Bu hükümetin başarılı olmasını istiyorum. Bu hükümet döneminde soluduğumuz havadaki özgürlük dozunu önemsiyorum.
İktidar olmanın, her alanda "kodu mu oturtmak" demek olmadığını biliyorum.
İktidar içinde reel-politik değerlendirmeler olmasını kaçınılmaz görüyorum.
Bu hükümet başarısız olursa, bedeli, sadece siyasi kadroların ödemeyeceği ve AK Parti ile akraba tüm alanların bedel ödeyeceğinden eminim.
Buna rağmen eleştirel duruyorum.
Ve eleştirel duruşun, bu siyasi kadro için hayırlı olduğuna inanıyorum.
Çünkü eleştirilerim hata yapılmasını önlemeye yönelik.
Bir insana, hatalarında bile "Aferin" diyenlerin dost olmadığını düşünüyorum.
Çünkü hatalarda "Aferin" demek, gidip duvara toslamasını çabuklaştırmak anlamına geliyor.
Mayın işi neden bu hale geldi?
Bunda, bizim, medyada eleştirel duranların bir kabahati mi oldu?
AK Parti grubundaki sancıyı biz mi oluşturduk?
Muhalefetin kamuoyundaki etkinliğini biz mi sağladık?
Başbakan'ın grup konuşmasındaki öfkeye bakıp, üzülüyorum.
Gruptaki çekimserliğe bakıp, yazarlara yüklenmeyi yadırgıyorum.
"Mayınları 5-6 tabur askerle temizlerim" diyen emekli albaya, "Sen emekli bir adamsın, işine bak" türü yaklaşımlar çok garip.
Yazarlara yönelik hamle!
Neyi çözer ki bu?
Kamuoyunda bir kuşku oluştu ve bunu tamamen, mayın işini kötü yöneten AK Parti grup yönetimi oluşturdu.
Ben de, Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki kişi olduğuna bütün kalbimle inanırım.
Ama dünyadaki işlerin Davos'tan ibaret olmadığını da biliyorum.
Belki de, sürecin hiçbir safhasında İsrailli firma düşünülmedi.
Ama o faşizan maşizan sözleri, o Ahmet-İzak karşılaştırmaları bilmem neler... "Bu işin içinde bir iş var" izlenimini doğurmadı mı? Bunu, kamuoyunu azıcık okuyan herkes görmüyor mu?
İşi bilenlerin hiç de gerekli görmediği "Yap-İşlet-Devret" maddesinin kanun teklifinde yer almasında öylesine esrarengiz bir ısrar söz konusu oldu ki, bu meseleye öylesine abanıldı ki, insanlar anlamsızlığa anlam vermeye yöneldiler.
Ve ister istemez bundan sorgulama çıktı.
AK Parti grubunda biraz sorgulayıcı duran herkesi dışlamak mı gerekiyor?
"Fatura mı ödüyoruz?" başlıklı yazımın sonlarında şu cümleler vardı:
"Şunu açıkça söyleyelim:
Bu işi bundan sonra İsrail'e yaptırmanın imkanı, şayet hükümet intihar etmeyi göze almıyorsa, yoktur.
İntihar etmeyi göze aldığında da hiç olmayacaktır."
Bu cümleleri yeniden okuduğumda, işe tersinden de bakılabileceğini düşünüyorum:
Hükümet belki de, bu işi asla İsrail'e vermemeyi, böyle tersinden bir eylemle gerçekleştirmiş oldu. Evet, artık çok düşük bir fiyat da verse, 44 yıllığına değil, 4 yıllığına da anlaşmaya yanaşsa, mayın işi İsrail'e verilemez hale geldi.
Aynı yazımdan şu cümleyi de almalıyım:
"Hükümet, iki ay önce yenilendi. Bence hükümeti ve AK Parti'yi bu "mayınlı alan"a sürmemek lazımdı. Çok büyük hata oldu."
Benim düşüncelerim, duygularım bu.
Bu duyguların karşılığı öfke olmamalı.
Hakan Albayrak'a verilecek cevap da öfke olmamalı.
Hükümetin yıpranmasına üzülüyorum. Ama hükümeti bizim eleştirilerimizden ziyade, kendi hatalarının yıprattığını düşünüyorum.
Hakan Albayrak'ın, Tayyip Erdoğan'ın sert konuşmasına cevap niteliğinde olan dünkü yazısı, Yeni Şafak'ın internet sayfasında yer aldı, gazetede yer almadı. (Yazı saat 11.00'de internet sitesinden de çıkarıldı, sonra saat 15.00'te yeniden kondu!)
2005, 19 Ağustos'unda Ahmet Taşgetiren için olduğu gibi...
Bunlar hoş şeyler değil.
1 Mart bir hükümet tezkeresi idi. Arkasında hükümet iradesi vardı. Karşı çıktık. Meclis reddetti. Hükümetin de hayrına oldu.
Bu mayın işinde de, yanlışta ısrar yerine, muhalif duruşu önemseyip, bunu bir fırsat bilip, rotayı düzeltmek, hükümetin hayrına olacaktır.
Fikri Akyüz'e: Takvim'deki yazınız ancak dün elime geçti. "Ahmet Taşgetiren'den Erdoğan'a ağır hakaret" başlıklı bir yazı yazmışsınız. İçeride de yazımı "Hınç dolu bir yazı" diye nitelemişsiniz. Nasıl desem doğru anlarsınız bilmem ki, o yazıda ne hakaret niyetim var, ne de hıncım söz konusu. Sadece başarısını önemsediğim bir kadronun yıpranması kaygısı... Ötesi sizin "zan" kalitenize kalmış. Ne diyeyim?
BUGÜN