Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Mekanik zihinlerle düşüncesiz hayat
Bugün dünyanın her yerinde durmaksızın akan bir gündem var. Bu gündemin bir kısmı küresel haberlerden, bir kısmı da yerel konu başlıklarından oluşuyor. Her sabah medyadan ve şimdilerde daha çok sosyal medyadan önümüze akan bu gündemin içine uyanıyoruz. Bir çok insan neredeyse sabaha gözünü açar açmaz, gecenin ilerleyen saatlerinde ancak elinden bırakabildiği telefonuna uzanıyor ve o ilk dokunuşla kendini bu gündeme bağlıyor. Ve yeniden kendini uykuya teslim edinceye kadar bir daha bu illüzyondan çıkamıyor.
Bu yılın Temmuz ayında açıklanan rakamlara göre ülkemizde günün ortalama beş buçuk saatini telefon başında geçiriyor insanlar. Yine bu tabloya göre ortalama beş dakikada bir telefona bakma ihtiyacı hissediyoruz, yani günde en az 150 defa. 2018’deki benzer bir araştırmada bu rakam günde 78 defaymış, yaklaşık beş yılda ikiye katlamışız.
Uykuyla geçen ortalama sekiz saati çıkarırsak, uyanık (!) geçirdiğimiz on altı saatin üçte birinden fazlasını telefonumuzla baş başa geçiriyoruz demektir. Geri kalan zamanın azımsanmayacak bir kısmını bu akıştan çıkardığımız malzemeyi, -ki çoğu incir çekirdeğini doldurmayacak meseleler ve fuzuli lafazanlıklar bunlar- birbirimize aktarmakla geçirdiğimizi de buraya not düşmek lazım.
Zamanın boş lafazanlıkla israf edilmesi meselenin üstünde iyi düşünülmesi gereken bir boyutu... Ama bundan daha feci bir şey var. Nedir o şey? Sabah gözümüzü açtığımız andan yeniden kapadığımız ana kadar geçen bu ‘uyanık’ sürede zihnen ne kadar uyanık olduğumuzu bilemiyor oluşumuz... Aslında bilemiyor değiliz ama insan yine de itiraf etmek istemiyor. Gerçek şu ki, günün gerçekten büyük bir kısmında (bunu da tamamı dememek için böyle söylüyorum) zihnimiz dışarıdan üstümüze boca edilen bir gündeme esir halde bulunuyor.
O gündem bizim kendi hayatımızdan, hayatımızın doğal seyrinden çıkardığımız bir gündem değil, dışarıda muhtemelen pek de bize ait olmayan bir mantıkla hazırlanmış, önümüze hazır halde konmuş bir gündem... Belli algoritmik hesaplarla, yine aynı mantığın tercihleriyle bir kısım başlıklar diğerlerinin önüne geçirilerek kurgulanıyor. Yine bizim insan olarak normal hayatımızda belli ölçüde baskıladığımız, devre dışında tuttuğumuz zayıflıklarımızı kendi menfaati doğrultusunda tezgahına koyan, ciddi biçimde hesaba katan, onları kaşıyan, kurcalayan, kışkırtan bir akıştan söz ediyoruz.
Şimdi, sabah kalktık, neredeyse gözlerimizle birlikte ekranları da açtık, önümüzde akmakta olan gündem maddelerine, trend topic listelerine, beğeni ve nefret önceliklerine takıldık ve gün boyunca her beş dakikada bir gözümüzü bu akışa geri döndürdük. Oradaki şeyleri orada oldukları gibi tartıştık, daha doğrusu tartışıldığı gibi alıp kendimize yakın seçenekten devam ettik, tıkladık, beğendik, beğenmedik, başkalarına yaydık, birilerini göklere çıkardık, birilerini linçledik durduk. En başta kendi öz gündemimizde değildik, başkasının bize sunduğu gündemin içindeydik, hiçbir meseleyi kendimizce düşünmedik, bir kanaat oluşturmadık, sadece orada hazır olan seçenekleri işaretledik. Ayrıntılara hiç bakmadık, meselelere en yüzeysel, en kaba halleriyle şöyle bir takıldık geçtik.
Bir futbol maçında heyecan verici şeyler olabilir, bir tarafa aidiyetiniz olabilir, kazanmak isteyebilirsiniz, bazı hareketler çok hoşunuza gidebilir, bazı şeyler gitmeyebilir, alkışlar ya da protesto edersiniz, üstünü parçalayanlar ve bağıra çağıra küfredenler de olabilir. Ama nihayetinde bu maçtır, her şey sahada oynanan bir oyundan ibarettir. Maç biter kendi gerçek hayatınıza geri dönersiniz. Bizim ekranlarla her gün hiç durmadan oynadığımız oyun buna çok benziyor. Tek farkla; biz bu oyundan çıkıp kendi hayatımıza dönemiyoruz. Zihnimizi hayatımızın doğal akışından bulup çıkardığımız şeylere hiç yoramıyoruz. Yani düşünmüyoruz, düşünmeye ihtiyaç duymuyor, aslında vakit de bulamıyoruz.
Şimdi bu küçük duraksamayı fırsat bilerek soralım; bu tedirgin edici manzara, insan zekasının yapaylaşmasına işaret değil midir?