Yasin Aktay / Yeni Şafak
Mümkün olanın sınırlarında, dostluk, ahlâk ve siyaset
Dünyayı kendi ütopyalarına göre şekillendirmek üzere hareket eden siyasi hareketlerin en başta insanı kaybettiklerine dair çokça şikayetler dinledik. Ütopya zihinde kurgulanan mükemmel dünya, ama mükemmelliği insanın kendi ufku, hayali ve arzularının sınırları kadar. Tarihsel ve toplumsal ufkun sınırlarında tasarlanan dünyanın özünde dramatik olan hayatın dinamizmine uymaması mukadderdir. Çünkü hayatın dinamizmi her zaman her türlü insani sistem tasarısını aşar.
Ütopyasını kuranlar bunu salt bir sanat olarak, insanlara kendi hayalleri, rüyaları olarak sunsalar belki sorun olmaz, o da insani çoğulluk içinde bir renk, bir ses, bir çağrı olarak kalır. Oysa birilerinin hayali olan ütopyalar bir siyasi hareketin hedefi, menzili, zionu, Kızılelması haline gelince insanlar arasına düşmanca mesafeler kuran bir baskıya, zorbalığa da dönüşür.
Bütün ütopyalar gerçekleşebilmek için topyekûn bütün insanlar için bir dönüşüm programı da vazeder. Bu dönüşüm insanların şimdi bulunduğu halden başka bir hale dönüşmesini öngörür. Irkçı bir ütopyada bizim ırkımızdan olmayanlara belki soykırımlar, belki zillet belki etnik temizlik reva görülür.
Sosyalist ütopya olabildiğince kanlı ve zorlu bir dönüşüm öngörüyordu. Proletarya diktatörlüğü eliyle gerçekleşecek dönüşümün sonunda ne bir dinin insanı ne de herhangi bir sınıfsal tabaka kalmış olacaktı. Öngörülen menzil, geleceğe yansıtılan bütün arzular, hayaller, günümüzün dünyasında başka insanlara, ötekilere hasmane bir tutumu da beslemek zorunda. Dost-düşman tanımı ona göre yapılacaktır.
Tabii ütopya kadar geçmişe uzanan, geçmişte kalmış olaylardan, trajedilerden bugüne taşınan, faturaları bugünün insanına çıkarılan, her çağda yeniden açılan davalar vardır. Kerbela’da yaşananlardan günümüzün insanına çıkarılan bitmeyen faturalar gibi. Kerbela’da Hz. Hüseyin’in intikamını güden Esed ve Şebbihası veya İran’ın savaşlara doymayan mollaları olabiliyor.
Burada Hz. Hüseyin’in hakkaniyeti bir miras olarak kalacaksa bunlara mı kalmalı? Kerbela’da şehit düşen Hz. Hüseyin’in kıyamı herşeyden önce zulme, tuğyana, iktidarın halkın elinden çalınıp bir şahsın, bir hanedanın veya bir zümrenin tekeline alınmasıydı. Oysa bugün Hz. Hüseyin’in karşı çıktığı ne varsa bugün ona sahiplendiğini iddia edenler tarafından en çirkin şekilde uygulanırken, onlar her gün masum insanlara binlerce Kerbela yaşatmaktadır.
Buna rağmen geçmişe dair trajik bir olayın günümüze bir miras olarak taşınması ile her şeyi tahrif eden bir rol karmaşası sergileniyor olduğu açık. Ancak tahrif edilen haliyle bu tür geçmiş kutsamalarıyla günümüzün insanına aktarılan duygular, giderilemeyen nefret dikkate değerdir. Dostluğu çağdaş bir siyaset felsefesi için temel olarak almaya dair mülahazalarımıza ışık tutabilecek örneklerden.
Kendi ütopyanızda veya kendi geçmiş tasavvurlarınızdan günümüze aktardığınız siyasette ötekilere sürekli hınç, giderilemeyen husumetler üreten yaklaşımlara karşı dostluk, oldukça sağaltıcı bir erdem. Tabii bu dostluğu daha önce de söylediğimiz gibi g mükemmel ve idealize edilmiş dostluk kavramının da ötesine taşıyarak.
Dostluk zannedildiği gibi kıt bir potansiyel değil, insanın olduğu her yerde canlandırılarak diriltilebilecek bir erdem. Bunu Müslümanlar deneyimledi. Birbirine kıyasıya düşman olanlardan birbirini seven dostlar-kardeşler toplumu inşa edildi. Birbirinden nefret edenler Allah’ın bahşettiği nimetle birbirlerinde sevginin kaynağını keşfettiler, sevdiler, sevildiler. Birbirini Allah için seven, birbirlerinin farklılığını bir tanışma, asıl Dostun tecellisi bir güzellik olarak görerek ülfet vesilesi kılan bir topluluk. Birbirini renginden, dilinden, ırkından, cinsinden dolayı kınamayan, erdemler temelinde, erdemleri güçlendirmek ve temsil etmek adına. Bu erdemleri paylaşmayanların bile hukuku gözetilerek, onun da Allah’ın yarattığı bir insan olduğu şuuruyla.
İşin özü muhabbet. Dinin de özü muhabbet. Dostluk ve muhabbet dinin de ahlakın da öncüsüdür. Hıristiyan ilahiyatçısı ahlak felsefecileri “dostluk değildir ahlaka dayanan, bilakis ahlak dostluğa dayanır” derler. Bu söz Nietzsche’nin meşhur “İyi ve Kötünün Ötesinde” giriştiği arayışın cevabını bulduğu yerdir. Ona göre “sevgiyle yapılan her zaman iyinin ve kötünün ötesinde gerçekleşir.”
Sevgi ve dostluk için sağlam ve iyi gerekçeler ve zeminler oluştuğunda adaleti de uzak bir ideal veya kayıp bir değer olmaktan çıkarır. Ahlakın hatta dinin ve adaletin dostluğa dayandığı önermesi modern anlayışta biraz garip gelebilir. Oysa Aristoteles’in bu konudaki aforizması olayı çok iyi formüle etmiştir: “İnsanlar dost olduklarında adalete ihtiyaç duymazlar, adil olduklarında ise yine de dostluğa ihtiyaçları vardır ve adaletin en gerçek şeklinin dostça bir nitelik olduğu düşünülür.”
Modern İslam devletinin imkansızlığı üzerine yazdığı kitabında Wael b. Hallaq’ın çıkış noktası bu. Hallaq, modern öncesi İslam geleneğinde yalnızca ahlaki, hukuki, siyasi, sosyal ve metafizik temelleri çarpıcı biçimde farklı olan İslami yönetim olduğunu ve hukuki ve ahlaki arasında bir ayırım olmadığını anlatır. Bir yandan sömürgecilik Müslüman kültürlerin organik dokusunu bozaran Müslüman toplulukları ve onların siyasi bakış açılarını oldukça karıştırmıştır. Bir yandan da modern devlet dayandığı kurumsal, hesapçı ilişkileriyle Müslüman bir toplumun dayandığı insani ve dostane ilişkiler temelinde bir siyasetin oluşumunu neredeyse imkânsız hale getirmiştir.
Böylece modern bir İslami devletin imkânsızlığı İslam için bir güzellemeye yönelse de, kuşkusuz bu tezleri tartışılabilir. İmkânsız devlet aynı zamanda dostane bir siyaset felsefesinin de imkânsız olduğunu ima edebilir.
Oysa biz imkânsız olanın değil, mümkün olanın arayışında olmalıyız ve mümkün olanın sınırlarında mutlaka dostane bir siyaset için de imkân vardır.