Usulu’d-Din’de Kaynak Sorunu ve Hissî Edebiyatın İlmî Hakikate Dönüşmesi

Yazısında usulu’d-din bağlamında kaynak sorununu mercek altına alan Mustafa Öztürk, halkın dinî hissiyatını coşturmak ve motive etmek için üretilen edebi eserlerin ilmî hakikate dönüşmesinin olumsuzluğuna dikkat çekiyor.

Popüler dinî edebiyatta temel hedefin okuyucunun sahih dinî bilgi sahibi olmasından ziyade, manevi iştahın kabartılıp coşkunun kışkırtılmasına yönelik olduğunu belirten Mustafa Öztürk, “Müslüman halkın manevi duygularını coşturmak ve özellikle Peygamber sevgisini diri tutmak gibi amaçlarla telif edilen bu eserlerdeki hissî içerik, ‘Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşerse hakikate inkılap eder’ sözünü hatırlatır biçimde, sanki ilmî içerik gibi bir hüviyet kazanmıştır. Hâliyle, âlemin yaratılışındaki gayeden peygamber telakkisine kadar birçok konuyla ilgili dinî tasavvur büyük ölçüde duygusal edebiyat üzerine kurulmuştur.” Diyor.

Mustafa Öztürk’ün Karar’daki köşesinde yer verilen bugünkü (20 Ocak 2018) yazısını ilginize sunuyoruz:

Dinî Alanda Hissî Edebiyatın İlmî Hakikate Dönüşmesi

Birkaç gün önce bazı dostların daveti üzerine kayıt dışı bir sohbet meclisine katıldık. Mecliste ciddi ilmî-felsefî alt yapı gerektiren bazı dinî meselelerden bahis açıldı. Derken, nasıl olduysa söz döndü dolaştı ve yaratılışın gayesi, insanın varlık âlemindeki yeri, varoluşun anlam ve değeri gibi büyük meselelere geldi. Ardından Nûr-ı Muhammedî (Hakikat-i Muhammediyye), Levlâke, Kenz-i Mahfî gibi kavramlarla çerçevelenmiş Allah, varlık, nübüvvet tasavvurlarının kritiği gündeme geldi. Meclisteki pasif tepki manzarası gösterdi ki bu topraklardaki müslüman halkın genel dinî düşünce dünyası ve muhayyilesi önemli ölçüde söz konusu kavramlar ekseninde şekillenmişti.

***

Osmanlı’dan günümüze intikal eden dinî-tasavvufî kültürdeki baskın motifler Ahmediyye, Muhammediyye, Envâru’l-Âşıkîn, Kara Davud, Delâilü’l-Hayrât, Mızraklı İlmihal, İmâdü’l-İslâm, Vesîletü’n-Necât gibi popüler dinî edebiyata aittir. Şifahi kültürün olmazsa olmazlarından biri olan sohbet meclislerinin vazgeçilmez unsurları arasında yer alan ve halk muhayyilesinin şekillenmesinde son derece etkili olan bu eserlerin önemli bir bölümü, tıpkı Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ı (Mevlid) gibi Hz. Peygamber’e yönelik derin sevgi ve saygının destansı bir dille anlatımına dairdir. Dolayısıyla popüler dinî edebiyatta temel hedef okuyucunun sahih dinî bilgi sahibi olmasından ziyade, manevi iştahın kabartılıp coşkunun kışkırtılmasına yöneliktir. Gerçi bu tür eserlerin satır aralarında, tıpkı Mevlid’in mirac bahrindeki “bî-hurûf u lafz u savt ol Padişah, Mustafa’ya söyledi bî-iştibah” ifadesi gibi, kelâmî açıdan derinlikli önermeler de zikredilir; fakat sonuçta genel muhtevanın sahih bilgiden ziyade, menkıbeler ve mitolojik hikâyelerle bezeli olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Müslüman halkın manevi duygularını coşturmak ve özellikle Peygamber sevgisini diri tutmak gibi amaçlarla telif edilen bu eserlerdeki hissî içerik, “Mecaz, ilmin elinden cehlin eline düşerse hakikate inkılap eder” sözünü hatırlatır biçimde, sanki ilmî içerik gibi bir hüviyet kazanmıştır. Hâliyle, âlemin yaratılışındaki gayeden peygamber telakkisine kadar birçok konuyla ilgili dinî tasavvur büyük ölçüde duygusal edebiyat üzerine kurulmuştur. Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için, XV. yüzyıl Osmanlı mutasavvıfı Yazıcızade Mehmed Bîcan’ın Muhammediyye adlı eserinden birkaç kısa alıntı yapmak faydalı olur. Müellif, Osmanlı dinî-tasavvufî kültürünün şekillenmesinde hayli etkili olan bu eserinde meşhur “levlâke” rivayetinden hareketle, kâinattaki en büyük ruhun Hz. Muhammed’in ruhu olduğunu ve ilâhî izinle bütün her şeye bu Muhammedî ruhun hayat verdiğini söyler. Hz. Muhammed’in ruhu yaratıldığında Hz. Âdem henüz su-çamur evresindedir. Hz. Âdem’in cennette işlediği günah Hz. Muhammed’in hatırına affedilmiştir. Hz. Âdem’in Havva ile nikâhında ödemesi gereken mehir Hz. Muhammed’e on defa salât-ı selam getirmesidir.

Öte yandan Hz. Muhammed dua edince ebeveyni dirilir ve her ikisi de kelime-i şehadet getirdikten sonra tekrar can verip cennete sevk edilir. Aynı şekilde amcası Ebû Tâlib de diriltilir ve Hz. Peygamber’e iman ettikten sonra tekrar can verir. Cebrail, Hz. Peygamber’i, “Evvel sensin âhir sensin, zâhir sensin bâtın sensin” -ki bu sıfatlar Kur’an’da Allah’ın sıfatları olarak zikredilir- diye tebcil eder. Hz. Fâtıma vefat edince, Hz. Peygamber kabirden elini dışarı çıkartır ve Hz. Ali’ye, “Kızımı benim yanıma defnedin” diye işaret eder. Hz. Ali ikindi namazını fevt edince, Hz. Peygamber güneşe talimat verir ve onu geri çevirir. Hesap günü her bir günahkâr müminin yerine bir Yahudi ve bir Hıristiyan cehenneme gönderilir. Hz. Peygamber cennette Firavun’un karısı Âsiye ve Hz. Meryem’le evlenir, bu vesileyle düğün merasimleri de tertip edilir. Cennetteki her erkeğe beş yüz huri, dört bin bakire, sekiz bin dul olmak üzere toplam 12.500 kadın verilir.

Terğib-terhib zaviyesinden bakıldığında bu tür masalsı hikâyelerin manevi iştahı kabartmak gibi bir amaçla anlatılması az çok anlaşılabilir bir durumdur. Lakin edebî hikâyelerin sahih bilgiye dayalı dinî hakikatler gibi algılanıp böyle bir algı üzerine peygamber tasavvuru oluşturulmasının bizi hurafe müptelası kılacağı da kuşkusuzdur. İslam öncesine uzanan Şaman kültürü bakiyelerimiz hesaba katıldığında hurafe düşkünlüğümüzün tadından yenmez hale geleceği de kuşkusuzdur. Bu sebeple, gerek sağlıklı bir peygamber tasavvuru oluşturmak gerekse Hz. Peygamber’in dinî-ahlâkî rehberliğinden nasipdar olmak gibi esaslı bir niyet ve gayretimiz varsa, o zaman, “Bu kadar coşku kâfi” deyip tez elden sağlıklı kaynaklarla haşir neşir olmak lazımdır.

***

Kur’an’ın rehberliğinde Hz. Peygamber’in ideal örnek oluşturduğu müslümanlık ve ahlâkî dindarlık tecrübesinin görece popüler bilgi kaynakları söz konusu olduğunda, İmam Nevevî’nin günlük hayatta her bir müslümanın kendine kılavuz edineceği ayetler ve hadisleri derlediği Riyâzü’s-Sâlihîn adlı eseri özellikle tavsiye edilir. İkinci bir önemli eser İmam Buhârî’nin güzel ahlaka dair hadisleri muhtevi el-Edebü’l-Müfred’idir. Bir diğer klasik eser Mâverdî’nin Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn’idir. Müellif bu eserin “İlim” başlıklı ikinci bölümünde ilmî alanda özgürlüğü savunur. Aklî ve ilmî temellerden yoksun kuru iddialara yaslanarak ilmî konularda ahkâm kesmenin ve herhangi bir görüşü bir çırpıda kabul veya reddetmenin son derece yanlış tutumlar olduğunu vurgular. Buna bağlı olarak her konuda taklit ve taklitçiliği olumsuzlar. Özellikle bir görüş ve düşüncenin doğru veya yanlış olduğunu ortaya koyma hususunda kendi aklını rafa kaldırıp başka bir merciiye sığınanları kınar.

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!