Mehmet Garip Tanyıldızı / Akşam
Cevapsız kalmış bir soru
Türkiye toplumu, modernleşme ve Batılılaşma sürecinin başından itibaren kültürel dönüşümle ilgili bir bocalama yaşıyor.
Batı'nın teknik ve askeri "üstünlüğüne" karşı birçok Batı-dışı toplumda olduğu gibi "tekniğini alma ama ahlakını almama" eğilimi ağır bastı.
Yani, bu düşünceye göre, Batı'nın teknik medeniyet yönü ithal edilecekti ancak kültürel özelliklerimiz korunacaktı.
Namık Kemal'den Mehmet Akif'e ve Ziya Gökalp'e kadar birçok düşünürün dile getirdiği bu eğilim ahalinin de aklına yatmıştı.
Bugünden bakıldığında bu kararın isabetli bir tercih olmadığı genel kanaate dönüşmüş durumda.
Batı'nın teknik üstünlüğünü ithal etmeye talip olup ona ahlakını önermek komedi unsuruna dönmüş karikatürize bir tavır.
Zira kültürün medeniyetle taşındığı ve ahlakın teknikten bağımsız olmadığı anlaşıldı ya da daha doğru bir ifadeyle söylersek hissedildi, tecrübe edildi.
Zamanında bu tercihi yapanları itham etmek doğru değil.
Dönemin pozitivist hâkimiyeti ve askeri-teknik gücü karşısında başka bir çözüm öne sürmenin zorluğunu görmek gerekiyor.
Hatta bu tercihi, kendini korumaya dönük samimi bir çaba olarak görerek hakkını teslim edebiliriz.
Ancak bugün, biz daha zor bir durumla karşı karşıyayız.
Evet, "aracın mesajın kendisi" olduğu keşfedildi.
Artık, zaten çoktan benimsediğimiz teknik ve medeniyetin ahlak ve kültürümüzü iğdiş edişinin içine doğduk.
Peki, şimdi ne yapacağız?
Sorgusuz sualsiz Batı teknik ve medeniyetinin hakimiyetine razı gelip ahlak ve kültürümüzden mi vazgeçeceğiz yoksa yapmak mümkün görünmese de bunu ret mi edeceğiz.
Bu sorunun cevabı bugün verilebilmiş değil.
Fakat, bu soruya bir cevap vermek zorundayız.
En azından bunun üzerine tefekkür etmek ve yeni bir fıkıh üretmek bizim için kaçınılmaz.
İmam Ebu Hanife, fıkhı "leh ve aleyhte olanların bilinmesi" olarak tanımlıyor.
Neyin lehimize neyin aleyhimize olduğunu bir kez daha düşünmemiz gerekiyor.