Eğitimci Sabri Üre şunları söyledi;
Zihniyet; toplumun dini, ahlaki, ekonomik, sosyal ve siyasal şartların bileşkesinden oluşan ve insanın insan, toplum ve tabiata karşı genel bir bakış açısıdır. Zihniyet; bir yaşam tarzıdır, değer hükümleri, tercih ve eğilimler toplamıdır.
Bütün dünya görüşleri, düşünce tarzları, sosyal ve kültürel oluşumlar belli bir zihniyetin dışa yansımasıdır. O bakımdan hiçbir düşünce ve görüş dayandığı zihniyetten ayrı olarak pratiğe yansıtıldığında, bağlı olduğu zihniyette verdiği sonucu vermez. Zira ona hayat veren şey dayandığı zihniyettir.
Günlük yaşantınızda zihniyetinizi ortaya koyan birçok ipucu bulunmaktadır. Giyiminiz, konuşma tarzınız, oturuşunuz, kalkışınız, diğer insanlarla ilişkileriniz, selamlaşmanız, olayları değerlendirmedeki referanslarınız, okuduğunuz gazete, seyrettiğiniz televizyon kanalı ve programı, nasıl bir zihniyete sahip olduğunuz konusunda birtakım ipuçları vermektedir.
Bir bayan giyinirken kişilik, kimlik ve inandığı değerlerini mi dikkate alıyor, yoksa dişilik ve tensel görüntüsünü mü dikkate alarak giyiniyor? Giyimine bakarak hangi zihniyetin mensubu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Vahiy temelli zihniyete gelince; kaynağı Allah olan, peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen ilahi kuralları yani dini anlayacağız. Dinin kaynağı Allah’tır. Peygamberler dahil hiçbir beşer din koyamaz. Allah insanoğluna rehber ve örnek olsun diye birçok elçi göndermiştir.
Vahyin çıkış noktası Yaratıcı Kudrettir. Allah altyapısını (Fıtrat) yarattığı insanın, üst yapısı olan yaşama biçiminin genel kurallarını da belirlemiş ve insanı donattığı yeteneklere (Akıl-İrade) ilaveten, vahiy ile de takip edeceği yolu göstermiştir.
“Andolsun biz her topluma, “Yalnız Allah’a kulluk/ibadet edin; putlara tapınmaktan, Allah’ın yolundan alıkoyan tüm şeytani güçlerden uzak durun.” emrimizi tebliğ eden bir peygamber gönderdik…” (Nahl-16/36)
Her zihniyetin değişmez sabiteleri, temel referansları vardır. Modernizmde aklın, sekülerliğin ve insanın; İslam’da tevhidin, adaletin, şuranın, yardımlaşmanın vb. temel sabiteler olması gibi. Her zihniyet, değişmezlerini, zihniyetinin temeli, ana belirleyicisi olarak görür. Bu sabiteler zihniyetlerin kumanda merkezini oluştururlar. Bir zihniyetin sabitesini oluşturan öğelerden birisinin değişmesi demek o zihniyetin değişmesi veya bozulması demektir.
Temel niteliği itibariyle değiştirilemez, dokunulamaz sabiteleri olmasına karşın İslam, yapısı gereği ilerlemeye ve yeniliğe, değişim ve dönüşüme açık bir dindir. Bu, sahip olduğu sabitelerinin ve değiştirilemezlerinin bir gereği olarak da böyledir. Temel ölçüt, değişim ve yeniliklere kapalı olmak değil; bu değişim ve yeniliğin sabitelere uygun olup olmamasıdır. Gelişmelere açık olmak, değişim ve yeniliğe uyum sağlamak veya bunlara öncülük etmek; sabitelere uygun olma şartıyla bizzat bu sabitelerin gerçekleştirmek istediği bir durumdur
Vahyin temel muhatabı insandır. Önemli olan zihniyet değişikliğinin gerçekleşmesidir. Vahye uygun hale gelen zihniyetin oluşturacağı düşünce kalıpları ile insanların gerçeği bulmaları ve bu kalıplarla olayları ve yaşamı doğru algılamaları mümkün olabilecektir. Cahili bir zihin yapısıyla İslami mesajı doğru algılamak mümkün değildir. O bakımdan önce zihni düşünce kalıplarının İslamileşmesi sağlanmalıdır. Bozuk bir zihniyetten doğru bir sonucun çıkarılması mümkün değildir. Doğru karar verebilmek için bilgi tek başına yeterli değildir. Doğru mantıkla düşünmek en az bilgi kadar önemlidir. Bilginin doğru kurgulanması diğer bir deyimle işin mantığının kavranması, yani zihniyetin doğru olması öncelik bakımından en önemli faktördür. VAHİY bu faktörü kesin olarak karşılayan tek olgudur.
İslam insanlığın değişmez değerlerine vahyin verdiği bir addır. Bu sadece bir mensubiyet değildir. İslam Allah, insan ve evren arasındaki ilişkiyi zihinden başlayıp topluma kadar hayatın bütün alanlarında kuran bütüncül bir “Ahlak Sistemi”nin adıdır.
Vahyin amacı, hayatı insan fıtratıyla uyumlu bir ahlak zemininde inşa etmektir. Eğer vahiy yanlış ellere geçerse iman/güven istismar edilir hatta bir “afyona” dönüştürülüp insanlar uyuşturulur. İnsanın ontolojik altyapısının mühendisliği kime aitse, üst yapısının mühendisliği de ona ait olmalıdır ki bu ikisi arasında bir uyuşmazlık yaşanmasın..
İçinde yaşadığımız toplumun ekseriyetinin zihniyet ve ahlakını oluşturan vahiy değildir. Bugün Kuran dendiğinde insanların ilk anda aklına gelen “mezarlıklar” ve “cenaze evleri” olmaktadır. Yaşamaları gereken vahyi ölüleriyle ilişkilendiren bir toplumun ahlakı, bugünkü gibi olacaktır. Vahyin hayatı inşa edebilmesi için önce anlaşılması, sonra da yaşanması gerekir. Kuran’ı sadece sevap makinesine dönüştüren kitleler, vahyin ahlakını hayatlarına asla aktaramazlar.
Bizler Allah’ın katındaki değerimizin ne olduğunu öğrenmek istiyorsak, kendi hayatımızda Allah’a (Vahye/Kuran’a) ne kadar değer verdiğimize bakalım. Çevremizde çocuklarımıza “bak yavrum vahyin ahlakını oluşturduğu insan şudur” diyeceğimiz kaç kişi tanıyoruz? Sorun galiba burada. Bir davranışın ahlakilik kriteri, o davranışın kendisi olabilir mi? Asla. Kara para ile cami, okul vb. yaptıranlar buna en güzel örnektir. ABD’nin Afganistan’da buğday dağıtmasını “ahlaki” bir davranış olarak mı, yoksa avını besleyen canavarı çağrıştıran bir “ahlaksızlık” olarak mı görmeli?
Ahlak, “iyilik yapmanın insanda yerleşik, mutlak, kayıtsız bir özellik (Meleke) haline gelmesidir.” Ahlak “imana” dayalı olduğunda “kayıtlı ahlak” olmaktan kurtulup “kayıtsız/mutlak ahlak” haline gelir. Kayıtlı ahlak bir İngiliz’in İngiltere’de bir İngiliz’e karşı “ahlaksızlık” saydığı şeyi, eski sömürgesi olan Hindistan’da bir Hintliye karşı “ahlaksızlık” saymamasıdır.
İman değerler üzerinde kararlılık ve sebattır. İyiyi her yer ve zamanda herkes için iyi bilme; kötüyü her yer ve zamanda, herkes için kötü bilme kararlılığıdır. Ahlakı kitaplara hapsetmek, hayatı ahlaksızlığa mahkum etmek demektir. Ahlak kendini hayatta gösterir. Sünnet Kuran’daki satırların davranışa dönüşmesi demektir. Ahlak; ahlakı Kuran olan insanlardan alınır. Gözlerimiz onları arıyor ama şimdi onlar nerede?
Günümüzde deccal rolüne soyunmuş medyanın ahlaki hiçbir ilkesi bulunmuyor. Körfez savaşı, petrole batmış karabatak kuşu, 28 Şubat sürecinde Fadime Şahin, Ali Kalkancı, Müslim Gündüzler ve diğerleri toplumu nasıl manipüle ettiklerinin birer göstergesiydi.
Geçmişte ve günümüzde Müslümanlar iktidarla sınavlarında yüzlerinin akıyla maalesef çıkamamışlardır. Rab’lerini yeryüzünden seçen, insanı kula kul eden haşhaşi tıynetteki grupların neler yaptıklarını ibretle izliyoruz. Siyasilerin, “ne istedilerse verdik” “aldatıldık” tarzındaki ifadeleri devlet imkanlarının nasıl birilerine peşkeş çekildiğinin de bir göstergesidir. “Emanetleri (görev ve sorumlulukları) ehline verin..” emrini görmezden gelenlerin ahlakını vahyin inşa etmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Türkiye’de bir partinin üst düzey yöneticilerine kumpas hazırlayarak internet görüntüleriyle partilerinden istifaya zorlayanların ahlaken foseptik çukurunda bocaladıklarını görüyoruz.
Bugün maalesef Müslümanlar Masa, Kasa ve Nisa (Makam, Para ve Kadın) konusunda vahiyden ne kadar uzak olduklarını da ortaya koydular. Unutulmaması gereken şuydu: Siyasetin kalitesi, onu yapan insanların kalitesidir. Siyaset adam yetiştirmez, sadece yetişmiş adamları kullanır.
Müslümanlar iş ahlakı konusunda da olmaları gereken yerde değiller. Ahlakı sadece “Cinsel Ahlak” ile ilişkilendirenler, siyaset ve iş ahlakına gelince yan çiziyorlar. Müslüman işadamları misyonlarına yaraşır bir ahlaki modeli niçin geliştiremiyorlar? İşverenler: “Verdiğim bu parayla bu insan geçinebilir mi?” sorusunu sormalıdırlar. “Devlet asgari ücreti belirlemiş kardeşim, ister çalış ister çalışma” tavrında olmamak lazım. Helal kazancın adil paylaşımı her zaman mümkündür. Dünyevileşme Müslümanların ahlaken fakirleşmesinde en önemli sebeplerden biridir. Üzücü olan yıllar önce mücahit olanlar bir süre önce müteahhit oldular, son zamanlarda ise her şey müsait hale geldiler. ‘dedi.