İran Mezhep Savaşını Körüklüyor
Serdar Demirel / Yeni Akit
Bu köşeyi takip edenler İran’ın Suriye’yi işgal etmeye başlamasıyla İran’ın bölge politikaları, İran ve Şiîlik ilişkisi, İran’ın emperyal stratejisi üzerine epey yazı yazdığımı bilirler. Aslında şartlar zorlamasaydı bu yazıları yazmazdım. Zira Batı’nın coğrafyamızda “mezhep ve etnik temelli bir savaş” çıkartmak istediğini biliyorum.
Bu yazıları yazmak zorunda kaldım çünkü İran, coğrafyamızda bir mezhep savaşı çıkartmak istediklerini bildiği hâlde bu yıkıcı projeye bilerek evet dedi. Çünkü bu savaştan kazançlı çıkacağını, emperyal niyetlerini ancak bu savaşla gerçekleştirebileceğini düşündü.
Afganistan’dan başlayan ve Akdeniz’e uzanan İslâm öncesi dönemde sahip olduğu gibi büyük bir imparatorluk hayâlleri kuruyor. Askerî gücüne, Sünnî dünyanın parçalanmışlığına, küresel güçlerin kendisine yeşil ışık yakmasına ve araçsallaştırdığı Şiîliğin ince gücüne güveniyor.
İran Devrim Muhafızları Yardımcısı Orgeneral Hüseyin Selami’nin Halep’in düşmesi bağlamında kurduğu şu cümleye bakın: “Halep’teki zafer Bahreyn’i de özgürleştirecek ve İran’ın genişlemesi Yemen, Musul ve Bahreyn’e uzanacak”.
Türkiye, kurulan “mezhepler savaşı” tuzağını gördüğü ve bunun büyük yıkımlar getireceğini bildiği için bu savaşı önlemeye çalıştı / çalışıyor. Ancak ne kadar geriye adım attıysa İran da o kadar ileriye adım attı. Irak ve Suriye’yi işgal etti / ediyor. Bölgenin demografisini katliamlar yaparak Sünnîlik aleyhine Şiîlik / İran lehine değiştirdi / değiştiriyor. Bir taraftan S.Arabistan’ı, Körfez ülkelerini diğer taraftan Türkiye’yi kuşattı.
Şu soruları mutlaka önemseyin: İran Türkiye’nin mezhep savaşı çıkmasın diye geriye çekilmesini bir zaafiyet olarak mı okuyor? Türkiye nereye kadar geri adım atabilir? İran emperyal hedeflerini gerçekleştirmek için gerekirse Türkiye’yle bir savaşı göze alır mı? Türkiye uzak durmak için çırpındığı bir savaşa engel olamazsa, savaş kaçınılmaz olursa, acaba buna hazırlığı var mıdır?
Bu soruları soruyorum zira Türkiye ile işbirliği yapıp bahsettiğim küresel komployu işlevsiz kılması gereken İran üstümüze üstümüze geliyor. Öyle ki, İran Ortadoğu’da ateşle oynuyor sözü zayıf kalıyor. Çünkü İran, Ortadoğu’yu ateşe verdi bile.
2005 yılında Anadolu’da Akit Gazetesi’nde yazmaya başlamıştım. Birkaç hafta sonra Şiîliği tanıtıcı üç yazı yayımladım. Yazılarım hakaret içermeyen, analitik ve Şiî ulemâsının da inkâr etmeyeceği tanıtıcı yazılar idi. Amacım üzerime düşen uyarıyı yapmaktı. Ben o dönem Malezya’da ikamet ediyor, yazıları da oradan gönderiyordum.
Yazıların üzerinden birkaç ay geçmişti. Türkiye’ye yaz tatiline geldiğimde epeyce şaşırmıştım. Çünkü câmiamızın bir kısmı o yazılar yüzünden bana tavır almıştı. Onlara göre bu tür yazılar vahdete zarar verebilirdi.
Vahdet önemliydi elbet, ama platonik bir aşkla bağlanmak rasyonel olamazdı. İran’ı olduğu gibi görmek ve göstermek yerine zihin dünyalarında görmek istedikleri bir İran resmi çizip gerçekmiş gibi topluma sunuyorlardı. Bunun vakayla uyuşmadığını söylesem de muhataplarımı ikna edememiştim.
Yıllarca İran’ı topluma yanlış tanıtmış birçok kanaat önderi son yıllarda yaşadıklarımıza rağmen İran’a “Müslüman coğrafyayı işgale son ver, işlediğin savaş suçlarını durdur” çağrısı yapamıyor. Kimisi mezhep savaşı çıkmasın diye lakırdılar ediyor ama İran’ın emperyal siyasetine tek kelime etmiyor. Kimisi de sesizliğe bürünmüş durumda.
Son olarak şunu da hatırlatmak isterim: İran içerisinde İran’ın akıl ve vicdan dışı politikalarını eleştiren kesimler de var. Dünya Şiîlerinin bir bölümü de bu siyasete onay vermiyor. Meseleyi ele alan yazı ve demeçlerde bunları İran’dan ayrıştıran bir dil kullanmak da elzem.