Ben, “Biz kaç kişiyiz” platformunun sadık bir okuyucusuyum (hakikaten). Bilhassa oraya mektup yazan platform üyelerini ya da sempatizanlarını büyük bir dikkatle izliyorum. İnanıyorum ki, Türkiye’yi ikiye bölen “laiklik” fay hattının “çağdaşlık” (kendi deyimleriyle) tarafında yer alan kesiminin duygu ve düşünce dünyalarına nüfuz etmenin en kestirme ve en geçerli yöntemi budur; samimiyetle tavsiye ediyorum. (Ferahlatma notu: Siteye girince otomatikman “Biz kaç kişiyiz”ci olup sayıyı bir artırmıyorsunuz, o ayrı fasıl!)
Şimdiye kadar birkaç kez sitedeki tartışmaları konu etmeyi düşünmüş, fakat araya başka şeyler girdiği için bunu yapamamıştım. Sizlerle paylaşmak istediğim tartışmalardan biri çok eğlenceliydi (tartışma yerine kampanya desem daha doğru olacak): Platform üyeleri, yeni 50 TL’likler üzerindeki “Cumhuriyet düşmanı Fatma Aliye Hanım” portresini protesto ediyorlar, bu banknotu kullanmamak için fikir geliştiriyorlardı. Bir üye, bankaların ATM’lerinden 50 lira çekeceklerin, makineye üç kez girerek 20, 20 ve 10 TL talimatı vermelerini istiyordu. Bir üye de banka şubelerine girip, içerdekilere 50 TL’yi gösterdikten sonra “ben bu cumhuriyet düşmanı kadının portresinin yer aldığı parayı kullanmıyorum, siz de kullanmayın” denilmesini salık veriyordu. (Kendisi bunu yapmıştı ve ben onun yalancısıyım, şubedekiler küçük bir tereddütten sonra eylemi alkışlarla karşılamıştı.)
Tuncay Özkan’ın mektupları...
Sitedeki en ilginç bölümlerden birini de Tuncay Özkan’ın Silivri Cezaevi’nden gönderdiği mektuplar oluşturuyor... Özkan’ın duygu ve duygusallıkla harmanlaşmış politik içerikli mektuplarından birini de burada yayımlamayı düşünmüş, yine becerememiştim. Bu mektupların kendine has yapıları hakkında bir fikriniz olsun diye, birinden aldığım birkaç satırı dikkatinize sunuyorum:
“Sakın bir daha bilir deme tarihi Tuncay / Tuncay bilseydi tarihi, talihi düşer miydi hapse (...) Tarih’ten ders çıkarsaydı / Tuncay böyle yanar mıydı? / Kehlesi donunda, pisliği başında / Mekri ve irtişâ’ deyyusa / Hukuk ve demokrasi diye / Başı Amerika’da, kuyruğu Türkiye’de yılana ve / Damadı, ortağı Recep’e insan diye bakar mıydı? / Amma çözüldü bir kere Mustafa Kemal eliyle / Çözülecek gene dertlenme bahtı kara maderin / Bulunur kurtaracak vatanı; takiyyecisinden Kehlesinden, irtişâ’ı, irticai cehaletten / Doğar hepsinin mahvı, mahı leylden / Karanlığı kovar en koyu zamanı Türkiye’den / Vatan, namus, ahde vefa diye / Aşk ile feryad eden.”
Mektuptan, Tuncay Özkan’ın kendine “ikinci kurtarıcılık” misyonu vehmettiğini mi düşündünüz? Doğrusu, nereden çıkartıyorsunuz canım, diyemeyeceğim. Birçok mektubunda var böyle bir ton. İşin aslı şu ki, “üye”ler de az çanak tutmuyorlar böyle bir misyona. Diyorum size, girin okuyun diye... Pişman olursanız paralar iade!
Fakat Tuncay Özkan’ın 2 nisanda sitede yayımlanan “Sayın Başkan Barack H. Obama”ya mektubu, üyelerle başkanın arasını fena halde açmış görünüyor.
İzninizle ben bu konuyu, her fırsatta hatırlatmaktan büyük bir zevk aldığımı daha önce itiraf ettiğim “İlhan Abi’nin Bush’a mektupları”yla kıyaslamalı bir tarzda ele almak istiyorum.
Yazılarımı takip edenler, “İlhan Abi’nin Bush’a mektupları”yla, onun 15, 16 ve 18 Kasım 2006 tarihlerinde Bush’a hitaben yazdığı üç yazıdan söz ettiğimi bilirler. Selçuk, bu yazılarda mealen, “AKP bitti, onu desteklerseniz kaybedersiniz, bakın ben ne yapmanız gerektiğini size güzelce anlatayım” diyor, ABD’nin bölgedeki çıkarının “Türkiye’de bütün iktidar ulusalcılara” sloganında yattığını ima ediyordu. İzninizle bu defa o yazılardan alıntı yapmayacağım, “meal”imden kuşku duyanlar açar o yazıları, Selçuk’un o üç yazıda tam özetlediğim şeyi murat ettiğini görür!
Şimdi gelelim taze mektuba, Obama’ya yazılanına... Mektup, samimi tebrik cümleleriyle başlayıp tahmin edebileceğiniz “Türkiye manzaraları”yla devam ediyor: “AKP iktidarı, ülkemi din faşizmine taşımaktadır. Siyasetin referansı İslami kurallar haline gelmiştir. (...) Bu din Faşizminin Türkiye’yi ele geçirmesi ve batılı bir demokrasi olma yolunda inanılmaz mesafe kateden ülkemi Hamas Örgütünün yanına koymasına, hukukun üstünlüğüne inanan vicdanınızla mı izin vereceksiniz? Türkiye’de Museviler gibi İslam dışı dini azınlıkların hedef gösterilmesine, toplumun İranlaştırılmasına sessiz mi kalacaksınız?”
Mektup şöyle sona eriyor:
“Bush ‘Ya bendensin ya teröristsin’ dedi. Obama ‘Biz iyisiyle kötüsüyle Dünya’yı barış ve mutluluk için kucaklıyoruz’ demeli ve nerede olurlarsa olsunlar faşistleri desteklememelidir. Lobilerin, çıkarları için ulusları, insanları yok eden yönetimleri desteklememelidir. Ben ülkemdeki din faşistlerinin susturmak için tutuklattığı gazeteci Tuncay Özkan olarak, sizden bunların dışında hiçbir şey istemiyorum.
“Size inanmak, güvenmek, Türkiye ve Amerika’nın barış kültürüne, medeniyete, insan uygarlığına el ele katkı sunmasını görmek istiyorum. Yoksa sizin de Bush’dan farkınız olmaz. Lütfen bu konu ile ilgili duygu ve düşüncelerinizi bana iletiniz. (...) Başkan Obama, ailenizle birlikte mutluluk, barış ve başarı içinde yaşamanızı, Dünya ve insanlık için güzel şeyler yapmanızı temenni ederim. Saygılarımla.”
Üyelerin mideleri kaldırmadı
Tuncay Özkan’ın bu mektubuna üyelerden yoğun bir tepki geldi. Ben şahsen bütün tepkilere hak verdim. Öyle ya, sen kalk bütün ideolojini anti-Amerikan, anti-Batı temellerde oluştur, üstelik bu karşıtlığını “yılan” falan gibi metaforlarla ifade et, temel sloganın “Ne ABD ne AB, tam bağımsız Türkiye” olsun, sonra da... Sonra da şu olur tabii:
“Ben umutlarımı asil kanıma ve soyuma bağlarım. Yukardaki mektubu Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün kaleme aldığını düşününüz ve ona göre eleştirilerinizi dile getiriniz....”
“Masaya yumruğumu vuramıyorsam, elim kırılsın. Bağımsızlığımı ben kendi ilkelerim ve halkımın dinamizmiyle elde edemiyorsam, böyle bağımsızlık yerin dibine batsın.”
“İnsaf ve merhamet dilenmekle millet işleri görülemez; millet ve devletin şeref ve bağımsızlığı elde edilemez, insaf ve merhamet dilenmek gibi bir kural yoktur. Türk milleti ve Türkiye’nin çocukları, bunu bir an akıldan çıkarmamalıdır. M.Kemal Atatürk.”
Böyle bir sürü tepki...
İlhan Selçuk’un ünlü “Bush” yazılarını en son bir vesileyle 10 şubatta zikretmişim. O yazının başlığı da şöyleymiş: “İlhan Abi’nin rejimine evet diyen bir ABD, ulusalcıların başının tâcıdır...”
Şimdi aynı şeyi Tuncay Özkan söylemiyor mu? Fakat tepkilerden de belli ki, tabandaki samimi “anti-Batı”cılar liderlerinin anti-Amerikancılığından kuşkulanmaya başlamış durumdalar.
Bu yazıyı, 10 temmuz tarihli yazımın giriş bölümüyle bitiriyorum; sanırım şimdi o zamankinden “daha haklı”yım:
“Daha önce de yazmıştım; benim bıkmadan, usanmadan takip ettiğim konular var. Bunlardan biri de, Türkiye’nin ulusalcılarının taşıdığı ‘Amerikan yandaşlığı’ potansiyeli... İlk bakışta ‘absürt’ bir tını veriyor oluşu, beni, öne sürdüğüm bu iddia konusunda daha da kışkırtıyor. Ulusalcılık gibi, temelini Amerikan karşıtlığının oluşturduğu bir siyasetin ‘Amerikan muhipliğine’ savrulması ihtimali ilk bakışta gerçekten de olacak bir şey gibi görünmüyor. Fakat işin ‘zâhir’ine değil de ‘bâtın’ına bakmaya başladığınızda iş değişir. O zaman, ‘anti-emperyalizm’in bir kabuk olduğunu anlarsınız. Ve ancak o zaman kabuğun altındaki ‘öz’ü algılayabilirsiniz; bu öz, otoriter-jakoben-laik bir yönetim-iktidar arzusudur. Ve bu ‘öz’e kim hizmet ederse, ulusalcılık onunla ittifaka hazırdır.”
TARAF