Ömer Seyfettin’in o meşhur hikâyesini hatırlar mısınız?
“Yüksek ökçeler” isimli hikâyesini?
Zengin bir kadın vardır, köşkünde tek başına yaşar.
Evinde, hizmetçiler, aşçılar, bahçıvanlar çalışır.
Kadın, kısa boylu olduğu için hep “yüksek ökçeli” terliklerle dolaşır köşkünde.
Her şey yolundadır.
Bir gün kadın sakatlanır, doktorlar “düz terlikler” giymesini söylerler.
Kadın da evde o düz terlikleri giymeye başlar.
Ve, bütün düzen bozulur.
Aşçıyı un çalarken, bahçıvanı hizmetçiyle kırıştırırken, kâhyayı hırsızlık yaparken yakalar.
Kadın yüksek ökçeleriyle evde dolaşırken herkes onun geldiğini, daha o uzaktayken, topuk seslerinden duyup tedbir alarak kirli işlerini gizlemiş ama kadın sessiz terliklerini giyince bütün “suçlular” birer birer “iş üstünde” yakalanmıştır.
Bir süre sonra kadın sakatlığa boşverip yeniden yüksek ökçeli terliklerini giyer ve “düzen” eskisi gibi işlemeye koyulur.
Bazen bizim devletle ilgili öyle korkunç gerçeklerle karşılaşıyoruz ki “acaba yüksek ökçelerimizi giysek ve yeniden cahil olduğumuz o eski günlere mi dönsek” diye düşünüyorum.
Dehşete düşmemek mümkün değil çünkü bu ülkede.
Düşünsenize, sendika lideri Mustafa Özbek’in evinde bulunan belgelerden “üst kurul” adı verilen bir Ergenekon “şûra”sının varlığını öğrendik.
Bu “üst kurul” Apo’yla temasta olduğunu öğrendikleri İranlı eski bir bakanla bir Rus milletvekilini öldürtüyor.
Önce bunu MİT’in içindeki bir “operasyon” birimi sanıyorsunuz.
Yeryüzündeki bütün devletlerin, kirli işleri yaptırmak için kurduğu “derin” örgütlerden birine benziyor.
Ama bir sonraki belgede “üst kurul” yapı değiştiriveriyor.
Bir sendika başkanına “rapor” veriyor ve devletin bütün sırlarını bir sendikacıya anlatıyor bu “kurul”.
Devlet hesabına değil de “sendika başkanının” hesabına çalışır gibiler.
Paraları da bu sendika başkanından alıyorlar zaten.
Milyonlarca dolar geliyor bu “kurula” sendika başkanından.
İki yabancı politikacıyı öldürten bu “kurul” bir bakıyorsunuz bu sefer Kıbrıs’ta.
Seçimi Derviş Eroğlu’nun kazanması için “operasyonlar” yapıyorlar.
Bu operasyonların paraları da sendika başkanından.
Kıbrıs seçimlerini “hallettikten” sonra bütün elemanlarını Kıbrıs’tan çekiyorlar.
Nereye gidiyorlar?
Türkiye’ye.
Ne yapmaya?
Türkiye’deki genel seçimlerde “istedikleri insanları” kazandıracak operasyonlar düzenlemeye.
Tansu Çiller’le Devlet Bahçeli’yle konuşuyorlar.
Ve, “kendilerine özel” dinleme cihazları almak için harekete geçiyorlar.
Devletin içinde, devletten, hatta “derin devletten” de bağımsız bir örgüt gibiler.
Belli ki içlerinde MİT görevlileri ve askerler var.
Esas liderleri kim, amaçları ne?
Mustafa Özbek’le bağları çok açık, bir de Eruygur’un adı geçiyor.
O dönemin başbakanına kızabilecek kadar kibirliler.
Cinayetlerden, seçimleri karıştırmaktan, istemedikleri adayları tehdit etmekten hiç kaçınmıyorlar.
Kendilerine güvenleri sonsuz.
Bütün bu korkunç görüntülerine rağmen epey de şaşkınlar, geriye “inanılmaz belgeler” bırakabiliyorlar.
Biz nasıl bir ülkede yaşamışız?
Bizden habersiz neler olmuş?
Dahası devletten habersiz neler olmuş bu ülkede?
Okuduğumuz belgelerden, devletin bu ülkedeki denetimini tamamen kaybettiğini, çoktandır asıl denetimin Ergenekon’un ve ona bağlı bu dehşet verici “bağlantıların” elinde olduğunu anlıyorsunuz?
Şu anda hâlâ böyle örgütler işbaşında mı bilmiyoruz.
Ama fevkalade ürkütücü bir toplumda yaşadığımız kesin.
Kürtleri öldürüp kuyulara atıyorlar, yurtdışında cinayetler işliyorlar, milyonlarca dolarla oynuyorlar, devletten habersiz dinleme araçları alıyorlar, cumhurbaşkanlarını, başbakanları korkutuyorlar...
Bizim devlet, Kürt meselesini “demokrasi ve hukuk” içinde çözmemek için kendini hukuk dışına fırlatmış ve devlet olma niteliğini tümden kaybetmiş.
Şimdi yeniden “kontrolü” bu örgütten geri alabilmek için uğraşıyorlar anlaşılan.
Bütün bunları okuduğumda, nasıl güvenilmez bir ülkede yıllarımızı geçirdiğimizi daha iyi anlıyorum.
İşte o zaman “acaba yüksek ökçelerimizi” hiç çıkarmasa mıydık, bu canavarlıkları hiç görmese miydik diye düşündüğüm oluyor.
Görmeseydik bu kadar dehşete kapılmazdık belki.
Ama o zaman da daha çok insan ölürdü.
Cinayetler işlenirdi.
Seçimlere müdahale edilirdi.
Bu devletin yeniden kurulması gerektiğini kavrayamazdık.
Şimdi gerçekleri görmenin şaşkınlığı içinde “gerçek bir devlet” kurmanın zorunluluğunu da daha iyi anlıyoruz.
Bu ülkeye gerçek bir devlet lazım.
Ve, onu kuracak bu halktan başka kimse yok.
TARAF