Barış ve Demokrasi Partisi MKY'nin son toplantısında aldığı kararı sonuna kadar destekliyorum.
BDP bundan böyle BDP yöneticilerinin yargılandıkları her davada, her aşamada, gerek kolluk aşamasında, poliste ve jandarmada, gerek savcıda ve mahkemede kendi anadillerini kullanma kararı aldı. Bununla da yetinmedi, bütün Kürtler'e mahkemelerde, hastanelerde, vergi dairelerinde, bütün devlet dairelerinde, kısacası kamusal alan denilen alanın tümünde; devletle muhatap oldukları her noktada anadilleriyle konuşma çağrısı yaptı.
Bence bu karar bir siyasi partinin, temsil ettiği kitlenin anasının ak sütü kadar helal olan bir hakkını savunmak için giriştiği mükemmel bir demokratik direniş örneğidir.
Bu kararın arka planı hepiniz biliyorsunuz: KCK sanıklarına mahkemede Kürtçe savunma hakkı verilmeyişi... Üstüne üstlük bazı sanıklar Kürtçe konuşmakta ısrar edince olayın koca bir halka hakaret eder gibi "Anlaşılmayan dilde konuştu" diye kayda geçilmesi...
Herhangi bir demokratın, BDP Başkanı Demirtaş'ın şu sözlerine hak vermemesi mümkün mü: ''BDP'lilerin tutuklulukları, anadilde savunma yapmak istedikleri için devam ediyor. Kürtçe AK Parti ve devlete serbesttir. AK Parti, istediği her kamusal alanda Kürtçe'yi kullanmaktadır. Yasal zemini olmasa bile, TRT-6 gibi veya Artuklu Üniversitesi'nde yapılan çalışmalar gibi. Kamusal alan olmasına rağmen buralarda Kürtçe AK Parti'ye serbesttir. AK Parti'ye hizmet ettiği sürece bu ülkede Kürtçe serbesttir. Mahkeme, sadece anadili ile 30 sayfalık bir savunma yapılmasına 20 gün boyunca direnmiş, hiçbir arkadaşımız tahliye edilmemiştir. 'Kürtçe AK Parti'ye serbest, ama Kürt halkına yasaktır."
Ben buradan, devlete, hükümete seslenmek istiyorum.
Lütfen samimi olun, Kürtler'i daha fazla şaşkına çevirmeden niyetinizi açıkça söyleyin: Kürt sorununu çözmeye niyetimiz yok, deyin. Açılım maçılım lafın gelişi; biz aslında Takrir-i Sükûn'dan beri süren düzeni birkaç rötuşla sürdürmek istiyoruz; başka da bir şey istemiyoruz, deyin.
Deyin ki, onlar da boşuna umutlanmasınlar.
Çünkü bu yaptığınızın; bir sanığın en doğal hakkı olan kendini anadilinde savunma hakkını yok etmenin başka bir anlamı yok. Bu ülkede Kürt lafını etmenin yasak olduğu yıllarda bile Türkçe bilmeyen Kürtler mahkemede çevirmen kullanarak Kürtçe konuştular. Şimdi, Kürtçe üzerindeki bütün baskıların kaldırıldığı iddia edilen bir dönemde; bir yandan Kürt Enstitüsü kurar, devlet televizyonundan Kürtçe yayın yaparken mahkemede Kürtçe konuşmayı yasaklıyorsunuz.
Bu nasıl bir tutarsızlıktır? Bu insanlar şaşkına dönmesin de ne yapsın? Bu kadar sağı solu belli olmayan bir devlete nasıl güvensin?
Mahkeme heyeti "Ama siz Türkçe biliyorsunuz" diyor Kürtçe savunma yapmak isteyen sanıklara. Olabilir, ama karşısındaki sanığın Kürtçe'yi mi, Türkçe'yi mi daha iyi konuştuğunu tespit mahkemenin görevi mi? Mahkeme böyle bir değerlendirme yapma hakkını nereden alıyor? Yargılanan bir insan, kendini ana dilinde daha iyi ifade edeceğine, savunmasını ana dilinde daha iyi yapacağına inanıyorsa, bunu yasaklamanın doğrudan doğruya savunma hakkını kısıtlamak olduğunu bilmiyor mu Mahkeme Heyeti?
X x x
İşte şimdi, KCK Davası'ndaki bu anlaşılmaz ısrarın yol açtığı "sorun genişlemesi" tablosunu hep birlikte yaşayacağız. BDP "bütün devlet dairelerinde Kürtçe konuşma" kararıyla "Madem öyle, işte böyle" diyor. Devlete şunu söylemek istiyor: "Bizler dilimizle, kültürümüzle, farklı etnik kimliğimizle bir gerçeğiz. Bu gerçeği kabullenmek zorundasınız. Bizi yok saymaya kalkarsanız, biz de sizinle her karşılaştığımızda kendimizi size böyle hatırlatırız."
Hadi buyurun, şimdi ne yapacaksınız?
Hastanelerden belediyelere, mahkemelerden valiliklere, bakanlıklara, vergi dairelerine, okul yönetimlerine, telefon santrallerine, devletin hizmet verdiği her yere Kürtçe bilen memurlar mı koyacaksınız? Devlet hastanesine gelen hastaya "Ya Türkçe konuş ya da seni tedavi etmeyeceğiz" mi diyeceksiniz?
Eğer devlet vatandaşın emrinde bir hizmet örgütü ise, vatandaş devletin değil, devlet vatandaşının ne dediğini anlamak zorundadır.
İşin kötüsü, devletin bir kısım vatandaşını lâfzen bile anlamayı reddettiği bir ortamda; biz lâfzen anlamanın da ötesine geçen, çok daha derin bir anlayış ihtiyacı içindeyiz. Bir halkın ruh halini anlamak... Asıl ihtiyaç bu...
Ve durum şu anda öylesine umutsuz bir vak'a olarak gözüküyor ki!
BUGÜN