Doğu Türkistan'dan gelen korkunç görüntülerin etkisi hangi siyasi çıkar ilişkisiyle azaltılabilir. Eşleri, çocukları öldürülmüş ya da tutuklanmış kadınların Çin askeri ve polisine direnişleri, öfke ile acıyı aynı anda yansıtan yüz ifadeleri, çaresizliğe teslim olmuş bir halkın görüntüsü için ne söylenebilir. Gece yarısı arka sokaklarda yaşanan infazlar, sabah toplanan cesetler, yürütülen insan avı…
Olayların başlamasına neden olan, iki Uygur gencin yüzlerce kişi tarafından bir caddede linç edilmesine yönelik korkunç görüntü, yine yüzlerce kişinin çevredeki binalardan bu vahşeti seyretmesi, hiçbir güvenlik mensubunun olaya müdahale etmemesi, Urumçi'de yaşananları da açıkça ortaya koyuyor. Yüzlerce kişinin arasından kaçmaya çalışan iki gencin linç anını görünce, Doğu Türkistan'da böyle kaç linç girişimi olduğunu soruyor insan kendine. Tecavüz edilip öldürüldükten sonra sokağa atılan, bıçaklanarak ya da dövülerek öldürüldükten sonra yol kenarına bırakılan cesetlere bakınca, o gece Urumçi'de hayatını kaybeden 156 kişinin yaşadıklarının korkunçluğu az çok tahmin edilebiliyor.
Tahminlerin ötesinde, askeri araçların önüne dikilen o kızın, çaresizlik içinde acıyla yol kenarına yığılan kadınların, kucaklarında bebekleriyle feryad edenlerin yüzlerindeki ifade her şeyi ortaya koyuyor. Pekin yönetimi, hangi açıklamayla, hangi siyasi gerekçeyle, hangi soruşturma sonucuyla bu görüntüleri hafızalardan silebilir! Sömürge görülen bir topluma, birer meta olarak kabul edilen insanlara yapılan barbarlığın ölçüsüzlüğü için ne söylenebilir?
Sadece bu olay mı? Bundan önce yaşananlar var, bundan sonra yaşanacak olanlar var. Doğu Türkistan halkının özgürlük mücadelesine ve ödediği bedellere ilişkin kısa bir hatırlatmayı aktaralım:
Binlerce yıllık devlet geleneği olan Uygurlar, 1760 yılında Çin istilasına maruz kaldı. 1863 yılında, bütün ülke çapında başlatılan kurtuluş hareketi sonrası bağımsızlık kazanıldı. 14 sene devam eden yeni devlet, Osmanlı idaresiyle temasa geçen ve Osmanlı Devleti'ne tabi olan ilk Doğu Türkistan Devleti oldu. Bölge 1876 yılında Çin yönetimine geçti. Korkunç bir imha ve asimile hareketi başladı, bölgenin, kentlerin, kasabaların, köylerin isimleri değiştirildi.
1933 yılından 1968 yılına kadar onlarca kez bağımsızlık mücadelesi verildi. Devletler kuruldu, özgürlük kısa aralıklarla elde edildi. 1953 yılında bütün Doğu Türkistan çapında Çinlilerin gayri insani uygulamalarına karşı genel bir silahlı ayaklanma baş gösterdi. Komünist Çin ordularının komutanı olarak Doğu Türkistan celladı olarak bilinen Vang Cin 'Devrim aleyhtarı unsurları yok etmek' sloganı ile 250 binden fazla insanı öldürdü. 1955 yılında Hoten'de Atçu ve Aksu'da büyük çapta ayaklanmalar meydana geldi. Çin ordusu silahsız halk üzerine ağır silahlarla ateş açarak yüzlerce insanı öldürdü.
1962 yılında 9 siyasi yeraltı teşkilatı siyasi yönden harekete geçti. İli ve Çöçek bölgelerinde gösteriler düzenlendi. Çin askerleri göstericilerin üzerine ateş açarak bu gösterileri kanlı şekilde bastırdı. 1 milyondan fazla Türk, bölgeden Kazakistan'a ilticaya mecbur bırakıldı. 1967-1968 yılları arasında kurulan 300'den fazla silahlı teşkilat ortaya çıkarıldı. Mensupları tutuklanarak kurşuna dizildi.
1981 yılında Urumçi şehrinde ilk defa demokratik mücadele patlak verdi. 1985 yılının Aralık ayında 10 bin öğrenci, Urumçi Üniversitesi'nde dersleri 1 hafta süre ile boykot ederek sokaklara döküldü. 1990 yılının Nisan ayı başlarında Kaşgar'ın Baren kasabasında Çin işgal yönetimine karşı silahlı ayaklanma patlak verdi. Doğu Türkistan İslam Partisi'nin mücahitleri Çin askerleriyle savaştı. Büyük bir bölümü çarpışmalarda şehit oldu. Binlerce Müslüman Türk tutuklandı. Bu olay Çin hükümetini derinden sarstı.
Ve özgürlük mücadelesi devam ediyor…
Son olayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Urumçi ziyaretinden on gün sonra başlamasına dün burada özellikle dikkat çektim. Geziyi izleyen Uğur Ergan'ın aynı konuya ilişkin izlenimlerini paylaşalım:
“Gül, Urumçi'de hiçbir sorunla karşılaşmadan Uygur gelenek ve göreneklerine göre, olabileceğin en üst seviyesinde ağırlandı. Sincan Üniversitesi'nde “Fahri Profesörlük” aldı. Bine yakın Çinli ve Uygur öğrenciye seslenip, dostluk ve kardeşlik mesajları verdi. Her cümlesi alkışlarla kesildi. Uygurlar ve Çin yönetimi Gül'ü ve beraberindeki heyeti el üstünde tutmak için ne yapacağını şaşırdı.”
“Aslında ABD, Fransa, Almanya ve İngiltere'nin “insan hakları savunucuları” Çin'deki “özgürlük ateşini” 4 Haziran'da Tianenmen olaylarının 20. yıldönümü nedeniyle ateşlemek istiyorlardı. Ancak Çin'in aldığı önlemler sonucu bu tezgah tutmadı.”
“4 Haziran'ın sakin geçmesinden sonra Hong Kong kökenli haberlerde Uygur Türklerinin rahatsızlığı işlenmeye başlandı. Bu durum Gül'ün Çin ziyaretini hazırlayan Türk ekibinde ciddi endişe yarattı. Türk yetkililer, provokasyon korkusunu sürekli yaşadı.”
“Türk birimlerinin bir şekilde ulaştığı bilgiler, Batılı 'insan hakları savunucuları'nın, 'Gül Urumçi'deyken çıkacak olaylar, kör göze parmak olurdu' değerlendirmesi yaptığını da ortaya koydu.” “Gül'ün Çin ziyaretinde 8 ayrı Türk firmasının başta enerji ve maden sektörü olmak üzere 3 milyar dolarlık ortaklık anlaşması imzalaması, büyük bir Çin otomotiv devinin 600 milyon dolarlık yatırımla Konya'yı, öncelikli dış yatırım listesinin ilk sırasına alması, siyasi konularda iki ülke arasında hiçbir sorunun olmaması, BM Güvenlik Konseyi'nde sıkı işbirliği, “insan hakları savunucularının” canını iyice sıkmaya başladı.”
Yaşanan trajedi, dehşet, haklı dava, acımasız Çin baskısı, direniş tarihi ve son olaylar... Ancak yine de sanki bir yerlerde “kan üzerinden bir oyun” tezgahlanmış olabilir mi? Türkiye Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinden on gün sonra böylesine bir dehşetin yaşanması akla çok şey getiriyor…
YENİ ŞAFAK