Yıldırım Türker, karşı olduğunu ileri sürer...
Çocukluk günlerimizde pek moda idi beyaz adamın Afrika maceraları... Beyaz, daima efendidir, zencinin hitap dilinde sahip idi. Afrikalı ya da Uzak Asyalılar da, köle...
Vahşiler tamtam ile doğuyor ve yine aynı müziğin bu kez de ritmi hüzünlü tıkırtılarıyla yerine yerleştiriliyor...
Mozart ‘sahib’lerin, Üçüncü Selim, Orhan Gencebay, Muzaffer Sarısözen de ‘kölelerin’ kompozitör ve yorumcuları...
Türkiye’nin ‘Kurucu sahib’leri kölelik, uşaklık ve vahşilik çağlarının musikisini yasaklayarak yerine mekteplerde Mozartizmi egemen kılmak istedi. Nitekim beybabamız Süleyman Demirel cenabları devletbaşkanlığı deruhte ettiği demlerde, ‘İşte’ diye haykırmıştı, ‘Çağdaş Türkiye’...
Çünkü, Beethoven çalınmış, anılmış ve alkışlanmıştı tüm sahib’ler tarafından elbirliğiyle...
Devir balans ayarı devri idi, brifinglere katılmamak için sıkılık gerekiyordu... Bu kulvarda da nedret devrini yaşıyordu memleket...
•
Çağdaş Türkiye’yi falan bir kenara koyalım da, işin aslına gelelim...
Türkiye tipik bir azgelişmiş memleket. Azgelişmişliğin iki temel ayırgacı bulunuyor. Birisi gerilik... Gerilik de gelişmemişliğin sebebi. Kültür bakımından gerilik, iktisadi zeminde de yetersizliğine sebep oluyor, memleketin... Anglo sakson beyazlar ve dahi Protestanlar kalkınıp gelişmeye daha uygun ve ehil olduklarından ‘sahiblik’ de onların hakkı oluyor. Müslümanlar ile Hindu ve diğer Şark dinlerine mensup olanların, kültür alanındaki yetersizlikleri onları her yönden gelişmemişliğe çiviliyor....
Bir diğer sebep, azgelişmişlerin bu formasyonları kalkınma yolculuğunda geç kalmaları... Atı alanların Üsküdar’ı geçtiği bir ortamda, yaya kalanların kalkınma yolundaki tüm çabaları sonuçsuz kalmaya mahkum...
Dokuzuncu Senfoni’nin Sahib müziği olduğunu bildiği içindir ki Süleyman bey, haykırmıştır avazı çıktığı kadar ‘İşte Çağdaş Türkiye’...
Bir taşla iki kuş vuruldu bu haykırışla...
Birisi, Türkiye’nin Sahib’lik iddiasına kulak tıkayan dıştakiler, ne haber dercesine nanik yapılarak protesto edilmiş, diğer taşla da 28 Şubat’a anlamlı bir onay çekilmiş...
•
Beyaz adam’a hitabı sahib olan Afrikalı, Afrikalılığıyla iftihar eylediğinden olsa gerek, Sahibinin kompozitör ve enstrümanlarına itibar etmiyor... Elindeki vurgulu tam tam levazımatı, kendisi için yetiyor da artıyor...
Fakir, yoksul ve beyazın nezdinde köle olarak yaşıyorsa da Afrikalı, kendi kulvarında hür ve bağımsız...
Şimdinin bizlerine hiç benzemiyor...
•
İyi kötü Osmanlı günlerinin serdinde bizim de, sahib’e ittiba, saygı ve riayet geleneğimiz vardı ya, Tanrı Uludur ile, çok sesli müziğe, bu gerilikten ve kölelikten kurtulmak amacıyla geçildi... Tutmayınca da, Allahu Ekber le birlikte Hacı Arif Bey’ler ve Rakım Elkutlu’lar da, üzerlerine atılan toprak yığınlarının altından kurtarıldılar...
•
Her ne kadar Vakit paçavrası diyerek bizleri aşşağılamaya yeltenirken nezaket zarafet yoksunluğunu sergilese de, yetenekleri itibariyle anlayabilmekte hiç de zorluk çekmeyeceğini sandığımız Yıldırım Türker’e anlatmak istediğimiz, Vahşilerin de bir müziğinin var olduğudur...
Amma mozaik bir toplum formasyonuna sahip olduğumuz için biz vahşiler şahsen, isteyenin sahiblik iddiasına saygı duymaktan kaçınmıyor ve herkesin kendi sepetini kendi koluna takmasının hem haklar ve hürriyetler manzumesinde iyi bir şey, hem de eğlenceli bir iş olacağına hemen hemen iman etmiş bulunuyoruz...
İsteyen Mozart’ı yorumlayanları alkışlarıyla kutlayarak tebriklesin, isteyen de Kanal 7’nin Küstüm’leriyle cuş eylesin...
Amma bana sorarsanız Kumkapı ve Samatya’lar ve yanlarında Çiçek pazarlarıyla Tarabya’lar, haydi Bursalıyı da düşünelim, Arap Şükrü sokakları var iken, Topkapı Sarayı avlularına uzanmanın alemi nedir?..
İdil Biret göbek havası mı dinletti?.. Ayla Erduran Ayılana limon balı bayılana gazoz havasından mı gidecekti?.. Orkestralarının eşliğinde Mozart’ları yorumladılar...
Vahşilerin hassasiyeti, şarabın tavernadan dışarıya taşırılmasına, demokrasilerde kişiler şişelerine kendine özgü mekanlarında yapışırlar...
Mekanların kutsallığı yok deniliyor. Meclis Binası niye bir anfi tiyatro olarak hizmet görmesin... Ortada bir platform ve üzerinde de dünya çapında şöhretlerimiz...
Aryalarıyla, pasadobleleriyle ve karciğar köçekçeleriyle...
Mesela, dünya çapında yetenekli sanatkar seçimiyle reklam aralı program üzerine programlar düzenleyen son günlerin ATV’si, küçücük küçücük on yaşlarındaki sabi sübyanları niye orada yarıştırmıyor?..
Seni ayıpladım, hem de çok mu çok, Yıldırım Türker...
VAKİT