Uyuyan Hücreler ve Fırsat Kollayan Şebbihalar

Ankara bombalaması üzerinden hükümeti hedef alan kampanyanın amigolarının Esed rejiminin savunucuları olmaları tesadüf değil elbette!

HAKSÖZ-HABER

10 Ekim’de IŞİD tarafından düzenlenen Ankara saldırısı üzerinden AK Parti’yi mahkum etme gayretleri tam gaz sürmekte. HDP Eş Genel Başkanı S. Demirtaş’ın saldırının hemen akabinde fitilini yaktığı ateş hız kesmeden devam etmekte. Kürt milliyetçisi ve sol çevrelerin elbirliğiyle yürüttükleri kampanyanın en ateşli destekçilerini ise tahmin edilebileceği gibi Esed rejiminin şebbihalığına soyunmuş kalemler oluşturmakta.

Fırsatı ganimet bilen bu tipler televizyon ekranlarında ya da gazete veya internet sayfalarında Türkiye’nin Suriye politikasına karşı adeta yaylım ateşi sürdürüyorlar. IŞİD’in dolaylı yollarla desteklendiği, göz yumulduğu iddiaları tekrar tekrar dillendiriliyor. Buradan kalkarak IŞİD ile sınırlı kalmayacak bir tarzda muhaliflere düşmanlık ve nefret yöneltilmeye çalışılıyor.

Bu kampanyada başı çeken isimler arasında Radikal yazarlarını görmek şaşırtıcı değil. İsmail Saymaz ve Fehim Taştekin yine tam mesaideler. Özetle devletin IŞİD'çi olduğu ‘her hallerinden’ belli kişileri eylem yapmadan derdest etmesi gerektiğini, bunu yapmadığına göre demek ki işbirliği içinde olduğunu ileri sürüyorlar.

Bu arada ‘önleyici vuruş’ kategorisinden takibatı savunmanın insan hakları ilkesine biraz fazla ters düşeceğini de bildiklerinden her defasında ‘iyi ama solculara gelince hiç böyle davranmıyordunuz’ şeklinde klasik mağdur pozlarını öne çıkartıp, hukuksuzluğu bu şekilde kılıflıyorlar. Bunları dinleyen memlekette sol adına ya da PKK ile irtibatlı hiçbir faaliyete müsaade edilmediğini, bir biçimde irtibatlı kim varsa tutulup hapse tıkıldığını zanneder! Oysa legal partilerinden, televizyon kanallarına, dergilerden, gazetelere, derneklere, sendikalara kadar pek çok alanda bu tür örgütlerin gayet yoğun bir faaliyet içinde oldukları ortada.     

Bakın şebbihalıkta sınır tanımayan Fehim Taştekin’in Al-Monitor adlı İran-Esed yanlısı sitede “Ölümler hükümetin boynuna yapışıyor” başlıklı yazısında neler diyor: 

“…Suruç saldırısı sonrası Yunus Emre Alagöz’ün adı kamuoyuna yansımıştı. Güvenlik birimlerinin potansiyel canlı bomba gözüyle baktığı bu kişinin Adıyaman’dan ayrılıp Suriye’ye geçtiği düşünülüyordu.

Diyarbakır, Suruç ve Ankara’daki saldırılarda ortaya çıkan işaretler Dokumacılar Grubu’na çıkıyor. Dokumacılar’ın üçü yabancı 21 üyesinin ismi takip listesine alınmış. Bu kişilerden 18’i Adıyamanlı, 3’ü bu kişilerle evlilik yapan yabancı kadınlardan oluşuyor. İstihbarat birimleri bombalı eylem eğitimi alan 21 kişinin Türkiye’ye geçip “uyuyan hücre” olarak adlandırılan evlerde kaldığını saptamış. [Bariz bir yalan. Bu kişilerin çoğunun Suriye’de oldukları, eylem yapanların da Suriye’den gelip eylem gerçekleştirdikleri biliniyor. Ama yazının amacı başka olduğundan kurgu bu şekilde dizayn ediliyor.]

Daha vahimi listedeki kişilerin aileleri, saldırılardan çok önce oğullarının bulunması hatta hapse atılması konusunda girişimlerde bulundu. 2013’te Suriye’ye giden Ömer Deniz Dündar’ın babası M.D. şunları söylüyor: “Oğlumu Suriye’den geri getirmek için defalarca emniyete gittim. Oğlum 2014 yılında Adıyaman’a geldi. 8 ay yanımda kaldı. Ben oğlumu Emniyet'e şikâyet ettim. Emniyet'e, ‘Bunu alın cezaevine atın’ dedim. İfadesi alındıktan sonra oğlum serbest bırakıldı. 8 ay sonra Suriye’ye gitti.” [Babası çocuğunu hapse atın demesine rağmen atmamışlar! İhmal değil, düpedüz suç ortaklığı! Çüş artık, ne zamandır ebeveynlerin dilekçe vermeleri insanların tutuklanmaları için yeterli bir gerekçe sayılıyor?]

Aynı ihmal 5 Haziran’da Diyarbakır’da Halkların Demokratik Partisi (HDP) mitingine bombaları yerleştiren Orhan Gönder için de geçerli. Saldırıdan sonra Gaziantep’te yakalanan Gönder’in annesi oğlunun Suriye'ye geçmeden önce defalarca polise başvurduğunu ancak gidişinin engellenemediğini anlattı. Polis 25 Haziran 2014’te Orhan Gönder'in ifadesini aldıktan sonra serbest bırakmış. Polisin izlemeye gerek görmediği Gönder bir yıl sonra Diyarbakır’da bomba patlattı. [Suriye’ye gidişleri engellenmediğine ve bu da suç ortaklığının delili olduğuna göre, demek ki yüzlerce, binlerce Kürt gencinin Kobani’de PYD saflarında savaşmaya gönderilmesini organize edenleri engellemeyen devlet PKK ile de suç ortaklığı içinde olmalı!]

Bu kişilerin, Adıyaman’da Yunus Emre Alagöz kardeşlerin işlettiği İslam Çay Evi'nde örgütlendiğini bilmeyen kalmadı. Ailelerin şikâyeti nedeniyle kapatılan çay ocağında toplanan kişiler Suriye’ye birer birer cihatçı örgütlere katıldı. Orhan Gönder'in kuzeni Ercan Gönder, İD'e katılan kişilerin polis tarafından bilindiğini ancak Suriye'ye geçişlerinin önlenmediğini öne sürdü. [Aynı Suriye hikayesi, bekleyin baklayı birazdan ağzından çıkartacak! Diğer muhaliflerin de IŞİD gibi tehlikeli yaratıklar olduğuna dikkatleri çekecek.]

2013’te Adıyaman’dan Suriye’ye gidenlerin sadece İD’e değil Nusra ve Ahrar el Şam gibi gruplara katıldığına dair bilgiler ortaya çıkmıştı. Radikal’den İdris Emen, Adıyaman’da derlediği bilgiler ışığında Suriye’ye gidenlerin sayısını 200 olarak not etmişti. Polisten aradıkları yardımı göremeyen ailelerden bazıları da Suriye’ye gidip çocuklarını getirmeye çalışmıştı. Ömer Deniz Dündar’ın babası M.D., Halep’teki kampa gittiğini, ölümle tehdit edildiğini ve oğlunu alamadan eli boş döndüğünü anlatmıştı. Bir başkası fidye vererek oğlunu almıştı.

Soruşturma sırasında kritik bir bilgi daha ortaya çıktı: Saldırıdan üç gün önce mitinge yönelik bombalı saldırı olacağı istihbaratı geldi. İstihbarat saldırının Alagöz ve Dündar’ın da aralarında olduğu 16 kişilik gruptan birileri tarafından gerçekleştirileceği yönündeydi. Bu kişilerin fotoğrafları temmuzda 81 ilin güvenlik birimlerine gönderilmişti.

Bütün bunlar saldırıların göstere göstere geldiğini ortaya koyuyor. Haliyle hükümet ve devletin güvenlik birimleri sorumlu. [Madem istihbarata rağmen eylem önlenemiyor, demek ki devlet sorumlu! Peki ne öneriyorsunuz, önceden bu kişilerin toplanıp, hapse atılmasını! Peki öyleyse Cizre’den Silvan’a onlarca yerde göz göre göre geliyorum diyen ‘terör’ faaliyetlerinin önlenmesi için de sokağa çıkma yasağı ve benzeri tedbirler alınmasını neden eleştiriyorsunuz? Ve örneğin buralarda topluca bir gözaltı kampanyası yapılmasını da makul bulur musunuz? Yoksa sizin için terör sadece IŞİD vb. örgütlerin yaptıklarından ibaret midir?]    

Davutoğlu ellerinde liste olduğu halde saldırganların neden önlenemediği eleştirilerine tartışma çıkartan bir yanıt verdi: “Bir uyuyan hücre varsa, şöyle davranamayız, Suriye ve başka ülkelerde olduğu gibi 'bunların hepsini toplayın, bir yere atın, hiç kimse de görmesin.' Nihayet onlar toplumun içinde yaşayan insanlar, kandırılmış olabilirler vesaire ama hukukla davranmak zorundasınız. Türkiye'de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi dahi var. Biliyorsunuz bu, bir eylem hazırlığı içinde ama bunu gerçek bir eyleme dönüştürmedikçe veya elinizde o eylemin olabileceğine dair bir veri olmadıkça tutuklayamazsınız.” Hâlbuki hükümetin bütün itirazlara rağmen çıkardığı makul şüphe ile gözaltına imkân veren yasa çerçevesinde işadamı, gazeteci ya da aktivistler rahatlıkla gözaltına alınabildiler….”

İşte aynı tezvirat! İşlerine geldiğinde alabildiğine özgürlükçü takılan tipler, canları istediğinde ebeveynlerin ihbarı üzerine gençleirn hapse atılması gerektiğini, bu yapılmadığında çok vahim bir durum ortaya çıktığını söyleyebiliyorlar. Tutarsızlık diz boyu, adalet sıfır!

Yalanlar üzerine kurulu tezler, iddialar, doğruluğu kendinden menkul tezler. Şaşırtıcı değil elbette şebbiha şebbihalığını yapacak! 

Haber Haberleri

Suriye yeni bir hikayeye başlarken bize düşen sorumlulukların farkında olmalıyız!
Sistematik bir katliamı "Bahane" olarak görme hezeyanı
Türkiye’deki Suriyeli muhacirler Halep’e dönmeye başladı
Şeyho Duman vefat etti
BM temsilcisine Hamas protestosu