Vatan ve vatan kardeşliği

Ali Bulaç

Nuriye Akman, Tokat GOP Üniversitesi'nde Yrd. Doç. Zekeriya Başkal ve sosyoloji uzmanı Niyazi Özdemir'le yaptığı konuşmanın bir yerinde Başkal, Ali Emiri Efendi'nin bir sözünü aktarır: "Ermenilerle biz din kardeşi değiliz, ama vatan kardeşiyiz." (Zaman, 30 Eylül 2009)

Yüzyıllarca birlikte yaşamış farklı din gruplarını bir arada tutan ortak paydalara baktığımız zaman, Ali Emiri'nin bu sözü hayli anlamlıdır. Ali Emiri Efendi, "vatan" kelimesini, üzerinde bir arada yaşanan ortak mekân, coğrafi bölge anlamında kullanmıştır, anlamı "bir arada tutan, birleştiren ortak payda" demektir.

Arapça kökü, Avrupa'da ulus devlet ve milliyetçi ideolojilerin ortaya çıkmasıyla kazandığı anlam ile bugün kendi dillerinin semantiğinden kopmuş olan Müslümanların kültürel algıları bakımından "vatan" kelimesi farklı anlamlara ve çağrışımlara sahiptir. Sorunlarımızın temelinde yatan kavram kargaşasını sona erdirmek için -ki bu aynı zamanda sorunlarımızın çözümünün de anahtarıdır- kavramları yerli yerine oturtmak lazım.

Arapça "vatan" kelimesinde, aynı ulusun vatandaşlarının yücelttikleri toprak parçası (teritoryal) anlamı yoktur. Vatan, kişinin doğup büyüdüğü, objeler dünyasına, taşına toprağına, havasına suyuna, yakın çevre insanlarına alıştığı, ünsiyet kazandığı (tavattun) küçük mahaldir. 19. yüzyılda milliyetçilikler başlayınca Lübnan merkezli Arap Hıristiyanları, Arapçanın zengin dil imkânlarından yararlanarak, kelimelerin semantiklerine müdahale ettiler. Batı'dan transfer ettikleri kelimelerin Arapçada karşılıklarını bulmaya çalıştılar. Vatan, devlet, millet vb. kelimeler bu dönemde köklü bir anlam değişimine uğradı.

Müslüman kavimler (Türkler, Araplar, İranlılar) milliyetçi ideolojileri kabul edince, bir yandan Hıristiyan Arapların bu çabalarını kullandılar, öte yandan kendilerince kelimelerin modern anlam ve muhtevalarına İslam dininden kaynaklanmayan kutsallıklar atfettiler. Bazen bu işe birtakım hadisler uydurarak meşruiyet ve kuvvet kazandırmaya çalıştılar. Bunlardan biri "Vatan sevgisi imandandır" diye bilinen uydurma (mevzu) hadistir.

Vatan fikrini ortaya çıkaran gelişme, başlangıçta prenslerin ve burjuvazinin "toprağı sekülerleştirmesi" ameliyesidir. Hıristiyan Avrupa'da mülk Tanrı'nındır, Tanrı İsa'da bedenlenmiştir, İsa da Kilise de. Dolayısıyla topraklar kutsal Kilise'nin, yani fiiliyatta Papa'nın ve ruhban sınıfının denetiminde ve egemenliğindedir. Ulus devletin başlangıcı, Kilise'ye bağımlı olarak hüküm süren prenslerin ve kralların toprağı Kilise'nin egemenliğinden kurtarmak istemeleriyle başladı, bunun da yolu toprağın sekülerleştirilmesiydi. Toprağın sekülerleştirilmesi de belli coğrafi bölgede yaşayanların toprağı "vatan", yani ulus devletin hâkimiyet ve hükümranlık alanı olarak tanımlamalarıyla mümkündü. Nitekim böyle de oldu.

Müslümanların tarihte sekülerleştirilmiş toprak anlamında vatanları olmamıştır, ama "darlar"ı olmuştur. "Doğu da Batı da Allah'ındır"; "Yeryüzü mescit kılınmıştır". Ebu Hanife'ye göre, toprağı "dar" ahalisinin hangi hükümlere ve hukuka göre yaşadığı konusudur.

Osmanlı'da her dinden olan insan gruplarına "millet" denir. Millet, dine göre olan yaşama tarzıdır. Müslümanların, Ermeni Hıristiyanların, Rum Hıristiyanların, Protestanların, Yahudilerin milletleri vardı ve bütün bu milletlerin Osmanlı'ya göre mensubiyetleri tabiiyetti. O halde Osmanlı milletlerinin iki ortak paydası vardı: Biri Osmanlı siyasi hâkimiyeti, diğeri üzerinde yaşadıkları ortak mekân, yani coğrafya idi. Ali Emiri Efendi, işte bu ortak mekâna "vatan kardeşliği" der ki, ben de aynı muhtevadan hareketle mekân-coğrafya birliğine "halk" derim. (Bkz. Kavimler Birliği: Türkiye Halkı, Zaman, 31 Ağustos 2009 yazım.) Bugün ne milleti, ne vatanı asli manalarında kullanıyoruz, ama yeni bir epistemoloji ve semantik diriliş yapabiliriz. Müslüman kavimler ve gayrimüslimler, hakiki anlamında milletler olarak ortak bir coğrafyada ve uyumlu bir halk olarak birlikte yaşayabiliriz.

ZAMAN