‘Vahy’in ‘Mutlak Doğru’ları; Sahi, Demokrasiyle ve Nasıl?

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

secakirgil@yahoo.com

Konumuzla direkt ilgisi olduğundan, Kur’an-ı Kerîm’de, (Ra’d S. 11’de), sosyal değişimin aslî kanunu olarak, ‘Bir halk kendi hâlini değiştirmedikçe, Allah onların hâlini değiştirmez...’ ve (Enfal- 42’de) de ‘Felâh bulan (kurtulan) da bilerek, helâk (mahv) olan da bilerek helâk olsun...’ ölçülerini hatırlayalım. Ayrıca (Şûrâ-38’deki), ‘Müslümanlar, işlerini, aralarında şûra/istişare/meşveret ile görürler...’ meâlindeki ölçüyü de...

***

Özellikle son 100 yıldır dünyada kutsal bir kelime gibi telaffuz edilen bir kavram var: Demokrasi...

Önce hatırlayalım ki, antik Yunan’da Atina site devletinde, doğrudan demokrasi uygulaması vardı. Ama, sadece ‘hürr’ kabul edilen Atinalılar arasında, direkt/doğrudan oylama ile alınırdı, yönetim kararları... Ama, antik Atina’da, 16 bin kadar hürr insan varken, 250 bin kadar köle bulunuyordu ve onlar tabiatiyle, oy kullanamıyorlardı.

Yani, özünde hürr ve köle insan anlayışı üzerine kurulu bir sistemdi, antik Yunan’daki demokrasi...

***

Son 100 yılı aşkın zamandır ise, büyük kitlelerin temsilcilerini seçerek iradelerini ortaya koymalarına imkân tanıyan bir ‘temsilî demokrasi’ anlayışı gelişti ve elbette, antik Yunan’daki anlayışın bazı tarafları törpülendi.

Elbette, demokrasi, diktatörlüklerden, insanları doğuştan ‘lider’ kabul ettiren, birilerini de başeğmeye zorlayan saltanat sistemlerinden iyidir. Ancak, gelişmiş bir demokrasiye sahib olduğu söylenen İngiltere’de, 90. yaş günü görkemli resmî törenlerle kutlanan Kraliçe 2. Elisabeth, saltanattaki 60. yılını geride bıraktı.

Keza, üç çeyrek yüzyıl dünyayı derinden meşgul eden komünist diktatörlük sistemleriyle yönetilen ülkelerin hemen herbirisi de kendilerini dünyaya, isimlerindeki ‘demokratik halk cumhuriyeti’ terkibiyle sunuyorlardı.

***

1979 yılı başında İran’da gerçekleşen büyük inkılab hareketinin lideri İmam Khomeynî de, ilk başbakanlığa getirdiği Mehdî Bazergân ve çevresinin dile getirdiği, ‘Yeni rejimin ismi, ‘Demokratik İslâm Cumhuriyeti olsun.’ şeklindeki isteklerine, ‘Biz Cumhuriyet’i İslâm’la sınırlandırıp, İslâm Cumhuriyeti diyoruz; siz ise, İslâm Cumhuriyeti’ni demokrasi ile sınırlandırmaya kalkışıyorsunuz...’ diye karşı çıkıyordu. Çünkü, ‘bir mükemmel bütün’ olarak kabul edilen İslâm’a dışardan bir şey eklenmesi, onun bütünlüğünü zedelerdi.

Çünkü, ‘halk filanca İslâmî hükümlerin uygulamaya konulmasını istemiyor.’ gibi iddiaların ortaya çıkması ihtimali, teorik olarak daima vardır. Ve, ayrıca demokrasi, ‘Değişmeyecek hiçbir irade ve hüküm olamaz, vazgeçilemez tek aslî ölçü, her şeyin değişken olduğudur.’ temeli üzerine kurulur.

***

Yine hatırlayalım ki, ‘laisizm, faşizm, komünizm, kemalizm’ vs. gibi ideolojilerden ayrı olarak, ‘ilahî vahye dayalı dinler’ de kendi inananlarına, asla değiştirilemeyecek ‘mutlak, kesin doğru’ ölçüler verir. Bu açıdan demokrasi ile ‘ilahî vahye dayalı dinler’in temel zıdlaşmasının başında bu nokta gelir. Ve sadece İslâm değil, hristiyanlık ve yahudilik de özü itibariyle, ‘mutlak doğru’ ölçülere dayandığından, demokrasi ile asla bağdaşmazlar.

***

Böyleyken, Nazif Gürdoğan Hoca’nın Yeni Şafak’ta 17 Mayıs günü dile getirdiği,

‘(...) Üç kitaplı dinin önde gelen bilgin ve bilgelerinin, Yirmi birinci yüzyılda en büyük görevleri (...) kutsal kitaplardaki demokrasiyi bulmaktır. Çünkü kutsal kitaplar yeryüzünden gökyüzüne çekildi ve demokratik kültür can damarlarını yitirdi. Dinler demokrasilerin hayat kaynaklarıdır. Demokrasiler, dinlerle yaşar. (...) Demokratik kurallar, din ile dünya arasına girmez..’ gibi ifadeleri nasıl anlamak gerektiği konusunda, doğrusu zorlandım. Çünkü, demokrasi, ‘mutlak/kesin doğru’ diye bir ölçü kabul etmez ve vahye dayalı dinler ise, ‘mutlak doğru’lar bildirir inananlarına...

Star