"Üniversite'de Müslümanlar ve Değişim Süreci"

Özgür-Der Üniversite Gençliği, “90’lardan Günümüze Üniversitede Müslümanlar ve Değişim Süreci” konulu bir panel düzenledi.

Özgür-Der Üniversite Gençliği’nin düzenlemiş olduğu panel, İstanbul Üniversitesi Güzel Sanatlar Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. 28 Şubat ve bu süreçte sergilenen direnişin işlendiği sinevizyon gösterisinden sonra başlayan ve Fatma Turan’ın yönettiği panelin konuşmacıları, Musa Üzer ve Hülya Şekerci oldu.

İlk olarak söz alan Musa Üzer, 28 Şubat sürecindeki tutum farklılarından bahsederken bu dönemdeki pratiğimizden örnekler verdi. 28 Şubat darbesinin genel olarak başörtüsü ve İmam-Hatip’ler üzerinden gerçekleştiğini vurgulayan Üzer darbe ve sonrası dönemde yaşanan gelişmelerin insanları karamsarlığa ittiğini belirtti. Ayrıca gençlerin sorunları üzerinde duran Üzer, İslami hareketlerdeki sıkıntılı durumun gençlere de yansıdığını kaydetti.

Üzer’in konuşmasından notlar:

“28 Şubat’ta eylemlerde binlerce kişi yürüyordu. Buna rağmen kısa bir süre sonra hiçbir okula başörtü ile girilemez hale gelindi. Bu problemin çözüldüğünü görmeye bizim ömrümüz yetmez düşüncesine kapılmıştık, Allah’ın inayetiyle bugün farklı bir duruma geldik.

28 Şubat’ta darbe başörtüsü ve devamında İmam-Hatip’ler üzerinden gerçekleştirildi. Başörtülü kardeşlerimiz buna karşı bir direniş gösterdi. Biz eylemlere başlarken başarılı olabileceğimize ihtimal vermiyorduk. Devletin gücünün farkındaydık fakat bu işin bizim sorumluluğumuz olduğu bilincindeydik. Hamdolsun ki bugün geriye baktığımızda başımızı öne düşürecek, keşke bunu yapmasaydık diyeceğimiz bir pratiğimiz yok.

İslamcı Hareket Üniversitelerde Başladı

İslamcı hareket üniversitelerde başladığını söylemek yanlış olmaz. Üniversite öğrencilerinin çabaları zamanla sistemleşmiştir. Fakat bilinmesi gereken bir şey vardır ki o da bu insanların tüm samimi çabalarına rağmen bilgi birikimlerinin yetersiz olduğudur. Bu insanların bilgileri sınırlı düzeydeydi. İslamcılığın oluşum süreci böyle bir eksikliği haiz olsa da 90’lara belirli bir hareketlilik ile girildi. 1985-95 arası zaman dilimi, okumaların yapıldığı, duyarlılığın söz konusu olduğu bir dönemdi. Ancak bu canlılık ve duyarlılığın mahiyeti sıkıntılıydı.

Müslümanlar,  Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir tasfiyeye maruz kalıyor. İslami hareket bir dönem susturuluyor. Ancak bir müddet sonra İmam-Hatipler, İlahiyat bölümlerinin de açılması ile birlikte  bir canlılık meydana geliyor. MTTB, Akıncılar gibi yapılar bu sürecin önemli aktörleri oldular. Bu yapılar toplumda dini hassasiyetin artırılmasında önemli bir işlev gördüler.

Yasağın Olduğu Yerde Direniş Vardı

90’larda Refah’ın koalisyon şeklinde yönetime gelmesi ile birlikte darbe süreci de işletilmeye başlatıldı. Yasakların ortaya çıktığı bu dönemde Müslümanlar yasakların olduğu her yerde direniş gösterdiler.

Bu dönemde ayrıca Gülen Cemaati’nin ortaya koyduğu farklı bir tutumdan söz edebiliriz. Müdahane yapılarak yasağın aşılabileceğini düşünen bu çevre direnişe katılmadı. Bu yanlış tutumun yanında bir de direnen fakat direnişin İslami kimlik üzerinden değil insan hakları gibi sistemi rahatsız etmeyecek renksiz, ideolojisiz bir söylem üzerinden yürütülmesi gerektiğini ifade edenler de oldu. Bu metodun başarılı olmadığını gelişen süreçte görmüş olduk.

Yenilginin sahibi yoktur galibiyet ise paylaşılamaz. Darbe süreçlerinde önce teori sorgulanır hale gelir. Ardından ise örgütsel iflas, dağılma gelir. Ahmet Kekeç’in ‘Yağmurdan Sonra’ ve Mehmet Efe’nin ‘Mızraksız İlmihal’ kitapları, yaşanan teorik iflasa iyi bir örnektir. Bu süreçte İslamcılığın kökü dışarıda olduğunu ifade edip uzak duran bu ve bunun gibi isimler, Seyyid Kutup ve Mevdudi’yi reddedip Ahmet Hamdi Tanpınar, Nureddin Topçu, Yahya Kemal Beyatlı’nın asıl köklerimiz olduğunu savundular.

Esasen o dönemde Müslümanların eşyayı, Kur’an’ı anlamlandırmada sıkıntıları vardı, sistem tahlillerinde, toplum değerlendirmelerinde sıkıntılar vardı. Bu problemler bugün de var olan problemler. ‘Biz nasıl mücadele ederiz?’ sorusunun teorik bir cevabı ya da karşılığı yoktu.

Cemaat Sorgulamayı Gerektirir

Bizim dinimiz bize cemaatle hareket etmeyi öğretiyor. İslam’da bireysel bir Müslümanlık söz konusu olamaz. Bunun yanında bir cemaate dahil olmak; cemaatin kararlarını sorgulamadan kayıtsız-şartsız kabul etmek anlamına gelmez. Aksine cemaat olmak, kararları sorgulamak, birbirine iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, istişare etmek anlamına gelir. Emr-i bil maruf, nehy-i anil münker yatay bir ilişki gerektirir ve bu konuda hiyerarşiden söz edilemez. Bugün bazı İslami yapılar, mesela Gülen Hareketi’nde itaat yapısının olduğunu söyleyip bunu eleştirirken kendi yapılarının da bundan farklı olmadığını göremiyorlar. Bu anlamda abi ve ablaların takipçisi olup söylediklerini sorgulamak gerekiyor.

Var olan cemaat yapılarının ortaya koyduğu gençlik de haliyle bünyesinde bazı sorunlar barındırıyor. Gençlik devrimci-dinamik olmalıdır. Fakat bugün abilerinin oluşturduğu kurgudan kaynaklanan ve iktidarda AK Parti’nin bulunmasıyla ilişkili olarak devlete bürokrat yetiştiren bir yapı ortaya çıktı.

Son gelişmelerde Gülen Hareketi’ne mensup savcı ve polislerin bütün emeklerini bir tarafa bırakıp önderinin emri ile bir nevi kamikaze yaptıklarına şahit olduk. Yapılan yanlış fakat bu bir kişinin cemaati yapabileceği fedakârlığa ciddi bir örnektir.

Gençlerin Bilgi Edinme Yolları Yanlış

Ayrıca gençlerin bugünkü bilgi edinme yollarında da sıkıntılar söz konusu. Eskiden kitaplar vasıtasıyla bilgi edinilirken şimdi sanal ortamda bilgi ile ilişki kuruluyor. Vaktinin büyük bölümünü internet karşısında geçiren gençler bir kulak doygunluğuna sahip oluyorlar fakat bir şey öğrenmiyorlar.

Türkiye’de sosyal-siyasal olaylarda dili sol ve liberal çevreler belirliyor. Müslümanlar da bundan etkilenerek yöntem bulmak yerine belirlenen seçenekler arasından seçim yapıyor. Sivas olayları hakkında Müslümanların değerlendirmeleri buna güzel bir örnektir. Sivas olaylarının her yıl dönümünde solcular çıkıp Müslümanlardan özür bekliyor. Bakıyorsunuz, birileri Müslümanlar adına özür diliyor. Camiada hegemonya oluşturuyorlar. İnsan okur, araştırır, dersine çalışır. Olay neydi, nelerden ibaretti? Sivas olayları sebebiyle içeri girip henüz özgürlüğüne kavuşamamış olan bir sürü Müslüman var. Neden bunlardan bahsetmiyorsun?

Sosyal-siyasal olaylarla ilgili zaafalar Müslüman gençlerde de görülüyor.  Bu zaaflar dönem ile açıklanıyor. Fakat aynı dönemi yaşayan sol-sosyalist gruplara mensup gençler Müslümanların üniversitede kurduğu stantlara saldıracak kadar hareketlilik içindeler. Müslüman gençler ise pasif ve ezik bir karakter çiziyorlar. Sol kesimler Esed gibi bir katili savunabiliyorken Müslümanlar haklı oldukları Suriye davasını yeterince sahiplenemiyorlar. Bu hem mücadele azmi ile hem de zihniyetleri ile ilgili. Bu zaaflardan uzak kalıp kaçınabilmek için özellikle gençlerin kesinlikle sistemli okumalara ve ciddi cemaatsel ilişkiye ihtiyacı var.”

Üzer’in arkasından sözü alan Hülya Şekerci, 28 Şubat sürecinin Türkiye tarihinde benzeri olmayan bir olay olduğunu ve o dönemde rejimden kaynaklanan baskıların yanında Müslüman kadınların bir de geleneksel anlayışın dillendirdiği sıkıntılarla boğuşmak zorunda kaldığını ifade etti. Gençlerin referans eksikliğinden bahseden Şekerci Özgür-Der’in kuruluş sürecinden de bahsetti.

Şekerci’nin konuşmasından notları:

“İzlediğimiz video bana o sıkıntılı günleri hatırlattı. O günlerde Müslüman kadınlar, dinamo görevi gördü. Eylemlerde, horlanmaya, polis şiddetine vb rağmen sebat ettiler. Bu aslında yeni bir bilinç anlamına geliyor. Önceki dönemlerde böyle bir bilinç söz konusu değildi.

28 Şubat Başörtüsüne Saldırıydı

80’lerin sonundaki başörtüsü yasağı sırasında da bir direniş ortaya konulmuştu. Hatta biz de direnişe destek vermek adına lise okuduğumuz o yıllarda meclise şikayet telgrafları gönderirdik. Fakat o dönemde direnenlerin sayısı beş-on kişiden ibaretti. Bu sayı 28 Şubat’ta on binleri buldu. 28 Şubat Müslümanlara özellikle başörtüsü üzerinden bir saldırıydı. Biz başörtümüzü, kimliğimizin bir tezahürü olarak gördük.

Özgür-Der Beklentileri Yükseltti

Rejimin birçok baskısına maruz kalan kadınlar bir de ‘zaten kadının üniversitede ne işi var’, sloganlarımızla ilgili ‘kadın sesi haramdır’ vb geleneksel yaklaşımlarla uğraşmak zorunda kaldılar. Biz bu sıkıntılı dönemde Özgür-Der’i kurduk ve bu, beklentileri yükseltti. Beklentilere örnek olarak, bu dönemde bize ulaşan bir kardeşimiz yaşadığı bölgedeki sıkıntılarla ilgili ne yapılabileceğini sordu. Biz de ona hukuki yollara başvurmasını önerdik. Bunun çözüm getirip getiremeyeceğini sorduğunda sorunu çözmeyeceğini söyledik. Bu cevap karşısında kardeşimiz ‘O zaman bu derneği niye kurdunuz’ diye sordu. Açıkçası başörtüsü yasağından sonra sorunun yakın zamanda çözülebileceğini düşünmüyorduk. Çocuklarımızı okula gönderip göndermemeyi düşündüğümüz o dönemlerden çok şükür bu günlere ulaştık.

Nicelik Artarken Nitelik Azalıyor

O dönemde Müslümanlar niceliksel olarak azken nitelik olarak iyi durumdaydı. Bugün ise niceliksel bir artış görülmekte. Mesela başörtülü sayısı her alanda arttı. Fakat kaçınılmaz olarak niteliksel bir düşüş meydana geldi. Bugün başörtüsünün şekli konuşulurken fıkhi ölçülere vurgu yapılıyor lakin meselenin takva boyutu unutuluyor.

Modernizm Herkesi Vuruyor

Bugünkü tesettür anlayışında bazı sıkıntılar var. Tabi bu meseleyi sadece kadınlarla sınırlandırmak yanlış olur. Tesettür hem erkekler hem kadınlar için bir gerekliliktir. Kadınların tesettürü erkeklere göre daha kapsamlı olduğu için modernizmin Müslümanlar üzerindeki etkileri daha çok kadınlar üzerinden gündeme getiriliyor. Modernizm erkeği, kadını, aileyi vs herkesi etkiliyor.

Modern zamandan post-modern zamanlara geçişle birlikte kültürel durumda değişiklik meydana gelmiştir. Bugün Müslüman kadınlar tarafından, kadın meselesi ile ilgili yapılan eylemlerde feminist bir dil kullanılabiliyor. Müslümanlar kendilerini ifade ederken sığınmacı bir dil kullanılıyorlar. Müslümanlar bütün hakların takipçisini olduğunu söylediklerinde önlerine ‘eşcinsellerin haklarını da savunup savunmadıkları’ sorusu getiriliyor. Onlar ise bu soruya cevap veremiyorlar. Halbuki bu Lut Kavmi’nin helakına sebep olan Allah’ın yasakladığı bir iştir.

Gençlerin Referansları Eksik

Bu acziyet kendini gençlerde de gösteriyor. Bunun sebebi gençlerin bilgi, birikim, pratik ve perspektif  eksiklikleridir. Geldiğimiz süreçte gençliğin ilgi alanlarının da değiştiğini söyleyebiliriz. Toplu şiir okuma gibi etkinlikleri yapan gençliğe artık Kur’an okuma grupları ya da tefsir çalışmaları banal geliyor. Aslında gençlerin bu konuda referansları eksik. Oysa bizi belirleyecek olan bu çalışmalardır. Bununla birlikte başka bir problem de Kur’an çalışması yapılsa dahi bunun sahadaki yansımasının eksik kalması, bu yansımaların görülmemesidir. Mesela hem Kur’an okuyup hem de Esed’in yanında yer almak, muhalifleri karalayıcı söylem kullanmak tezat oluşturmaktadır. Bu durumda mevzu Kur’an okumak değildir. Kur’an’ı hayata yansıtmanın üzerinde durulmalıdır.

Her şeye rağmen nesil git gide bozuluyor düşüncesine katılıyorum. Aksine sayısı gittikçe artan nitelikli bir gençliğin olduğunu düşünüyorum.”

Program, sunumların ardından gelen soru-cevap kısmı ile sona erdi.

Haber: Ali Ekber Konuk

Etkinlik-Eylem Haberleri

Esed katilinin yerli işbirlikçileri hesap verecek!
Özgür-Der ve Fetih Vakfı, Halep’te halka gıda yardımında bulundu
Özgür-Der, Gazzeli kardeşlerimize temiz su ve sıcak yemek dağıtımı yaptı
Antalya'da İsrail'in Filistin'e yönelik saldırıları protesto edildi
“Sanal kimliklerin inşası: Hakikat mı kurgu mu?”