biraz bu. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Sudan’da Somali’de gördüğümüz gibi bir savaş çıkarılmış durumda. Bu savaşlar öyle üç yılda beş yılda biten savaşlar değil. İnsanlar beş yıl, on yıl, on beş yıl başka ülkelerde yaşadıkları zaman zaten geri dönecekleri bir yer kalmamış oluyor. Yarın Suriye’de İsviçre gibi bir demokrasi kuruldu desek, böyle bir şey hayal etmiş olsak bile, Türkiye’ye gelmiş olan Suriyelilerin çok büyük bir kısmı Suriye’ye dönmeyecek.. Dolayısıyla, “Kardeşim size vatandaşlık vermiyoruz, üçüncü kuşak çocuklarınız, torunlarınız gelene kadar böyle eziyet çekin, biz size küfredelim, siz bizden hazzetmeyin, böyle bir düşmanlık geliştirelim” demenin bir anlamı yok. Vatandaşlık bunu kökünden ortadan kaldırmanın en kestirme yolu.
“Vatandaşlık gereksiz gerilim ortamını ortadan kaldırır”
Türkiye toplumu açısından faydalarını biraz daha açar mısınız?
Türkiye toplumu açısından faydaları şu: Gereksiz gerilimi ortadan kaldıracak. Türkiye toplumu, “Bu Suriyeliler ne zaman geri dönüyor” düşüncesinden uzaklaşacak. Bundan uzaklaştığı zaman herkesin önü açılır diye düşünüyorum. İşimize bakalım, birlikte yaşıyoruz, birlikte ne yapabiliriz, onun planlarını yapalım.
‘Vatandaşlık verilmesi toplumsal çatışmaları kesmenin yolu’ diyorsunuz ama vatandaşlık tartışmanın kendisi bile yeteri kadar toplumsal çatışma ortaya çıkardı, yeni bir gerilim hattı oluşturdu.
Haklısınız, ama bu Suriyelilerden bağımsız bir mesele. Türkiye’nin çok uzun bir süredir üstü örtülen, sürekli sümen altı edilen bir ırkçılık problemi var. Suriyeliler Türkiyeli olmadıkları için biraz açık hedef haline geldiler. İnsanların bağrındaki, yakasındaki, eteğindeki çirkin şeyler ortaya döküldü. Türkiye’de bir sürü atasözü var söylemeye dilimin varmadığı, Kürtleri, çingeneleri, Lazları, muhacirleri, Arapları aşağılayan. Türkiye’de buna karşı yapılması gereken en önemli mesele hem yasal hem pratik olarak, yani yaptırım olarak nefret suçları denilen şeyin önüne geçilmesi. Türkiye’nin en büyük problemi bu, Suriyeliler bahane diye düşünüyorum. Suriyeliler yokken de küfredecek, hakaret edecek başkalarını buluyorduk.
“Kalıcı olduklarını anlamak zorundayız”
Şimdi soracağım soruyu siyasi doğruculuğa uygun bir biçimde nasıl sorabilirim bilmiyorum, o yüzden doğrudan sorayım. “İyi de kardeşim, bu adamlar balkondan aşağı halısını silkeliyor, çekirdek çitliyor tepeme atıyor” ya da İstanbul’daki metrolarda sağ dikilmek için, ama buna uymuyorlar, şikayetleri var. Bunları aşmak, kimin görevi? Uyumlaşmak yalnızca politik haklar, birlikte yaşama, kayıt dışı ekonomiden çıkmak değil. Kültürel anlamda da birlikte yaşayabilmek, bu sorun nasıl aşılır?
İllâ ki, vatandaşlık bütün dertlerin çözümü diye düşünmüyorum ama vatandaşlık bir sürü bariyeri ortadan kaldıracak bir şey. Bunlardan birisi de iletişim bariyeri. Bu kişilerin kalıcı olduğunu, bizden biri olduğunu anladığımız noktada onlara daha yaklaşma ihtimâlimiz artacak diye düşünüyorum. Dediğiniz şey doğru. İnsanlar farklı tarihsel ve kültürel süreçlerden geliyorlar, Suriyelilerin yaşadığı modernleşme süreci Türkiye’nin yaşadığı modernleşme sürecinin belki bir 20-30 yıl gerisinden geliyor büyük ihtimâl. Başka göstergelerde böyle şeyleri görüyoruz. Dolayısıyla onların da bizim gibi davranması ya da Türkiye’deki Türkler gibi davranması çok doğru değil, yerinde de değil. Avrupa’da da işte, Almanya’daki Türkler için bir sürü negatif şey söyleniyor. Orada hep bir siyah ördek durumu söz konusu olabilir. Bu siyah ördek durumundan ırkçılık da, uyum da çıkarabilirsiniz. Farklılığı kabul edip onunla birlikte yaşamak mümkün, bir de hep bizim yaptığımız şeylerin doğru olduğundan o kadar da emin olmamak lazım. Ben çok duyuyorum İngiltere’de taksilerde. Türk şoförlere rastlayınca “İngiltere’de işte arabalar ters taraftan gidiyor” diye çok saydırıp döktürenler oluyor. Yani senin yaptığın doğru diye bir şey yok, arabayı yolu araba kullanmayı bu adamlar icat etmiş. Sonuçta o ihtimâli düşünmek lazım, belki de yolun ters tarafında bekleyen Suriyeli doğruyu yapıyor.
“Kalifiye Suriyelilere vatandaşlık sorunlu”
Tartışılan noktalardan biri de, bütün Suriyelilere değil, nitelikli diye tarif edilen, eğitimli ya da ekonomiye sermaye katkısı yapabilecek kişilere ilk aşamada vatandaşlık verilmesi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu çok mantıksız bir şey. Ortada bir serbest göç akımı söz konusu değil. Bu insanlar savaştan kaçıp gelmişler. “E bunların iyisini seçelim” Ne yapacaksınız gerisini? Bir duvar örüp içine mi hapsedeceksiniz? O Suriyeliler diğer seçtiğiniz kalifiye Suriyelilerle evlenirse ne yapacaksınız? Aralarındaki ilişkileri nasıl düzenleyeceksiniz? Bu yönetilmesi çok zor ve sorunlu bir şey, sorun çıkaracak bir şey. Daha genel bir şey yapmak zorundalar. Bir de gelen Suriyelilerin yarısından çoğu çocuk. Onlara okul yapacaksınız, eğitim vereceksiniz, kalifiye olacaklar. 3 milyon nüfustan 1.5 milyonu çocuk. Orada böyle bir ayrıma gitmek çok zor ve problemli diye düşünüyorum.
“Aşama aşama yapılsaydı uyum sorunu çözülmezdi” diyorsunuz, değil mi? Yani önce “Türkçe öğretelim, okula gönderelim, iş sahibi yapalım…” Bunlar gereksiz yere enerji harcamak mı size göre? Vatandaşlık bunları çözer, diye mi düşünelim?
Bunları öncelik sırasına koymanın bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Vatandaşlığı en sona koymak sadece o insanların hayatını daha zorlaştırıyor, sizin de o insanların hayatını yönetmenizi zorlaştırıyor. Normal hayatın dışına ittiğiniz herkes, diğerlerine, içeridekilere göre yasadışı olmaya daha yatkındır. Yasal alandan dışlıyorsunuz. Bir, böyle bir problem var. İkincisi de bir sürü çalışmadan biliyoruz, çoğunluk olan dil orta ve uzun vadede azınlık olanlar tarafından öğreniliyor. Bunun için zorlamanız, okul falan yapmanız da gerekmiyor. Ticaretin doğası böyle. Bu insanlar Türkiye’de yaşadıkları sürece o dili de öğrenecekler şu veya bu şekilde. Ama şunu da unutmamak lazım. Türkiyeliler de onların dilini öğrenecek. Yani İngiltere’de bir sürü insan Türkçe konuşabiliyor, Kürtçe de konuşabiliyor. Almanya’da da. Bu tek taraflı değil. Kötü bir şey de değil. Biz İngiltere’de işletme fakültesinde 10 ayrı dilde eğitim veriyoruz. Arapça, Çince, Japonca. Bunların hepsi zenginlik, katma değer. Bundan fazla hicap duymamak lazım. Uyum denen şey iki taraflı. Türkler Arapça öğrenecek, Araplar da Türkçe öğrenecek.
“Keşke muhalefet vatandaşlıktan ilk söz eden olsaydı”
Ama vatandaşlık olunca, oy kullanma hakkı da olacak. Bu da tartışmalarımızdan birisi, bu konuyu ele alırken. Bu çerçevede muhalefet partilerine tavsiyede bulunacak olsanız, ne demek isterdiniz?
“Keşke bunu daha önce siz söyleseydiniz” derdim. Suriyelilere vatandaşlığı muhalefetin savunuyor olması, onların işine yarardı. Çünkü onların düşündükleri şu: Tayyip Erdoğan bunlara vatandaşlık verecek, onlar da Tayyip Erdoğan’a oy verecek. Büyük oranda da böyle bir şey olacak. ABD’de Obama göçmenlere birtakım sözler verdi ve göçmen kökenlilerin oyunu aldı. Şimdi Hillary Clinton aynı şeyi yapıyor, o da büyük ihtimâl oyunu alacak. Suriyeliler için böyle bir şey olursa şu yerleşecek: Bu kişi bize vatandaşlık verdi, hayatımızı kurtardı, biz de ona oy vereceğiz. Bu var, bunun önüne geçemezsiniz. Muhalefet de vatandaşlıktan daha iyi, başka bir şey versin, ayrımcı vatandaşlığı değil de herkese versin. Sadece kalifiye olanları değil de hepsine. Vatandaşlık verirken öncelikle çocuklara da okul yapsın, kamu girişimciliği üzerinden iş imkânı yaratsın. Bir sürü şey var. Vatandaşlığa karşı çıkmak muhalefeti kurtaracak bir şey değil. Kaybederler bunu.
İktidar partisine öneriniz ne?
Seçmece vatandaşlık hikâyesini bir daha düşünsünler, astarı yüzünden pahalı olur, faydadan çok zarar getirebilir. Dolayısıyla başka ülkelerdeki örneklere de baksınlar. Bu insanların sıradan göçmen değil, mülteci olduğu ve bir savaştan kaçtıklarını, gidebilecekleri başka bir yer olmadığını unutmasın.
Ne gibi zararlar?
Zararı uygulanamayacak olması. Ülke içindeki nüfusun bir kısmını yasal sınırların dışına itmiş olacaksınız, izole etmiş olacaksınız, Yasal olanın dışına itilmiş olan, muhakkak ki yasal olanın dışındaki işleri yapmaya eğilimli olacaktır.