Türk ulusal kimliği ve devletini sağlam temeller üzerinde yükseltmek için başta İslam ve Kürt kimliği olmak üzere diğer tüm aidiyetler inkar edildi. Hürriyet gazetesinin değişmez logosu “Türkiye Türklerindir” sloganı aslında devlet sınıflarının homojen bir halk yaratma hedefinin alenen ilanıydı. Bu akıl ve ahlak dışı hedef için on yıllar boyunca halk baskı altına alındı ve direnenler süründürüldü.
Kemalizm adına laik ve Türk karakteri ile öne çıkan ulusal kimlik, yapısı gereği toplum bünyesinde kabul görmedi. Toplum mühendisliği diye ifade edilen proje, askeri vesayetin bütün araçları seferber edilerek zora dayalı politikalarla icra edildi. Yaşatılan acıların, gözyaşlarının, kayıpların hesabı tutulamayacak kadar çoktu.
Kürt sorunu ise devlet politikalarının sebep olduğu bu yaraların en büyüklerinden biriydi. Varlığı sadece siyaseten değil ‘bilimsel’ olarak da inkar edilen bir halkın acılarının ölçümünü nasıl yapabiliriz? “Kart, kurt, kürt” söylemi absürt bir tezden ibaret değildi. Devletin güvenliği namına ismi sözlüklerden, türküsü düğünlerden silinmiş bir halktan bahsediyoruz.
Kürt bölgelerinde Diyarbakır Askeri Cezaevi başta olmak üzere sistematik işkence merkezleri kuruldu. Toplu infazlar, faili meçhuller, gözaltında kayıplar, boşaltılan köyler devletin Kürt sorununda çözüm için her daim el altında tuttuğu klasik araçlardı. JİTEM ve Özel Harekat’ın bölgede nasıl bir korku fenomeni olduğu tam olarak izah edilemiyordu. Şiddet temelli bütün araçlar “Herşey vatan için!” mantığıyla meşru hatta zaruret haline dönüşüyordu.
“Vatan sağolsun!” Ölmek, öldürmek, kardeş bir halkla düşman haline gelmek önemli değildi. Yeter ki vatan sağolsundu. Sadece kendini değil diğer çocuklarını da feda edebilmek üzere bütün kapıları açan sihirli ve şifalı bir kavramdı, “Vatan sağolsun!”
Evlat ölmüş, baba ölmüş, kardeş ölmüş, komşu ölmüş. Ölmüşse ölmüş, zaten vatanı sağ kılan bu kanlar değil miydi? “Kanımızın son damlasına kadar savaşa devam” dediler, gaz verdikçe gaz verdiler. “Devletin yanlışlarını, Kürtlerin mağduriyetini, mazlumiyetini tartışmanın zamanı değil” dediler. Tek ses, tek yürek olmaya davet ettiler herkesi.
Sokaktaki amca, çarşıdaki teyze, okuldaki kardeş neredeyse hemen herkes Genelkurmay’ın basın sözcüsü gibi konuşmaya başlamıştı. Askeri dil ve mantık askeri bir siyaseti yani militarizmi hakim kılmış, bütün bir ülkede boğucu bir atmosfer oluşmuştu. Madem ki “Her Türk asker doğar!”dı, o halde bütün bir ülkeye kışla havasını, bütün bir topluma savaş duygusunu giydirmekten başka çare yoktu. Öyle de oldu. Ergenekon’dan Balyoz’a uzanan süreç bu acılı hikayenin kısa bir özetidir.
JİTEM’İN RUHUNU PKK YAŞATABİLİR Mİ?
“Barış sağolsun!” söylemi ise “Vatan sağolsun!” siyasetinin yol açtığı acıların panzehiri olma iddiasındaydı. Ne var ki Türkçü şiddet geri çekildikçe Kürtçü şiddet ileri atılıyordu bu sefer de. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin toplumsal alandaki vesayetinin zayıflatılmasıyla beraber ortaya çıkan boşluğu Kürt Silahlı Kuvvetleri doldurmak üzere durumdan vazife çıkarıyordu.
Silahlı propagandaya iman etmiş Kürt Ulusal Önderliği kırlardan şehirlere doğru dehşetli, vahşetli gerilla akımlarını sıklaştırmaya kararlıydı. Açılım, temsil, anayasa, demokratikleşme, müzakere, yatırım, kazanım vs. hepsi boştu. Çarşı ortasında kafasından vurulan uzman çavuşlar, sabah namazı sonrasında infaz edilen imamlar, polislerden sonra polis okulu öğrencilerine yönelik saldırılar, kaçırılan asker ve doktorlar, basılıp yakılan şantiyeler, haraç vermediği için yağmalanan benzin istayonları, molotoflanan öğrenci yurtları ve öğretmenevleri.
Bütün bunları ve daha fazlasını ‘AK Parti Devleti’nden hesap soran PKK’nın barışı temin etmek üzere kurduğu yeni stratejisinin tezahürleri saymamız bekleniyor. En son olarak Ankara’nın göbeğinde patlatılan güçlü bir bombanın içine yerleştirilen 10’luk çiviler de bu barışı inşa sürecinin herkesin kafasına çakılması amacıyla yerleştirilmişti. “Barış sağolsun” çivi olmuş; bedenlere, kafalara çakılmıştı şimdi de.
Siirt’te sözde polis aracı zannedilip de PKK tarafından delik deşik edilen araçtaki kızların ailesi acılar içinde kıvranırken ne söyleyebilmişti? PKK’ya karşı söz söylemekten imtina eden acılı baba “Bu kan dursun, Biz kardeşlikten yanayız!” diyebilmişti sadece. PKK, HPG, TAK derken ölümler gelip bağlandı bir özüre: “Yanlışlıkla oldu. Soruşturma açtık. Barış sağolsun!”
Türk ya da Kürt ulusalcılık siyasetinin “Vatan sağolsun” veya “Barış sağolsun” diyerek kalpleri taşlaştırmasına, gözleri körleştirmesine müsaade etmeyelim. Kalbi taşlaşmışların vatanına da barışına da ihtiyacımız yok bizim!
------
Bu yazı, Yeni Akit gazetesinin bugünkü nüshasında da yayınlanmıştır...