Var olmak yerine sahip olmaya odaklanan metalaştırıcı yeni sanat: NFT

Hülya Bulut, NFT'nin sanatı metalaştıran öz yıkım kültürünü inceliyor.

Dr. Hülya Bulut / Açık Görüş

NFT bağlamında sanata bakış

Teknoloji, "Non-Fungible Token" olarak bilinen ve NFT olarak kısaltılan yeni bir kavramı hayatımıza soktu. Siz bakmayın bu ifadenin öyle takas edilemez jeton anlamına geldiğine! NFT; bu yazıda "sanat eseri" bağlamında ele alınan ve dijital piyasalarda pazarlanan bir değerin eşi benzeri olmadığına vurgu yapan, onları metalaştıran, blok zincir bağlantılı bir veri bankasıdır. Konu çok güncel. O kadar ki; "NFT'ye Giriş" Ankara Üniversitesi'nde ilk kez 2022 yılı bahar döneminde seçmeli dersler arasında yer alacak.

Kriptolama tekniğiyle şifrelenmesi ve tescillenmesi ile sanat eserlerinin artık sonsuz sayıda çoğaltılmasının mümkün olduğu bir dünya söz konusu. Diğer kopyalarından ayrılan herhangi bir dijital sanat eserine, ayrı bir kimlik kazandırılıyor. Peki ama neden internette bedava görebileceğimiz sanat eserlerine para ödeyelim ki? NFT bize yeni bir inovasyon yöntemi, telif haklarında devrim, uluslararası pazarlara açılabilme şansı mı sunuyor? Yoksa insana ait bazı duyguları teknolojiyi kullanarak tetikleyecek, hatta belki istismar edecek ve dönüşüm kelimesinin arkasına saklanarak modern bir kumar tekniğine mi evrilecek? Sanat eserinin içeriğine ilişkin herhangi bir tartışmayı pek de umursamayan NFT'cilerin gözü, hangi eserin kaça alınıp satıldığının dışında bir şey görmüyor. Bu yeni finansal platformdan, sadece bu işin tarafları olan girişimcilerin, "sanatçıların" ve yazılımcıların etkilenmesini beklemek ne kadar doğru bir yaklaşım olur? Yoksa dönüp dolaşıp dünyadaki diğer finansal krizler gibi bizlere de sirayet edecek, patlamaya hazır bir balon mu izlediğimiz?

NFT'de işlem gören sanat eserlerinin "eşi benzeri olmama" durumu aslında sorgulanması gereken büyük bir yanılsamadır. "Başkasında yok bende var!" duygusu ile anlamsız bir şekilde kişiselleştirilen, gelen beğenileri (tıklamaları) bile paraya tahvil edilen, var olmak yerine sahip olmak bakış açısına odaklanan, metalaştırılan ve yatırım aracına dönüştürülen, yaşanan hayatı kutsamak yerine erişilmeze yönelen ve böylelikle bütününden kopartılan bir "sanat anlayışının" bireye ve topluma nasıl bir faydası olabilir ki?

Sanatsal mülkiyet gayesinin arkasında yatan faktörleri, sanat eseri satın alarak hissetmek istenileni ve sanatın neden bir biriktirme tutkusunun göstergesi olarak koleksiyonerliğe dönüştüğünü, sanat sevgisinin bizim için neden önemli olduğunu analiz ederek anlamaya çalışalım.

Sanata duyulan ihtiyaç

(1) Unutmaya meyilliyizdir ama sanat bize hatırlatır: Hayatta kaybettiklerimizi geri getiremeyeceğimizi biliriz, bunu kabulleniriz ama yine de onlar bir yerlerde gözümüzün önünde olsunlar isteriz. Bu kaybedilenleri hissetmek ihtiyacı sadece bireylere özgü de olmayabilir. Bazen milletler de bu duygularını sanat ile tamamlamak isterler. Milli savaşlar, kayıplar, sevinçler, günler, dini bayramlar gibi ortak duygularımızı yansıtmada kolektif ruhumuzu ancak sanat aracılığıyla hissedebiliriz.

(2) Umutsuzluğa meyilliyizdir ama Allah'tan umudumuzu kesmeyiz: Sanat iyi, doğru ve güzel olanı bize sürekli göstererek bizi umutsuzluğa kapılmaktan korur.

(3) Dertlenmeye meyilliyizdir ama kaderimize boyun eğeriz: Sanat derdimizin de haklı bir sebebi olabileceğini bize fısıldar. Dertlerin de kaderimizin bir parçası olduğunu görmemizi sağlar. Yalnız olmadığımızı söyleyerek bizi yatıştırır.

(4) Dengemizi yitirmeye meyilliyizdir ama ifrat ve tefritten uzak durmaya gayret ederiz: Sanat bize olumlu taraflarımızı gösterir. İçimizdeki iyiliği açığa çıkarmamıza yardımcı olur. Yanlışlarımızdan döndürerek bize zaman kazandırır. Eski ile yeni, birey ile toplum, merhamet ile özgürlük arasında denge kurmamıza yardımcı olarak hayatımıza dokunur.

(5) Kendimizden uzaklaşmaya meyilliyizdir ama yaratılışımızdaki sırları fark ederiz: Sanat, kendimizi tanımaya olan isteğimizi arttırır ve bu süreçte anladıklarımızı başkalarına da aktarmanın deneyimine erişmemizi sağlar.

(6) Olgunlaş(ma)maya meyilliyizdir ama 40 yaşımızın özel bir önemi olduğunu biliriz: Sanat; bize pek çok şey öğretebilecekken, sırf çarpıtılmış gerçekliğin başka amaçlara hizmet etmesi neticesinde bize ötekileştirilen, yabancılaştırılan ve yanlış tanıtılan kişilerle gönül bağı kurmamızı sağlar. Aşırı savunmacı bir tavırla, bazen dinlemeden, okumadan, anlamadan, görmeden ve hissetmeden bazı şeyleri kendimizden uzaklaştırmamızı engeller. Bizi birbirimize kavuşturur.

(7) Takdir edilmek isteriz ama en büyük takdire şayan ezeli ve ebedi varlığın Cenab-ı Hak olduğunu biliriz: Sanat, bitmek bilmeyen kapitalizmin bize verdiği bu dünyaya "fırlatılmışlık" vesvesesine karşı bir duruştur. Kollarımızdan tutar, havaya kaldırır, iki yana sallar ve sahipsiz olmadığımızı yüzümüze haykırır. Yani sanat kabuğumuzu kırar, içimizdeki cevheri ortaya çıkartır, çevremizde olup bitenlere duyarsız kalmamızı engeller. Bizi şımarıklıktan kurtarır, cazibenin takdirine değil Allah'ın rızasına ihtiyacımız olduğunu anlatır.

Lezzetli bir yemek yaparken, bir çocuğa masal anlatırken, çiçek yetiştirirken, kitap okurken, müzik dinlerken, film izlerken, bir resme bakarken beğeni sahibi olmakla övünürüz nedense. Bu beğeni sadece bizde kalmasın; herkes duysun, bilsin isteriz. Ancak gerçek olan şudur ki, günlük hayatın koşuşturması içinde belli bazı yetersizlikler nedeniyle kendimizle yüzleşmeye pek de fırsat bulamayız. Zamanımız yoktur, çalışmak zorundayızdır, yorgunuzdur...

Bizi ele geçirmesine izin vermeden, sevinçlerimizi ve üzüntülerimizi daha verimli ve ortak çıkarımlar yapabileceğimiz alanlara yöneltmeliyiz. İçimizi ısıttığı için değil de, "statü endişesi" uğruna sanat eserlerini de bazen eleştirmekten çekiniriz. Halbuki kötü mimarlığa, çarpık kentleşmeye, anlamsız AVM'lere, kent estetiğine eleştiri yapmamız gerekmez mi? Bu çabalar bizi kapitalizmden tamamen kurtaramasa bile, mevcut ve çarpık sistemin dönüşmesine katkı sağlayabilir.

Gerçekliğe haksızlık etmek

Diğer taraftan, sanatta idealleştirmenin kötü bir şöhreti olduğunu da biliriz. Çünkü modern anlamda idealleştirme kavramının küçük düşürücü bir tınısı vardır. Yani bir nesneye, bir mesleğe veya bir kişiye gerçekte sahip olduğundan çok daha parlak erdemler bahşetmek, her kusuru cilalamak ve başka türlü göstererek örtmek anlamına gelebilir. Bu da aslında geçekliğe haksızlık etmektir. Sanatı sadece resim galerilerinde, tiyatroda, müzede ve konser salonlarında aramamız doğru olmayabilir. Eğer sanata bu açıdan bakmayı becerebilir ve sanatı hiyerarşik bağlamından kopartabilirsek; aslına uygun bir şekilde sanat, sanatçı, sanat eseri gibi kavramları da yeniden tanımlayabiliriz.

O zaman görürüz ki; lostra salonunda, esnaf lokantasında, terzide, kuaförde, sarrafta, üniversitenin amfisinde sanat her an karşımıza çıkabilir. Hatta; (i) bireyin kendisi ile olan ilişkisinde; mütevaziliğinde, ölçülülüğünde, sevgisinde, saygısında, inancında, bağlılığında, (ii) bireyin aile ile olan ilişkisinde; annenin şefkatinde, babanın korumacılığında, eşin sadakatinde, (iii) bireyin toplum ile olan ilişkisinde; mahalle kültüründe, 40 yıllık hatırda, toplu taşımada yaşlıya yer vermede, trafikte gösterilen saygıda, veren elle alan elin birbirinden haberdar olmamasında, içimizi ısıtan bir duada, bir türküde sanatı yaşamamız ve yaşatmamız mümkündür.

Birleştirmeyen sanat

Sanatın referansının sadece sanatçılar olmadığı gayet açıktır. Sanatı, "sanatçıların" bireysel bakış açılarından, bunalımlarından, hayallerinden, kendi değerlerinden ibaretmiş gibi görmeye son vermeliyiz. Bu bizim değerimizi düşürmez, aksine endişelerimizin başkaları için bir "varoluş" sebebi olmasını engeller. Bebeklik, çocukluk, ergenlik, gençlik, orta yaşlılık, yaşlılık gibi tüm süreçler aslında hayatın doğal bir parçasıdır. Bu yolculuk başka bir aleme göç ile nihayete erecektir. Hayatta başkalarının ihtiyaçlarına nasıl duyarlı olunacağını, ihtiyaçtan fazlasının dünya kaynaklarını yağmalamak anlamına geldiğini, sanat ile insana ödetilen bedelin nasıl ortadan kaldırılacağını, zulmün nasıl engellenebileceğini, iyi güzel ve doğru için yaşamlarımızı nasıl yeniden şekillendireceğimizi düşünmeliyiz.

"Melullenme Deli Gönül" türküsündeki gibi "...tahtımızı yüceden indirmeden ve yıkmadan, sefil hırkamızı başımıza çekmeden ve rıza lokmasını kabullenmeden..." sanat yapmak mümkün olur mu? Olursa bu nasıl bir sanat olur ve kimin sanatı olur? Yüzleştirmeyen, affettirmeyen, sevdirmeyen, birleştirmeyen bir sanata ihtiyacımız var mı? Tüm bunlar NFT'deki sanat anlayışında bulunmayan ruh ile mümkün mü?

Kültür Sanat Haberleri

Genç Birikim dergisinin Aralık 2024 sayısı çıktı
Vatanına dönerken yaşadıkları kadar ağır değildi yükü
“Made in Gaza: From Ground Zero” Savaş bölgesinde mahsur kalan film yapımcılarının sesi oluyor
Taksim Camii Filistin Kitap ve Kültür Günlerine ev sahipliği yapacak
Ümraniye Kitap Fuarı cumartesi günü başlıyor