Üsküp 600 Bin nüfusu ile Kuzey Makedonya’da yer alıyor. Üsküp’te yaklaşık 200 bin müslüman yaşadığı tahmin ediliyor. Arnavut halkının yüzde 90’ı müslüman. Arnavutluk’taki Arnavutlar arasında başta Katolik olmak üzere Hıristiyanlar mevcut, Kuzey Makendonya Arnavut müslüman halkı sahip oldukları tarihsel mefkure ile kaya gibi sağlam bir zeminde inşa etmişler hayatlarını. Paradoks o ki, Osmanlıyı emperyal olarak gören Arnavutlar ve bazı Arnavut müslümanlar İskender Beyi Osmanlı yayılmacılığına direnen bir kahraman görerek, bağlanmışlar. İskender Bey 1443 yılında Enderun Mektebinde komutan olarak yetiştirildikten sonra Osmanlı ordusunu terkediyor ve Katolik oluyor. Ardından amansız bir düşmanlık örneği ile Haçlılarla ve İtalyan Katolikleriyle işbirliğine gidiyor. Müslümanlığı terkeden ve Osmanlı ile savaşan bu figürün müslümanlar arasında karşılık bulabilmesi şaşırtıcı. Teselli verici yan ise İskender Bey mitosunun bir geleceğinin olmadığına ilişkin genel kanaat.
Kuzey Makedonya da ne paradoksal ne de simgeler anlamsız. Tersine anlam yaratmak için meydanlar birer cepheye dönüşmüş durumda. 2014 yılında Üsküp şehrinin milliyetçi sağ parti VMRO-DPMNE Partisi (Makedonya Dahili Devrimci Örgütü-Makedonya Ulusal Birliği için Demokratik Parti) öncülüğünde dönüştürülmesi adına 200 Milyon Euro ile 500 Milyon Euro arasında bir harcama yapıldığı söylense de gerçek çok üstünde olduğu yönünde. Arkeoloji ve Tarih Müzeleri açılmış, köprüler yapılmış ve çok sayıda heykel dikilmiş. Amaç müslümanların yoğun yaşadığı Taşköprü’nün kuzeyinde II. Filip heykelinin oğlu Büyük İskender’e selam çakarken görüldüğü gibi 2500 yıllık Makedon tarihinin ihtişam saçan simgelerini öne çıkarmak. Entelektüelerden, din adamlarına kadar Kuzey Makedonya’nın yapıtaşı kabul edilen figürler daha küçük boyutlarda Üsküp’ün en görünen yerlerine serpiştiriliyor. Zamanla bazı heykelciklerin kabulü hususunda tartışmalar çıkınca bazıları sökülüyor Ülkenin siyasal dalgalanmalarının ortasında şehir meydanlarında semboller ve idoller savaşı var. Zühri isimli Arnavut genç bir öğretmen gerçek faturanın 1 Milyar Euro olduğunu ve bu projenin 2008’den ekonomik krizinden sonra yapılmış olmasının sorumsuzluğuna dikkat çekti ve asıl amacın Arnavutları tarih sahnesinden de, hatıralarından da silmek olduğunu dile getirdi. Ülkenin toplam gelirinin o zaman 2 Milyar Euro olduğu düşünüldüğünde harcanan paranın büyüklüğü anlaşılıyor.
Kuzey Makedonya milliyetçiliği Yunan, Bulgar ve Sırp milliyetçiliklerinin arasında mütemadiyen denge arayışları ile ikame olmuş. Sırbistan’ın milli hayalleri Ortodoks kilisesini arkasına alarak Makedon Ortodoks Kilisesinin bağımsızlığını tanımayan bir yere savrulurken, Yunanistan’ın Veldes gibi Kuzey Batı bölgesinde Makedonya iddiası devam ediyor. Bu nedenle Avrupa Birliği adaylık sürecinin başlatılması adına Yunanistan vetosunu Makedonya Cumhuriyeti adının Kuzey Makedonya Cumhuriyeti olarak değişmesi şartına bağladı ve bunda başarılı oldu. Bugün Makedonya’nın resmi adı Kuzey Makedonya Cumhuriyeti. Bu adın Yunanistan için afaki bir risk taşıyıp taşımadığını merak edip Üsküp’te Logos-A yayınevi yöneticisi Eijmen İsmail’e bu soruyu yönelttim. Kendisi Doğu ve Güney Makedonya’yı, Kuzey Makedonya’nın gücü olsa bile alamayacağını çünkü Yunanistan’ın bu bölgelerde yoğun nüfus birikimine sahip olduğunu söyledi. Avrupa Birliği entegrasyon süreci de, bir motor güç olarak etnik sivrilikleri törpülerken, kültürel azınlık taleplerini canlı tutmaya devam ediyor. Nato üyeliği ise savaş gücü çok zayıf olan Kuzey Makedonya Cumhuriyeti için güvenlik sübabı görülüyor.
Kuzey Makedonya’dan otobüsle çıkıp Türkiye’ye yolculuk ederken etnik unsurların ulus devletlerin, dinlerin yer yer nasıl boğaz boğaza geldiklerini düşündüm. Balkan savaşlarından önce de Makedonya’nın dünyaya açıldığı topraklardan geçerken 19. yüzyılda tırmanan ve bugüne dek belki de hiç bitmeyen etnik ve milli kavgaların hırslarının sınırsızlığı hatırlamak bile çarpıcıydı. ‘Bu iştaha bugün bir nebze set çeken şey ya da -aslında kışkırtan- bu alanlardaki nüfus ve yerleşim mühendislikleri olabilir mi?’ diye düşündüm. Yunanistan ne kadar proje sahibi olursa olsun nüfus yoğunluğu el verdiği oranda Kuzey Makedonya’da söz sahibi olabilirdi. Tıpkı Kuzey Makedonya’nın açılım gücü için yeterli nüfusa sahip olmaması gibi. Lakin 200 yıllık sürecin sonucuydu bu durum. Eğer Osmanlı Devleti, her yana seyrek seyrek dağılan yerleşim birimleri yerine, içiçe geçmiş demografileri bütünlüklü organizmalar haline getirebilseydi, bütün dinginlenemez kaos ruhuna rağmen milliyetçi talepler engellenebilir miydi? Sağlıklı ve dünya ile muktedir bir rekabete girse dahi Osmanlı’nın bunu başarabileceğini sanmıyorum. Kendi kaderini tayin gibi özerklik çağrıları ve imkanları bunu zorlaştırırdı. Ama çözülmelere daha etkili reçeteler sunabilirdi.
Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlarda genişleme sağladıkça müslüman tebayı mahalleler olarak da ayırarak bir şehir modeli kurmak istemiş. Makedonya’yı da Kosova Vilayetinin bir parçası olarak 500 yıl yönetmiş.
14. yüzyılda İtalya’da Bologna Üniversitesi İbni Rüşd’ün (Avereos) adını gizleyerek müfredatına dahil etmekteydi. Osmanlı Balkanlarda esaslı bir kültür ve eğitim sıçraması yapabilir miydi, yaptı mı? Yapamadıysa neden? ‘700 yıldır Üsküp’ün Vardar Nehrinin coşkun sularına göğüs geren Taşköprü Köprüsü gibi daha geniş tabanlı sapsağlam bir İslam bilinci tesis edilseydi’ diye içimden geçirdim. Seyahatimin dolayısıyla bu esaslı sorunun üzerinden şimdi biraz zaman geçti. Cevabım şu olacak: İslam medeniyet dinamiklerinin tek bir toplumun homojen dönüşümüne dayalı olmadığını bir vakıa. Osmanlı imparatorluğunun çok milletli yapısının değişik toplulukları kendi aralarında akışına bırakması bir modeldi. Kolonyalizm tarihinde örneğin 1880’lerin Fransız başbakanı Jules Ferry insanları sömüren ve sömürülmeye layık olarak ikiye ayırırken zerre kadar sömürülen kesimlere sempati ve acıma duymuyordu. Müslüman örneklik buna izin veremezdi. İmparatorluk yönetiminin saltanat yapısı ile İslamiliği sorunludur elbette. Adına kolonyalizm de denilen sömürgeci mantık yukarıda belirttiğim örnekte gördüğümüz gibi seçici zorbalığını dayatırken gözünü kırpmaya bile gerek duymuyordu.
Üsküp’te Taksim Meydanı
Müslümanlar arasında adı Taksim olarak da geçen Makedonya meydanındaki at sırtındaki İskender Yunanlılara şu mesajı veriyor. ‘Hellenizmin babası benim. Bu topraklar Makedonya’dan daha eski ve ben daha kadimim’. İskenderin Hellenizm ile özdeşleştirilmesi Makedonlar tarafından enteresan. Çünkü Helenizme anlam atfederek sınırlar içindeki topraklara ‘Hellas’ adını veren de Yunanlılar. Bu noktada Makedonyallıların Hellenizmi atak şekilde sahip çıkmaları Makedonyalıların ‘Oyununu mu bozuyor?’ diye sordum kendi kendime. Ama Kuzey Makedonya sınırından Yunanistan’a girdiği kapıdaki ‘Hellas’ yani Helen memleketine hoşgeldiniz yazısı ‘Hellen’e’ ait olan konusunda amansız çekişmelerin yansımalarıydı. Oysa ki ülkelerin gümrük kapılarında görünür pasaport polisi bile yoktu. Kuzey Makedonya’nın üyelik süreci esnasında vizeden de muaf tutularak bir tür ön entegrasyon sağlanmıştı ama gümrük polisinin varlığını hiç bir şekilde hissettirmemesi yine de enteresan. (Otobüs yolcularının pasaportunu otobüs muavinleri toplayıp, Kuzey Makedonya çıkış ve Yunanistan giriş ofislerinde damgalatıp getiriyorlar. Ne yolcu polisleri görüyor ne de polisler yolcuları.) Buna karşın sınır kapılarında görünmez yüksek duvarların varlığını Makedonya sorunundan ötürü hissediyor insan.
‘Makedonya Tarihi’ yazısında John Shea toprak meselesinin toplumların muhayyilesindeki derin köklerine işaret ediyor. Makedonya bu yazıdaki vurguya göre bir Yunan mamulü. Çok tanrılı dönemde Yunanlılar kendi tanrılarına sadece Yunan memleketinde tapılabileceği şartını koşuyor. Bugünkü Makedonya’da o tanrılara tapınanlar ise tanrılar bizim bu topraklarda sizin değil diyor. Yunanlılarda kabul edilebilir çok tanrılılığın Yunan toprak hegemonyası dışında olmayacağını öne sürerek o zamanın dilinden milliyetçilik kartını öne sürerek tanrılar üzerinde tekel kurmaya çalışıyorlar. Kendi tanrılarını bile başkasından kıskanan bir ruh hali. Ya da başkalarının topraklarına tanrıları bahane ederek göz diken bir hesap. Tarihin bu kesiti, İsrail’in yerleşim yerleri adı altında işgalin boyutlarını geliştirme alışkanlıklarına yakın örnek gibi bu toprak savaşları.
Avrupa Birliği projesi bir zamanlar ‘Balkanizasyon’ denilen parça parça olmayı daha barışçıl gözüken ekonomik ve kültürel kalkınma modeli ile konsolodite ediyor. Bu tansiyonu kesip etnik, din veya profan temelli milliyetçi kavgaları söndürür daha doğrusu tarihin çöplüğüne atar mı? Bunu bilebilmek zor. Çünkü anormal (baskı durumlarında)her şey alabildiğine normalmiş gibi yaşanıyorsa tahammül büyüktür ve bu nedenle yeni bir kavgalar potansiyeli artmakta olduğunu söylemek mümkün. Bunu geçen 7 Ekim’de Filistin topraklarında farklı bir bağlamda gördük.
Arnavut müslümanların yaşattığı kültür ve bilhassa din olgusuna işaret etmiştim. Kendileri buna savunma hattı diyor. Müslüman Türkler bugün Türkiye’ye daha yakın bir aidiyet besliyor. Bunun bir nedeni Türkiye 1991 den bu yana Makedonya’nın bağımsızlığını Yunanistan’a karşı bir koz olarak da gördüğü için stratejik bir nüfuz alanı yakaladı. AKP iktidarı ile beraber dış siyaset çıkarcılığı daha fonksiyonel şekilde halkları birbirine yaklaştıran bir sürece girildi. Cumhuriyet dönemimin ülke dışındaki müslümanları ihmal etmesi daha doğrusu unutturması yerine rüzgar özellikle BalkanlardanTürkiye’ye doğru esmeye başladı. Türkiye’deki ki insanlar karşılıklı fırsatları yeterince farkedemezken çeşitli destekler ile yurtdışındaki müslümanların Türkiye yakınlığı arttı. Türkiye’de eğitim bursları bu alanda önemli bir katkı sağladı. Türkiye’de insanlar daha çok seyahat etmeye başladı. Aslında yıldan yıla seyahat sıklığı ve alışkanlıkları artmakta. Özellikle mirası milli sınırlara hapsetmeyen belgesel ve diziler ve sosyal medya sayesinde Balkanlar’a ilgi arttı. Öğrenci hareketliliği karşılıklı gelişti. Türkiye’deki üniversitelerde istedikleri bölümleri kazanamayanlar başta hukuk tıp ve diş hekimliği bölümlerine yılda 5,000 Euro’ya a varan okul ücretleriyle kayıt oldular. Çoğu iyi para harcayan bu gençlerin çizdiği imaj Üsküp müslümanlarını yer yer rahatsız ediyor. Üsküp’te doğma büyüme Eymen bunu bir rüyadan uyanmaya benzetti. Bu insanların yaptığı bir yanlış bile Türkiye’deki müslümanlar ve Türklerin imajını çizdiğini söyledi. ‘Turistler de bu olumsuz izlenime katkı veriyor mu?’ soruma ise ‘Hayır, Üsküp’teki müslümanlar onları genel geçer görüyor ama öğrenciler daha esaslı bir müktesabata işaret ettiği için ‘Malzeme bu mu’ diye dudak büküyorlar dedi.
Arnavut Müslümanlar
Arnavut müslümanların ümmet coğrafyasını daha kuşatıcı bir bakışa sahip oldukları anlaşılıyor. Bizim için Aliya İzzetebegoviç gibi değişik diyarlardaki Arnavutları ve diğer müslümanları kapsayacak ilham kaynakları gerekiyor diyen Eymen, İzzetbegoviç'i tutanların onun otoriter yanını severek hata yaptıklarını aslında Aliya’nın çocukluk ve temsil gücü yüksek siyaset anlayışı ile daha farklı bir tarz-ı siyaset arzuladığını dile getirdi. Destek verdikleri Demokratik Aksiyon Partisi adı bile bu arayışı seslendiren bir çağrışıma sahip.
Arnavut müslümanların Makedonya siyasetinde etkisi demografi ve kültürel anlamda yüksek ses vermelerinin ötesinde Mayıs ayında yapılacak seçimlerde koalisyon ortağı olmaları kuvvetle muhtemel görülüyor. Şu anda Sosyal Demokrat Partisinin (SDMS) yanısıra ile irili ufaklı altı parti ile kurulan koalisyon hükümeti başında. ‘Türklerin Demokrat Partisi’ ve ‘Makedonya’daki Türklerin Hareketi Partisi’ bu koalisyonun bir parçası oldular. Sosyal Demokrat Partisi iş başında. Sağ ideoliye sahip VRMO’nun seçimlerden birinci parti çıksa dahi, yeterli sandalyeye sahip olamayarak, Arnavutlar ile ittifak yapmak durumunda kalacağı tahmine bulunuyor. Arnavut seçmenin tercihini Sosyal Demokratlardan (SDMS) yana kullanarak, VRMO’yu hükümet dışında bırakması tercihe şayan görülüyor. Bu ağırlıktan dolayı Arnavutlar nüfüs oranlarını da aşan bir temsil gücüne sahip. Ama bu durum tesadüf değil. 2001 yılındaki Makedon-Arnavut iç çatışmaları tekrar etmesin diye dizayn edilmiş bir bu ortaklık zemini işliyor, siyasette. Önümüzdeki seçimde bu koalisyon imkanı aşırı sağ karşısında Arnavutlar denge unsuru gösteriliyor.
Balkanlar veya Avrupa’da etnik ve dinsel ayrımlar büyük bir parçalanma ve savaş ortamı yaratır mı? Tarih tekrar edecekse, en bilindik formda tekerrür etmez. Tek bir tarih olmadığı için son yüz elli yolda yaşananların dışında bir mukadderat mümkün. Şimdilik müslüman Arnavutların, Arnavutluk, Kosova ve Makedonya’ya dağılan demografisi ile bir dirilişi müjdelemekte. Arnavutluk başbakanı Enver Hoca’nın baskı rejiminin tortuları ile ABD etkisi altında kimlik buhranı yaşayan Kosova halkının bir kısmı için toparlayıcı olma anlamında kritik önemi haiz. Yugoslavya‘nın lideri Tito’ya gelince. Müslüman Türkler arasında onu bir kahraman olarak görme eğilimi dikkatimi çekti. Arnavut müslümanlarda ise Tito’ya sevgi ve nefret el içe geçmiş. Müslüman Türklerin bir kısmı güçlü lider bağlılığını öne çıkarıyor. Güçlü lider sevgisi Tito’ya bir sahiplenme getirdiği gibi Aliya İzzetbegoviç’i de güçlü lider yönüyle seviyorlar. Recep Tayyip Erdoğan’ın da güçlü lider algısı ile benimsenip, takdir görmesini biraz da bu güçlü lider damarı besliyor.
Erdoğan iktidarını her yönüyle bir imkan görüyorlar, özellikle Müslüman Türklerde bu eğilim daha belirgin. Arnavut müslümanların ise kırılganlıkları yüksek; çözümleri Balkan merkezli görüyorlar. Diğer yandan, kıyım ve zulümlerin getirdiği ‘travma’ bugün okuma gruplarının etkinlerine konu oluyor. ‘Üsküp’de Soykırım’ konulu bir ‘Okuma Atölyesi’ seçme öğrenci ve araştırmacılarla bu konuyu işliyor, 20 hafta boyunca. Arnavut müslümanlar, Osmanlıyı aşan tarihsel mefkureleri biraz ütopya biraz temenni biraz da yekten kurtuluş umdesi taşıyor. Travmalara set çekip, etnik meseleleri kaşımadan birlikte yürümek için zaman elverişli, hava müsait.