Vahşice Yayılma Siyasetinin Bedeli: İstibdat ve Yoksulluk

Hakan Albayrak, İran’daki olayları değerlendirdiği yazısında Ortadoğu’da izlenen vahşice yayılma siyaseti ve bunun iç ve dış siyasette İran halkının aleyhine yol açtığı sonuçlara dikkatleri çekiyor.

Hakan Albayrak’ın Karar’da yayımlanan yazısı (25 Kasım 2019) şöyle:

Hem İstibdat Hem Yoksulluk

Ne demişti Tahran Milletvekili Ali Rıza Zekai, İran destekli Husi milisleri Yemen’in başkenti Sana’ya girerken:

“Üç Arap ülkesi bugün İran’ın elinde ve İslam devrimine bağlı. Sana, İran devrimine katılma yolundaki dördüncü Arap başkenti oldu.”

Bu konuşmanın üzerinden beş sene geçti; ama İran söz konusu ülkeleri / başkentleri kendine bağlamanın hayrını görmedi ve göreceğe benzemiyor.

Bu ülkelerin halkları da “İran’ın elinde” olmanın hayrını görmediler ve göreceğe benzemiyorlar.

Nasıl görsünler?

Suriye’deki İran siyaseti, amansız bir diktatörlüğün yüzbinlerce insanın öldürülmesi ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesi pahasına korunmasından ibaret…

Yemen’deki İran siyaseti, mezhep faşizmini ayyuka çıkarmaktan ibaret…

Bu iki ülke, Ali Rıza Zekai o konuşmayı yapalı beri adeta yerle bir oldu.

“İran’ın elinde”ki diğer iki ülke, Irak ve Lübnan da kargaşa içinde; sokaklar ‘İran defol!’ diye haykıran kalabalıklarla dolup taşıyor.

***

Yayılma siyasetinin gerekçesi: “İran İslam Cumhuriyeti”ne kasteden şer güçlere karşı bir set oluşturmak, onları söz konusu ülkelerde oyalayarak cephenin İran’a taşınmasını engellemek.

Kulağa gayet ‘reel politik’ geliyor; ama o ülkelerdeki sonu gelmez operasyonların yüksek maliyetini taşıyamayan İran halkının tahammül gücünü daha fazla test etmemek de ‘reel politik’in konusu olmalı değil mi?

Üstelik İran halkının hatırı sayılır bir kısmının rejime karşı derin bir husumet beslediği ve onun bekasına metelik vermediği de ortada iken.

Her protesto dalgası devletin kanlı müdahalesiyle bastırıldığı halde tekrar tekrar protestolara tevessül eden İranlılar bir gün en korkunç müdahalelerin bile kâr etmeyeceği bir şiddetle patlarsa ne olacak?

2009’da protestocular Muhammed Hatemi (Eski Cumhurbaşkanı), Mir Hüseyin Musavi (Eski Başbakan) ve Mehdi Kerrubi (Eski Meclis Başkanı) gibi “inkılabi” siyasetçilerin posterlerini taşıyarak, mevcut sistem dahilinde bir çözüm aradıklarını ortaya koyuyorlardı; geçen seneki ve halihazırdaki protestolarda ise Humeyni ve Hamaney’in posterlerinin yakıldığına, yani ‘rejimin köküne kibrit suyu’ eğiliminin sergilendiğine şahit oluyoruz.

Bu eğilimin sergilenmesi şimdilik istisna olarak kalabilir; ama İran’ı bilen herkesin bildiği gibi, potansiyel bakımdan hiç de marjinal kalmayan bir eğilimden söz ediyoruz.

Rejim, demir yumruk siyasetinden vazgeçip, halk ile devletin arasındaki duvarlar yıkılsın ve cumhuriyet olmanın gereği yerine getirilsin diye çırpınan ıslahatçı (reformist) siyasetçilerin ensesinde boza pişirmeyi bıraksa, “İslam Cumhuriyeti”ni koruma amacına hizmet ettiğini ileri sürdüğü vahşice yayılma siyasetinin aslında bunun tam tersine hizmet ettiğini görüp bu siyasetini de ıslah etse, ABD öncülüğündeki uluslararası ambargonun etkileri şimdiki kadar feci olmayacak ve halkın bunlara tepkileri de şimdiki kadar sert olmayacaktır.

Ortalama vatandaş için, geçim sıkıntısı olmasa belki istibdat bir nebze çekilebilir, istibdat olmasa belki geçim sıkıntısı bir nebze çekilebilir; ama hem istibdat hem geçim sıkıntısı olunca, bombanın patlaması an meselesi oluyor.

***

Geçim sıkıntısı deyince…

İran hükümeti, ülke çapında protestolara yol açan benzin zammından elde edilen gelirin 18 milyon yoksul aileye dağıtılacağını açıkladı.

Tekrar: 18 MİLYON YOKSUL AİLE.

İran’ın nüfusu 82 milyon; aileler ortalama üç kişiden oluşuyorsa 54 milyon kişi eder, toplam nüfusun neredeyse üçte ikisi.

Felaket.

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye