Vahşete alışmayalım, katliamın normalleşmesine izin vermeyelim!

Gökhan Özcan, Gazze'de yaşanan zulmün normalleşmemesi için farkındalık çabalarını artırma davetinde bulunuyor.

Gökhan Özcan / Yeni Şafak

Acılara alışıyor muyuz?

Gazze’de, insanlık tarihinin en gözler önünde işlenen cinayetlerinin, en seyirliğe dönüşmüş şiddetinin, en büyük masumiyet katlinin ve bütün bu cürümleri sırıtarak gerçekleştiren en arsız katillerinin görüntü-lerine şahit oluyoruz. Acı sınırlarının berhava edildiği ilk günden bugüne hepimize asırlar gibi gelen çok uzun zamanlar geçti. Aylardır hemen her günü, belki de gözlerimizi açık tutmakta en çok zorlanacağımız şeylerle; parçalanmış, bir yerleri eksik kalmış çocuk cesetleri, yavrusunun cansız bedenine sarılıp gözyaşlarını sessizliğin derin, dipsiz kuyularına akıtan anneler ve yavrularına sahip çıkamamanın derin kırılmışlığını yüzünün haritasına ekleyen kederli yetişkinlerle birlikte yaşıyoruz.

Ne oluyor, bizler de onlarla birlikte parçalanıyor muyuz? Yoksa giderek bu derin acılara alışıyor muyuz? Net bir cevabı yok biliyorum bu sorunun. Her şey o kadar anı anına yaşanıyor ki, her acı o kadar taze, o kadar yakıcı ki bu acılara asla alışamayacakmışız gibi geliyor olmalı bir çoğumuza. Ama derinlerde durum nasıl? İçimizde neler oluyor?

Hayata bir şekilde tutunmaya devam ediyoruz. Kimimiz belki de olması gerekenden daha da sıkı tutunuyoruz şimdi! Kendimizi sık sık bakacak başka bir yer, düşünecek başka şeyler, tabiri caizse kaçacak delikler arar halde yakalıyoruz. Ateşin ortasında olmayan herkes için böyle bu biraz. Tabiatımız böyle, çelişkilerle doluyuz. İçimizde bu acılara asla alışmamayı, bu kötülükleri asla unutmamayı telkin eden ‘şey’le, sessizce başka yere bakmaya teşvik eden ‘şey’ birlikte yaşıyor. Bu yakıcı ikilemle ‘insan’ca başa çıkabildiğimiz ölçüde ‘iyilik zemini’nde kalabiliyor, kendimizi bizi içine çeken girdaplardan uzakta tutabiliyoruz.

Bu taşınması zor kederlerden kaytarmaya çağıran unutkanlıklara teslim etmek ne kadar çürütecekse insanlığımızı; aynı nispette, bu ağır yükün altında çözülüp kalmak, ayakta duramamak, her türlü haddin aşıldığı bu vahşice zulme karşı mazlumun sesi olmaktan geri durmak da bir o kadar yıkacak insaf kalelerimizi.

Şimdi her gevşediğimizde bize kendini hatırlatıyor zulüm; ya toz duman ortadan kalktığında ne olacak? Bizi zalimler karşısında böyle çaresiz bırakan umursamazlık süreçlerimize geri mi döneceğiz aceleci adımlarla hemen? Çoğu zaman yaptığımız gibi, ağır bombalara göğsünü açık tutarak direnen bu yiğitçe ve gözü pek mücadeleyi bedelsizce destanlaştıracak, hamasete boğacak, yüksek sesle, afili ifadelerle nutuklaştıracak, üzerinde düşünmekten, zayıflıklarımızı giderecek hal çarelerine yönelmekten, yani üstümüzde var olan sorumluluğun gereklerini yapmaktan geri mi duracağız yine? Kolayca bu asla olmayacak demeyelim! Bu kaygıyı haklı çıkaracak potansiyel var içimizde. Hem daha önce defalarca tecrübe de ettik bu türden birçok nisyanı. Hafızamız, zayıflıklarımız karşısında çok da dirençli olamayabiliyor ne yazık ki!

Peki ne yapacağız?

Düşüp kalmamalıyız ama unutmamalıyız aynı zamanda. Bunun Müslümanca bir muhakemesini yapacak bir şuura erişmeliyiz ve insanca bir dengesini bulmalıyız. Acılara alışmamalı ama acıları cerbezeli birer afyona dönüştürerek kendimizi uyuşturmaktan da kaçınmalıyız.

Nasıl olacak bu?

Aslında cevap kolay; bizi ‘insan’ kılan her şeyin içinde kalarak… Tıpkı Gazzeliler gibi… Söylemesi kolay ama bu cevaptan bir hayat çıkarmak bizim için Gazzeliler kadar kolay değil! Çünkü insanda kalmak konusundaki dirayetimiz atılan sessiz, derin, sinsi bombalarla Gazze şehrinden çok daha fazla tarumar edilmiş durumda. Yıkılanı onarmaya başlamak için bu ibretlerle dolu dersten derde deva bir kararlılık çıkarabilecek miyiz?

Yaşayanlar bunu görecek!

Yorum Analiz Haberleri

İran kendi ipini çekiyor…
Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...
Mimaride insani saiklerin yerini; kârlılık ve verimlilik aldı...
Siyonist çeteye karşı direnişle geçen bir yıl...
“Devrimci zihniyet ahlâkını kaybederse her şeyini kaybeder”