Vakit Gazetesini de, Eleştiri Ahlakını da İslami Ölçüler İçinde Ele Alma

MEHMET PAMAK

Dinimizin temel ilke, değer ve ölçülerine aykırılık yapanlara, üstelik bu yaptıklarının İslam’a da uygun olduğunu iddia ederek Allah’ın dinine zarar verenlere, kim olursa olsun ayrım gözetmeden “emr-i bil maruf” görevimiz gereği eleştiriler yapmanın önemli bir sorumluluk olduğunu kabul etmek ve gereğini de yerine getirmek zorundayız. Bu anlamdaki eleştirilerimizi ve Allah’ın emrettiği, Resulünün (s) ise terk etmemiz halinde düşeceğimiz konumları hatırlatarak açıkça uyardığı “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” sorumluğumuzu, Allah’ı razı etmek amacıyla ve kulluk bilincimiz gereğince yerine getirmek zorunluluğumuz vardır.

Emr-i bil maruf ve eleştiri sorumluluğu yerine getirilmezse yozlaşma ve helâk bütün toplumu kuşatır.

“Emr-i bil maruf nehy-i anil münker” ifadesi pek çok ayette geçmekte olmasına rağmen doğrudan emir veya nehiy biçiminde geçen şekli lokman suresinde, onun oğluna tavsiyeleri arasında yer almaktadır. Ey oğlum, dosdoğru namaz kıl, maruf olanı emret, münker olandan sakındır ve sana isabet eden (musibetler)e karşı sabret, çünkü bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir.”1 Görüldüğü gibi Allah’ın bazı ayetlerde, önemine binaen birlikte zikrettiği namaz ve sabrın arasına yerleştirilerek emredilen bu yükümlülüğün de tıpkı namaz ve sabır gibi azmedilmesi gereken işlerden olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca iyiliği emretmek kötülükten sakındırmanın öyle kolay bir şey olmadığı, bu sebeple bu görevi yerine getirenlerin başlarına bazı musibetlerin gelebileceği ikazı da yapılmaktadır. Emr-i bil maruf nehy-i anil münker görevi oto kontrol ve özeleştiri için tüm mümin kadın ve erkeklere2, ümmetin birliği ve helaktan kurtuluşu için hiç olmazsa ümmet içinde bir topluluğa3, tüm insanlığın uyandırılması için İslam ümmetine4 ve ilaveten İslam devletine5 yüklenen, çeşitli ayetlerde tüm bu kesimlere ciddiyetle hatırlatılan çok önemli bir görevdir. İbn-i Abbas’ın nakline göre Rasulullahın (s) şöyle dediği rivayet edilmektedir: “…iyiliği emredip kötülükten yasaklamayan bizden değildir.6

Bir toplumun kurtuluş veya helakını tayin edecek kadar önemli olan “emr-i bil maruf nehy-i anil münker”, marufu temsil eden ıslah edicilerin yani müminlerin hayatlarının vazgeçilmez bir parçasıdır. Yapmaları gereken en sürekli işlerdendir. Namaz ve sabırla birlikte en çok ısrar edilmesi gereken ibadetlerin başında yer almaktadır. Günümüzde “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” yapmak, küçümsenen, dışlanan, suçlanan, hatta alaya alınan bir konuma düşürüldü. Allah ve Rasulünün, ısrarla, ciddiyetle ve büyük bir önemle yapmamızı istedikleri bu görevin yerine getirilmesi bazı Müslümanları rahatsız ediyor. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” liberal kaidesini esas almışçasına, Allah’ın dini hususunda “kim ne yaparsa yapsın, kim ne yazarsa yazsın, kim nasıl projeler üretirse üretsin, Allah’ın ayetlerini kim nereye ve nasıl çekerse çeksin, hangi projelere alet ederse etsin, hoş görmek, boş vermek lazım, bırakınız isteyen istediğini yapsın” tavrı ve hem de “inananlar”, Müslümanlar adına ne yaparlarsa yapsınlar eleştiriyi hoş görmeme yaklaşımı pek çok Müslüman’a hakim olmuş gibi görünüyor. Halbuki böyle yaptıkları, birbirlerini münkerden nehyedip, marufu emretmedikleri için, İsrail oğulları toptan lanetlenmişlerdi.

“İsrailoğullarından inkar edenlere, Davut ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edilmiştir. Bu isyan etmeleri ve haddi aşmaları nedeniyledir. Yapmakta oldukları münkerlerden birbirlerini sakındırmıyorlardı, yapmakta oldukları şey ne kötü idi”7

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır; “Allah-u Teala bütün halka, bir kısım insanların yaptıkları (kötülük) münker yüzünden azab etmez. Ancak aralarında kötülüğü görüp ve onu ayıplamazlarsa, nehyetmeye güçleri yettiği halde bunu yapmazlar ise, böyle yaptıkları zaman, Allah hepsini mahveder”8

Bir toplum içinde, ellerinde imkânlar olduğu halde, sırf bazı insanlarla iyi geçinmek, bu insanların tepkilerini çekmemek için veya bazı dünyevi çıkarlar, hesaplar uğruna, münker işleyenleri veya Allah’ın dininin muhtevasını saptırmaya sebep olanları, hak adına batıl söz ve eylemleri icra edenleri eleştirmekten kaçınanlar, “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” den, yani ıslah edici fonksiyon ifa etmekten kaçınanlar, hem kendilerinin hem de tüm toplumun helakına katkıda bulunuyorlar demektir. Bu görev işte bu kadar önemli ve son derece ciddiye alınması gereken, kaçınamayacağımız bir görevdir. Mü’min olmanın en tabi bir sonucu ve çok önemli bir gerekliliğidir. Resulullah (sav) bu görevin önemine ısrarla dikkat çekmektedir;  Abdullah b. Mes’ud’un rivayetine göre de;

“Allah Resulü buyurdu ki9: ‘İsrailoğullarına arız olan ilk hastalık şuydu: Biri haram işleyen bir başkasıyla buluşur ve derdi ki: Ey falan, bu konuda Allah’tan kork ve işlediğin bu haramı terk et, o sana helal değildir. Ertesi gün geldiğinde o kimseyi tekrar o kötü işi işlerken bulur, fakat bu durum onu söz konusu menhiyat sahibiyle yiyip-içmekten, oturup-kalkmaktan alıkoyamazdı. Onlar böyle yapınca da, Allah iyilerin kalbini kötülere benzetti.(kalplerini birbirine çarptı)’ Sonra ‘İsrailoğullarından inkar edenler üzerine Davut ve Meryem oğlu İsa diliyle lanet edildi.’ ayetini okuyup ekledi. ‘Kesinlikle hayır, vallahi ya iyiliği emreder kötülükten sakındırırsınız, zalimin eline basarak onun zulmüne engel olur, haklının hakkını alıp haksızlığa karşı koyarsınız, ya da Allah iyilerinizin kalbini kötülerinize benzetir ve tıpkı onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder.”10

Düşünebiliyor musunuz, “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” yapmak bile yetmiyor? O kişiler işledikleri münkerden vazgeçmedikçe, onlarla birlikte oturmak, yiyip içmek bile yasaklanmaktadır. Çünkü, münkerden vazgeçmeyenle, onun bu halini nehyetmeden kurulacak birliktelik, o bu halini düzeltmediği halde hiçbir sorun yokmuş gibi ve uyarmadan beraber oturup kalkmak, yiyip içmek, dahi ona ve onun işlediği münkere meşruiyet kazandırabilecektir. Bu ise münkerin işlenmesine katkıda bulunmak, meşruiyet kazandırmak, rıza göstermek anlamına gelecektir. Böylece zamanla diğerinin de ona benzemesi, toplumun bozulması ve helakı kaçınılmaz hale gelecektir. Bugün ise, münker ehline daha bir defa bile “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” yapmadan, hoş görerek, rıza göstererek birliktelik kurulmaktadır. Ya da yapılan uyarıya rağmen aynı münkerde direnen, dini tahrif eden çabalarını, İslami kimlik ahlakıyla bağdaşmayan eylem ve söylemlerini ısrarla sürdüren kişi ya da kurumlarla birlikteliklerin sürdürülmesinde hiçbir sakınca görmeyen durumları kanıksayarak yaşamaya başladık. Münker ehlinin durumundan ya rahatsız olunmadan ya da rahatsız olunsa bile, bu rahatsızlık açıkça ifade edilip düzeltmeye zorlama çabası gösterilmeden, bir takım maslahatlar adına idare edilerek beraber olunmaktadır.

“Emr-i Bil Maruf nehy-i anil münker” öncelikle akıdevi ve ahlaki konuları kapsamalıdır.

Emr-i Bil Maruf nehy-i anil münker yapacağımız konuların başında İslami temel ilkeler, sabiteler ve akıdevi konular yer almaktadır. İkinci olarak da vahyin şahidliğini yapmakla mükellef İslami şahsiyetin ahlaki duruşundaki zaaflar, İslami kimlik adı altında oluşturduğu kötü örneklikler, yaptığı haksızlık ve adaletsizlikler gelmektedir.

Dinin sabite ve değişmezleri, akıdemizin esasları, muhkem naslar alanında hiç kimsenin farklı düşünmesi, bu alanlardaki kural ve ölçüleri de farklı anlaması mümkün değildir. Kıyamete kadar geçecek sürede tüm mü’minlerin bu alandaki değişmez değerlere, ölçülere, ilkelere, esaslara teslimiyetinin gerekliliğine ve ancak bu değişmezlere teslimiyetleri sebebiyle de kardeş olduklarına, ümmetin de ancak bu suretle oluşacağına inanmak durumundayız. Aksi takdirde ortak değişmez değerler ve ölçülere teslim olmayanların ne kardeşliği ne de bir ümmet oluşturmaları mümkündür. Bu bakımdan, değişmezlerimiz alanında, muhkem nassların ortaya koyduğu ilke ve ölçüler alanında meydana gelen sapmalar, sabitelerimizi bile oraya buraya çekiştirmeye yönelik söz ve eylemler karşısında emr-i bil maruf nehy-i anil münker yapmak mecburiyetimiz vardır. Dinimizin temel esaslarına aykırı söz, yazı ve eylemleri icra edenlere, hak ile batılı karıştırıp kendi yanlış din anlayışlarına, İslam’a aykırı konumlarına, düşüncelerine, projelerine ve eylemlerine meşruiyet kazandırmak amacı ile Allah’ın dininin temel esas ve ölçülerini çarpıtma gayreti içine girenlere yönelik sözlü ve yazılı ikaz ve uyarıları mutlaka yerine getirmek sorumluluğumuz ve zorunluluğumuz vardır.

Mümin insanların Allah’a teslim olmalarının ve imanlarının kaçınılmaz bir gereği olarak Allah ve Rasulünün verdiği hükümleri aynen kabul etmeleri şarttır. Din konusunda Allah ve Rasulü bir hüküm vazetmiş ise mümin kadın ve erkeklerin bunun dışında bir tercih haklarının bulunmadığı Kuran’ın değişik ayetlerinde açık ve net bir biçimde ortaya konmuştur.11 Allah ve Rasulüne inanıp, şeriatıyla amel etmek maruf, Allah’a şirk koşmak, peygamberi yalanlamak ve nehyettikleriyle amel etmek veya Allah’ın kerih gördüğü veya yapılması hoş olmayan işler ise münkerdir.12 Kur’an ve sünnetin yapılmasını emrettiği şeylerin yapılması gerekir. Ve bunlar maruftur. Kuran ve sünnetin nehyettiği yasakladığı şeylerin de yapılmaması gerekir. Ve bunlar da münkerdir.13 Ayrıca bunlara ilaveten ve nasslara aykırı düşmemek kaydıyla, toplumda hayırlı, adil, doğru, iyi, faydalı, temiz ve değerli olarak bilinen her şey maruf, Kuran ve sünnette yasaklanan, toplumda şer, zulüm, batıl, fâsid ve kötü olarak bilinen her şey de münkerdir.14 “Emr-i bil maruf nehy-i anil münker”; Kuranda ve sünnette üzerinde önemle durulan ve mümin kadın ve erkeklere ısrarla yüklenen son derece ciddi bir yükümlülüktür. Müminler bu yükümlülüğün gereğini, maruf olanı emretmek, münker olandan da nehyetmek suretiyle yerine getirmekle emrolunmuşlardır. İyi, doğru, güzel, hak ve adalete uygun olan, Kuran ve sünnete uygun olan şeyleri emretmek, kötü, yanlış, batıl ve zulümattan olan Kur’an ve sünnetin yasakladığı şeyleri ise nehyetmek müninlerin kaçınılmaz görevlerindendir.

“Emri bil maruf ve nehyi anil münker” gereği bir eleştiriye muhatap olan eğer Müslüman ise “bana neden böyle eleştiri (emr-i bil maruf) yapıyorsun?” deme hakkı asla olamaz. Yapacağı tek şey, eğer maruf konusundaki hatırlatma ya da münker eleştirisi, vahyin ölçülerine mutabık değilse, maruf yada münkerin tespitinde isabet edilememişse, deliliyle ve ilmi olarak bunu ortaya koymaktır. Yoksa bağırıp, çağırmak, hakaret etmek, anlamsız tepkiler göstermek değil. Hele de bu sorumluluğu yerine getirenleri karalayıcı yayınlar yapmak hiç değil. 

Müslümanlar arası eleştiri, Allah rızası için ve dört sebeple yapılmalıdır.

1 . Her şeyden önce bu din Allah katından gelmiş, vahyin oluşturduğu bir din olup, tüm Müslümanların dinidir. Dinimiz yanlış gösterildiğinde, yanlış anlatıldığında ve alakası olmayan hususların İslam’dan olduğu imajına yol açıldığında, mutlaka dinimize sahip çıkmamız, biliyorsak işin doğrusunu, hakikatini, delili ile ortaya koymamız gerekir. Yani kimden gelirse gelsin Allah’ın dinine verilecek herhangi bir zararı gücümüz, bilgimiz, kapasitemiz yettiğince engellemeye çalışmak mecburiyetindeyiz. Bütün gücümüzle, ana kaynağa dayalı sahih bir din anlayışını muhafaza etmek ve gelecek nesillere miras olarak bırakmak için çırpınmalıyız. Hiçbir Müslüman, “Din Allah’ın, Allah dinini korusun” anlayışı ve duyarsızlığıyla hareket ederek, hem din düşmanlarının hem de Allah’ın dinini temsil etme iddiasında olanların, dinimize zarar veren eylem ve söylemlerine sessiz ve seyirci kalamaz, hoş göremez. Eğer hoş göreceksek, müsamaha ile karşılayacaksak, Allah’ın dinine yapılan zulümleri değil, ancak nefsimize, ailemize, kurumlarımıza, ticaretimize, gazetemize, menfaatlerimize yapılan zulümleri, saldırıları, haksızlıkları affedebilir, hoş görebiliriz. Bugün ise maalesef bu durum tam tersine dönmüş olup, Allah’ın dinine kim ne yaparsa yapsın, nereye çekerse çeksin, nereye saptırırsa saptırsın, hoş görmekten yana tavır koyulmakta, nefsimize, kurumumuza, ailemize, malımıza, mülkümüze yapılan saldırılara ise son derece müsamahasız büyük tepkiler gösterilebilmektedir. Halbuki Tevbe 24. ayetde, “babalarımızın, çocuklarımızın, eşlerimizin, aşiretlerimizin, kazandığımız mallarımızın  (oluşturduğumuz kurumlarımızın), fesada uğramasından korktuğumuz ticaretlerimizin, hoşumuza giden evlerimizin, bizlere, Allah’tan (c), Rasulünden (s) ve Allah yolunda cihattan daha sevimli gelmemesi” emredilmiyor muydu? Ne oldu bize de bu güzel ölçüleri unuttuk? Ne oldu bize de uğruna her şeyimizi feda etmemiz gereken dinimizi, dünyanın süsleri ve hesapları uğrunda feda edebilecek sapmalara savrulduk? Neden, hepimiz Abdulmuttalib’in yolunda giderek develerimizi korumak için her türlü riski göze alıyoruz da, Kâbe’nin korunmasını Allah’a havale ediveriyoruz? “Kâbe (din) Allah’ın Allah Kâbe’sini korur, develer bizim biz de develerimizi koruruz” öyle mi? Halbuki vahyin emri ve Abdulmuttalib’in torunu Hz. Muhammed’in (s) sünneti gereğince, biz Allah’ın dininin tahrif edilmesine, yanlış tanıtılmasına, yanlış temsil edilmesine karşı da mücadele etmek ve Kur’an ve sünnete dayalı sahih din anlayışının vahyi ölçülerini ortaya koymak ve savunmakla ilgili sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız.

2 . Eleştiri ve emr-i bil maruf için diğer önemli bir sebep ise, gerçekten samimi merhamet duygularımızla bu tür eylem ve söylem sahiplerinin kendi ahiretlerine zarar vermelerine de engel olmaya çalışmak arzusudur. Evet, herkesin Allah’ın rızasını kazanacak bir yolda olmasını ve herkesin kurtuluşa ermesini arzu etmeliyiz. Bu amaçla, “belki ıslah olmayı tercih ederler, hallerini düzelterek Allah’ı razı edecek bir ahlaka ve hayata yönelirler” umuduyla yanlış yapanlara yanlışını düzeltme fırsatı veren bir merhametle, “emri bil maruf ve nahy-i an’il münker” görevimizin gereği olan uyarılarda bulunmalıyız.

3 . “Emr-i Bil Maruf” sorumluluğumuzu yerine getirmenin hikmeti olarak bizi düşündürmesi gereken üçüncü sebep de, ikaz ve eleştiri mevzuu yaptığımız düşünce ve tavırların sahipleri (ki bunlar genelde toplum içinde önder olan kişi yada kurumlardır ya da yazarlar, aydınlar, ilim adamlarıdır ki, bunlar kendilerinden başkalarını da dönüştürme etkisi yapabilmektedirler), eğer kendi hallerini düzeltmiyor, yanlışlarından dönmüyorlarsa, hiç olmazsa takipçilerinin kurtuluşuna, yanlıştan, münkerden uzaklaşmalarına fırsat hazırlamaktır.

4 . Dördüncüsü ise, Rabbimizin Kuran’da ısrarla emrettiği, Rasulünün hayatında en güzel şekilde örnekleyip bizlere mutlaka yapmamız gereken bir görev olarak yüklediği, “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” görevimizi yerine getirmek suretiyle Allah’ı razı etmek, böylece Yahudilerin düştüğü duruma düşmekten, lanet ve helake muhatap olmaktan sakınmaktır.

Özetle, hayatı kuşatan kulluk sorumluluğumuzu yerine getirerek Allah’ı razı etmek ve insanları yanlışlarını düzeltme imkânına kavuşturmak üzere, bu ıslah sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmek ve bu çabamızı sürekli kılmak zorundayız.

“… Onlardan bir topluluk şöyle diyordu: -Allah’ın helak edeceği ve şiddetli bir ceza ile cezalandıracağı topluma niye öğüt veriyorsunuz? -Rabbinize karşı bir mazeret olsun ve belki sakınırlar! diye cevap verdiler. Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, kötülükten men edenleri kurtarıp, zalimleri fasıklık yapmaları sebebiyle çok kötü bir ceza ile yakaladık.” (Â’raf 163-165)

Bu büyük sorumluğumuzu, öncelikle hesap gününde Rabbimize, görevimizi yapmaya çalıştığımıza dair bir mazeret sunabilmek için ve bir de muhataplarımız belki öğüt alıp sakınırlar umuduyla mutlaka yerine getirmeye çalışmalıyız.

Vakit Gazetesine karşı sorumluluğumuz da, eleştirilerimiz de bu çerçevede değerlendirilmelidir.

“Emr-i bi’l maruf ve nahy-i anil münker” sorumluluğu ve bu bağlamda vahyi ölçülerle eleştiri ahlakının terk edildiği, kimsenin eleştirilmeye tahammül edemediği ve bu sebeple de çoğu insanların eleştiri yapmaktan çekindikleri, hatta yanlışlıkları yapanları düzeltme yolu açık olmadığı için küsüp kenara çekildikleri, bu yüzden yanlışlıkların, haksızlıkların, ahlaksızlıkların, gayri İslamiliklerin, adaletsizliklerin birikerek devam ettiği ve sonuçta bütün Müslümanları ve onlar üzerinden de İslam’ı yaralayacak noktalara geldiği çok çarpıcı ve ürkütücü bir vakıadır. Bu sebeple, yanlışlıkları açıkça eleştiren insanları, hakaret ve açık bir zulüm yapmadıkları sürece, bu eleştirileri birilerine ağır da gelse, susturmamak, eleştirmekten caydırıcı tepkiler vermemek, eleştirinin önünü açık tutmak son derece önemli bir sorumluluktur. Ve eleştirilerin önünün açık olması bütün Müslümanlar topluluğu için çok önemli iken, eleştiriye muhatap olanlar için ise çok daha fazla önemli, gerekli ve büyük bir ihtiyaçtır.

Selahaddin Eş kardeşimizin Vakit’ten ayrılmak zorunda bırakılması sebebiyle yapılan yorumları okuduğumda benim çıkardığım sonuç şudur; genelde bu yorumlar, Vakit Gazetesinin yayın çizgisi ve köşe yazarlarının genel tutumu hakkında yıllar boyu oluşan olumsuz birikimin ve kamuoyuna yansımayan sorgulama ve eleştirilerin, Rıdvan Kaya kardeşimizin altını çizdiği duyarlılıkla kamuoyuna yansıtılmayıp ertelenen rahatsızlıkların, bardağı taşırma fonksiyonu gören son olaylar sonucunda, Vakit yönetimini uyarmak amacıyla artık kamuoyuna açık bir biçimde ortaya konmaya başlandığını gösteriyor. Çünkü bildiğim kadarıyla bu tür uyarılar zaman zaman Vakit yönetimine ulaştırıldığı halde pek kale alınmadan devam edildiği için bu noktaya gelindi. İşte belki de bu sebeple, Vakit okuyucuları da, yıllardır “yıpratmayalım” ya da “yerine koyacak alternatifimiz yok” duyarlılığıyla eleştirileri erteleyerek bugün ulaşılan yozlaşmanın sebebi olduklarını düşünerek, geç kalmış olmanın telaşıyla ve bu eleştiriler yapılmadığı süreçte kendiliğinden düzeltme çabası gösterilmemiş olmasına da tepkiyle bugünkü yoğun eleştirileri ortaya koyuyor olabilirler. Diğer yandan, kamuoyu önünde yapılmayan yumuşak eleştirilerin kaale alınmaması sonucunda gelinen noktanın vahameti karşısında, destekledikleri gazetenin artık kendisine çeki düzen vermesi zamanının çoktan geçtiğini düşünerek bu tür yorumları açıktan ve biraz da sert olarak algılanabilecek bir netlikte yapıyor olabilirler.

İşte bu sebeple, zaten aynı duyarlılıkla eleştiriler yıllardır ertelendiği için bugünkü konumlara gelinmesine yol açılmış olduğu da dikkate alınarak, bir vesileyle ortaya çıkan, Vakit’e yönelik eleştirileri anlama ve ders alma çabası öne çıkarılmalıdır. Zaten zoraki ortaya çıkan eleştirileri, Rıdvan kardeşimin ifadesiyle “içte biriktirilen öfkeyi en şedit bir biçimde sergilemek” olarak mahkûm edip, zaten son derece zayıf olan “emr-i bil maruf nehy-i anil münker” sorumluluğunu yerine getirme, kendi camiasında yaşanan yanlışları eleştirme cesaretini tamamen kırıcı bir sonuca yol açmaktan da kaçınılmalıdır. Rıdvan kardeşimizin Üzmez olayıyla ilgili yazısı, aslında onun da bu tür eleştirileri öteden beri yapabilen bir duyarlılığı taşıdığını ortaya koymaya yeterlidir. Aslında son yazısında da eleştiriden yana olduğunu ve kendisinin de bunu sürekli yaptığını vurgulamaktadır. Bu sebeple inanıyorum ki Rıdvan kardeşim, haklı olan eleştirilerde dozu kaçırarak, ıslah etmek yerine, daha kötü bir gidişe yol açılabilir endişesiyle bu uyarıyı yapmıştır. Ancak buna rağmen, eleştirilerde hikmetli bir üslup istemek ne kadar haklı ve doğruysa, haksızlığa uğrayanların ve müntesibi oldukları dinin sahih algısına zarar veren yayınlardan rahatsız olanların yaptıkları eleştirilerin üslubu ve arka planından daha çok, eleştiri konularının ne olduğu ve haklı olup olmadığı öne çıkarılarak, ders almaya yönelinmesi de en az o kadar gerekli, akıllıca ve doğru bir davranış olur.

Bu bağlamda, Vakit Gazetesi, bu sitedeki eleştirel yorumlar hakkında da, bir grup Müslüman bayanın eleştirilerini bastırabilmek için özellikle Ankara temsilcisi vasıtasıyla yaptığı agresif, suçlayıcı, karalayıcı üslubu tercih etmek, yeni haksızlıkların, hukuksuzlukların altına imza atmak yerine, yapılan eleştirilerden kendine dersler çıkarmaya ve halini gözden geçirmeye yönelmelidir. Haksöz-Haber’de zikredilen bütün yorumları ve başka yerlerde çıkan tüm eleştirileri topluca önüne koyup, aklıselimi, önyargısız anlama çabasını ve adaleti öne geçirerek, İslami ölçüleri belirleyici kılarak, dünya ve ahrette iyiliğe ulaşabilmek amacıyla ders çıkartmaya ve Allah için halini sorgulayıp ıslah etmeye çalışmalıdır. Makul olan da, adil olan da, İslami olan da, ıslah edici sonuca yol açacak olan da ancak bu mutedil yaklaşımdır diye düşünüyorum.

Allah izin verirse bundan sonraki yazımda inşallah, Vakit gazetesine yönelik eleştirileri ve Vakit’in hukukunu savunmak adına yapılan karşı eleştirileri daha somut bir biçimde ele alıp değerlendirmeye ve böylece hem Vakit Gazetesi yönetimine ve okuyucusuna, hem de genel olarak İslami camiaya bu konudaki tespit ve yaklaşımımı aktararak eleştiri sorumluluğumu, âdil şahitlik görevimi yerine getirmeye çalışacağım. Bu konuda bazı şeyleri bilen ve izleyen bir Müslüman olarak, hakikatin ortaya çıkmasına, yanlışların ölçülü bir biçimde tartışılıp düzeltilmesine katkıda bulunmam gerektiğini İslami sorumluluğum olarak gördüğüm için bu yazıları yazmak zorunda kaldığımı da ifade etmek istiyorum. Allah hepimizin yardımcısı olsun ve hepimizi doğru olan istikamette buluştursun. Rabbimiz hepimize gerçekten adil şahitler olmayı, birbirimize karşı, eleştiri de dahil tüm ilişkilerimizde, rızasına ve vahiyle belirlediği ölçülere uygun davranmayı ve ortaya koyacağımız tutum ve davranışlarımızda Kur’an’ın ahlakını kuşanmakta isabet kaydetmeyi nasip etsin.

Bu vesileyle, bütün okuyucu kardeşlerimin ve tüm Müslümanların Kurban Bayramlarını tebrik ediyor, sağlık ve iyilikler diliyorum. Rabbimiz, rızası için en sevdiklerimizi yoluna adayabilme, kurban edebilme iradesini, nefsani arzu ve isteklerimizi “Kur’an’la cihad” yolunda feda edebilme bilincini hepimize nasip etsin.

 

Dipnotlar:

1-           Lokman 17

2-           Tevbe 71

3-           Âl-i İmran 104

4-           Âl-i İmran 110

5-           Hacc 41

6-           Et-tirmizi, Birr 15

7-           Maide 78-79

8-           Mevdudi, İslami kavramlar, pınar y., 2.baskı, sayfa 99

9-           Ebu Davud, melahim17, tirmizi, tefsir, s.sure, hadis.5,6

10-         Ebu Davut, Melahim, 17 (4336-4337); Tirmizi, Tefsir, 5 (3047-3048); İbn Mace, İman, 47 (199,200)

11-         Ahzab 36

12-         Yard. Doç. Dr. Ömer Dumlu , Kuran-ı kerimde maruf ve münker, Ravza yay. Sayfa34

13-         İzzet derveze, et-tefsirul hadis, vıı 137

14-         İzzet Derveze, age,