Vatan sağ olsun, ama!..

Ali Bulaç

Bugüne kadar Aktütün Karakolu'na yapılan beş saldırıda 43 asker hayatını kaybetmiş bulunuyor. Bu, not edilmesi gereken önemli bir nokta.

İlk akla gelen soru şu: Bu kaçıncısı? Neden gerekli tedbirler alınamıyor? Ortada bir "güvenlik zaafı" mı var? Son saldırı öğle vakti, güpegündüz yapılmış. 15 şehidin dışında bu tür saldırı ve çatışmalarda eğitimli iki uzman çavuştan da haber alınabilmiş değil. Kayıp iki uzman çavuşun Jandarma Genel Komutanlığı'nın en seçkin birliği sayılan Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı (JÖAK)'nda görevli oldukları iddia ediliyor.

Şu sorular da anlamlı: Bölgede kaç asker, polis ve korucu var? Bir hesaba göre bölgedeki asker sayısı 240 bin, korucu sayısı 60 bin, polis 50 bin. Eder 350 bin güvenlik görevlisi. Hadi diyelim bu rakam abartılı, yarısını ele alalım: 150 bin. Türkiye'de hareket halinde olan PKK'lı sayısı 1.500-1.700 arası; Kuzey Irak'ta ise 3.500. Toplam 5 bin veya biraz daha fazla. Sayıyı bir kenara bırakalım. Askerin sahip olduğu silah teknolojisi, lojistik destek ve imkânlar, PKK'nınkinden çok mu daha zayıf? Hani müttefikimiz ABD, anında sıcak istihbarî bilgiler veriyor, gece çalılıklar altında süren yürüyüşler bile takip ediliyordu? Birkaç kişi değil, yüzlerce PKK'lı sınır ötesinden geliyor, karakolu basıyor, askerleri şehit edip kaçırıyor! Bizim gibi konunun cahili sivillerin tabii ki aklı ermez, ama birilerinin bize bunun askerî-teknik izahını yapması gerekir.

Hayatını kaybeden gençlerin aileleri "vatan sağ olsun" deyip mezara kadar içlerinde sönmeyecek ateşle birlikte yaşamaya başlıyorlar. Son baskında şehit düşen Uzman Çavuş Cahit Yıldırım'ın babası Nurettin Yıldırım, 70 milyon insanın tercümanı oldu: "Ne yapalım, artık geri getirmemiz, diriltmemiz mümkün değil. Biraz ihmal mi var? Nasıl oluyorsa bu karakol, kaçıncı kez basıldı? Niye tedbir alınamıyor? Bir şey diyemiyorum yani." Haber ajansları, Nurettin Yıldırım'ın bu sözlerinin ardından üzgün olduğu görülen Bakan Recep Akdağ'ın sessiz kaldığını bildiriyor.

Son saldırı çeşitli şekillerde yorumlanıyor. Hemen herkesin dikkat çektiği ana nokta, içinden geçmekte olduğumuz konjonktür. Olup bitenin bir dökümünü yapalım:

Geçen hafta Altınova'da neredeyse bir Türk-Kürt çatışması yaşanacaktı, hâlâ Doğulu vatandaşlar rahatça evlerinden dışarıya çıkamıyorlar. Bu müthiş tahriki planlayanların belli ki niyeti, söz konusu senaryoyu başka yerleşim birimlerine yaymak, böylece bir Türk-Kürt çatışması çıkartmak. Bu, artık bir komplo teorisi değil, Ergenekon iddianamesinde bazıları tarafından böyle bir çatışmanın öngörüldüğü yazılı. Bir yerel mahkeme, "Her PKK'lıya karşı bir DTP'li öldürün" diye çağrıda bulunan bir yazıyı "ifade özgürlüğü" kapsamında ele alıp suç saymadı.

Sınırötesi harekâtla ilgili tezkere Meclis'in gündeminde.

Diğer önemli bir nokta DTP'nin kapatılma davasının Anayasa Mahkemesi'nde karar aşamasına gelmiş olması.

Önümüzdeki mart ayında yerel seçimler yapılacak, uzun zamandır Diyarbakır ve diğer bölge belediyeleri, iktidar partisiyle DTP arasında bir çekişme ve polemik konusu. Ne kadar doğru veya isabetli bir strateji olduğu tartışılır ama, AK Parti İzmir, Diyarbakır ve Çankaya belediyelerini de alarak CHP ve DTP'ye nefes alabileceği tek bir yer bırakmak istemiyor.

Dahası, Türkiye'nin merkezî Irak hükümetiyle ilişkileri çok iyi; Kuzey Irak Özerk Kürt Yönetimi Türkiye'ye sıcak mesajlar gönderiyor. Ve tabii söz konusu konjonktürle ilişkili olarak saldırının "büyük provokasyon" olduğu söyleniyor.

Bunların konjonktürle ilişkilendirilmesi gereklidir. Sorunun kendisini şu veya bu olayla ilişkilendirmek, bizim sadece komplo teorileri üretmemize yardım eder. Bu, zihnimizi rahatlatsa da, konunun esası bu değil. Bütün bunlar birer sonuç, sorun şu ki, sonuçları sebeplerin yerine ikame ediyoruz, bu da bizi konunun özünden uzaklaştırıyor.

ZAMAN