15 Haziran 1826'da, At Meydanı'ndaki Yeniçeri Ortaları topa tutulduktan ve Yeniçeri Ocağı lağvedildikten sonra, ülke çapında Yeniçeri avı başladı. Tarih kitaplarındaki gravürlerde görülür: Yeniçeri kıyafetleri farklıdır. Hafif piyade birlikleri olarak görev yapan bu askerlerin başlarındaki uzun keçe külah, alamet-i farikalarıydı.
Savaşlarda düşmanlar özellikle bu külahların bulunduğu yere yaklaşmaya korkardı. Altlarına ise ağı şalvar gibi olmakla beraber sadece dizlerin üstüne kadar gelen kısa şort giyerlerdi. Vaka-i Hayriye'de (Hayırlı olay) 6 bin Yeniçeri'nin öldürüldüğü, 20 bininin de sürüldüğü rivayet edilir. Bu tarihten sonra ülke çapında 'baldırı yanık' avı başlamıştır. 'Baldırı yanık' olmak, kısa şortlarından dolayı güneşte kararan baldırları yüzünden Yeniçeri Ocağı'na mensup olmak demekti.
163 muvazzaf ve emekli subayın, Balyoz davası kapsamında tutuklanması, bir 'baldırı yanık' avı değil. Türkiye bir hukuk devleti ve hukuk içinde kalarak eşkıya yöntemlerini tasfiye ediyor. Tarih tekerrür etmiyor. Sadece önümüze, tecrübe edildiği için çok sağlam duran ölçüler koyuyor.
Yeniçerilerin Kabakçı Mustafa önderliğinde 1808'de ayaklanmasının faturası çok ağır olmuştu. 1808'den Vaka-i Hayriye'ye kadar geçen 18 yıl boyunca, Osmanlı Devleti hızla değişen dünyanın dışında kaldı. 1815'te Napolyon'un Waterloo'da yenilmesinin ardından 'Avrupa uyumu' adıyla yeni bir düzen kuruldu. Osmanlı Devleti, Yeniçeri belasından dolayı, çok milletli imparatorlukları ihya eden bu düzene, davet edilmesine rağmen dâhil olamadı. Bedelini de Yunan bağımsızlığı ile ödedi. Arkasından sorunlar peş peşe geldi. Bu sefer Mora isyanını bastırmaya gönderilen Mısır valisi devlete başkaldırdı. Kara ordusu imha edildi. Donanma, Hain Ahmet Paşa eliyle İskenderiye'de Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya teslim edildi. Koskoca Devlet-i Alîyye, isyan eden valisiyle baş edebilmek için, önce 'denize düşen yılana sarılır' diyerek Rusya'ya, sonra da İngilizlere ve Fransızlara boyun eğdi. Uzun 19. asır boyunca devletin gösterdiği zafiyetlerin temelinde, Yeniçeri'nin serkeşliği ve yönetimi rehin alması yatar. Devlet, kendi çıkarlarını devletin önüne yerleştiren Yeniçerilerin yaptıklarından çok zarar görmüştür.
Türkiye'de bundan yedi sene önce, iddia edildiği gibi bir Kabakçı Mustafa vakasının patlak verdiğini farz edelim. Yani Balyoz, sadece planlanmakla kalmasaydı, üstüne icra edilseydi? Şu sorunun dehşeti karşısında bu ülkeyi seven herkesin, başta askerlerin titremesi gerekmez mi? Soru basit: Türkiye bugün nerede olurdu? Mısır, şu perişan haliyle bile bizden daha ileride olmaz mıydı? İstiklâl Harbi devam ederken aynı üniformayı taşıyan iki cins adam vardı. Biri elinde silah, aç-bîilaç Yunan'a karşı vatanını müdafaa edenler, diğeri dağlarda eşkıyalık yapan asker kaçaklarıydı. Dünya-âlem çıkarları peşinde türlü tezgâhlar kurup kıyasıya savaşırken, darbeciliğin dağdaki asker kaçağı gibi eşkıyalık peşinde olmaktan ne farkı var?
2004 yılında bir darbe olsaydı, bugün Türkiye gerçekten ne durumda olurdu?
Milli hasılamız ne miktarlarda seyrederdi? Büyüme hızımız ne olurdu? Bugün olduğu gibi sözümüz dinlenir, ağırlığımız dikkate alınır mıydı? Bölge ülkeleri Türkiye'yi model alarak, bizim etrafımızda bir toparlanma içine girer miydi? Kürt sorunu nereye varırdı? Türkiye'nin güvenliğinde hangi zafiyetlerle boğuşur olurduk? Hepsinin özeti: Yıkılıp yeniden kurulan dünyada kendimize bir yer bulabilir miydik? 1808'den sonra kaçırdığımız fırsatların birkaç misli elimizden kayıp gitmez miydi?
Bu soruların cevabını önce, bu vatanı koruma yemini etmiş olan askerler versin. Üniforma herkesin üzerinde aynı durmaz. Birilerinin ruhunda baldırı yanıklık varsa, Yeniçeri ruhunu mezara gömmekten başka çare yok demektir.
Hiçbirimiz 'baldırı yanık' avına çıkmadık. Eminim ki, 2004'te darbe planladığı iddia edilenler bile, bugün 'bu ülkeyi Allah korumuş' fikrindedir. Dün onlara doğru gelenin bugün ne kadar yanlış olduğunu dünyadaki değişim tane tane, göstere göstere hepimize anlatmıyor mu?
Tarih tekerrür etmez. Önümüzde duran ne bir Vaka-i Hayriye, ne de kimse 'baldırı çıplak' avında.
ZAMAN