Rastgeldi televizyon ekranında da izledim. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Gölköy Kampüsü'nde bir grup genç Irak işgalinin yıl dönümünde bir açıklama yapmak istemişler. Gençler “Yurtsever Cephe” denmiş.
Sadece bir “açıklama” yapmak istiyorlar, o kadar.
Üniversite genel sekreteri “rektörlükten izin alınmadığı için” açıklama yapılmasına izin vermemiş.
(İyi valla... Irak işgalini protesto etmek için de mi “rektörlük izni” gerekiyor.)
Gençler genel sekreterin koyduğu “açıklama yasağı”na uymayarak başlamışlar slogan atmaya. Şu türden sloganlar: “Irak halkı yalnız değildir”. (Görüyorsunuz;”izin” gerektiren cinsten sloganlar da değil bunlar.)
Sonuç malum: Özel güvenlik ve jandarmanın öğrencilere müdahalesi.
Ama ne müdahale...
Ekranda gördüm; söz konusu kuvvetler öğrencileri nasıl da iştahla püskürtüyorlardı.. Sanırsınız ki, Bağdat'da Amerikan askerleri bir gösteriye müdahale ediyor.
Öğrencilerin yediği dayağın önümdeki gazetede fotoğrafı var.
Bir jandarma ve bir özel güvenlikçi bir genci aralarına almış nasıl da dövüyorlar...
Jandarma bu tür püskürtme eylemlerinde daha tecrübesiz olduğundan, (fotoğraftan aktarıyorum) elindeki tüfeğin dipçiğini önündeki gencin kafasına var gücüyle vurmak üzere... (Eğer o eylem tamamlandı ise, öğrenci mutlaka hastanelik olmuştur.)
Televizyonda gördüğüm bir dayakzede dayakçısına “Ya ne oluyor, ne yaptık biz?” diye soruyordu şaşkın bakışlarla.
Ne dersiniz, üniversitenin genel sekreteri odasının penceresinden olup biteni seyretmiş midir acaba?
“İzinsiz 'açıklama'nın cezasının kafa çatlatmak olduğunu öğrenmişsinizdir artık” diyerek tabii.
İkinci olay Gazi Üniversitesi'nden.
Üniversitedeki bir merkezin açılış töreni Mevlid Kandili'ne rastgelmiş. Açılış sonrası “kokteyl”, kokteylde de alkollü içki servisi var.
Bir grup öğrenci (“bir grup ülkücü genç” diyor Zaman'dan Mümtaz'er Türköne) durumu protesto etmiş. “Müslüman mahallesinde salyangoz sattırmayız” sloganı atarak. Tabii olarak “bir gerginlik” yaşanmış.
Üniversitenin rektör yardımcısı olayın ardından yaptığı açıklamada “Kandile özellikle denk getirmedik ama denk de gelebilir. İsteyen alkol alır, istemeyen almaz. İbadet isteyen kokteyle katılmaz, Bizim ne yapacağımıza öğrenciler karar veremez. İnsanların özel hayatını onlar düzenleyemez” demiş.
Zaman yazarı bu açıklamayla “Yargıtay Başsavcısı'nın şapka çıkartacağı cinsten 'laik' bir karşılık” diyerek dalgasını geçiyor. Bununla da yetinmeyip, söz konusu olayı hakiki laiklik açısından değerlendirmeye başlıyor.
Türköne'nin ilk itirazı şöyle:
“ 'İnsanların özel hayatını onlar düzenleyemez' itirazı önemli. İyi de, kamusal bir mekânda, kamusal bir aktivitenin içinde 'şerefe' diye yukarıya kaldırdığınız içki kadehi özel hayatınıza ne ölçüde dahil olabilir? Üstelik durumu protesto eden öğrenciler, ikram edilen içkilerin parasının öğrenci harçlarından karşılandığını belirtiyorlar. Doğru mu? (...) Kamu kaynakları ile 'özel hayat' olur mu? Hangisi doğru?”
Türköne'nin bu noktadan sonra kokteyl ile “iddianame”deki laiklik yorumunun karşılaştırılmasına geçtiğini gözlemliyoruz. Sonuç şu çıkıyor: “Mevlid Kandili'nde bir açılış kokteylinde içki içmek 'laik yaşam biçimi'nin gereğidir.”
Sonra sıra bir soruyla tekrar “kokteyl”e geliyor: “Peki kamu kaynaklarını kullanarak kamusal bir mekânda dindar insanların rencide edilmesi laikliğin gereği ise, Gazi Üniversitesi'nde yaşanan olayın benzeri gerginliklerden toplum nasıl korunacak?”
Sorunun devamında verilen “laklik” tanımı epeyce problemli: “akla uygun bir toplum düzeni. Akıl, toplumu barış içinde yaşatacak bir genel çerçeve oluşturmaya çalışıyor.”
Bu tanımdan sonra da şu kıssadan hissenin sırası geliyor: “Halbuki bilimin deryasına dalmaya gerek yok, akla uygun basit bir muhakeme bile bize, Mevlid Kandili'nde kamu mekânında kamu kaynakları ile içki servisi yapılmasının toplumsal barışa, yani laikliğe aykırı olduğunu bize gösteriyor.”
Toparlayacak olursak: Dikkat edersiniz, “Mevlid Kandili'nde kamu mekânında kamu kaynakları ile içki servisi yapılmasının toplumsal barışa, yani laikliğe aykırı olduğu” yolunda bir laiklik yorumuyla ilk kez karşılaşıyoruz. “Laiklik” dediğimizde -tabii olarak- “laik devlet”ten söz ediyorsak, bu değerlendirmenin baştan sona yanlış olduğu besbelli. Besbelli, çünkü burada laiklik bahsine ilişkin terimlerden-kavramlardan eser yok; sadece “alkollü içecekler” var. “Alkollü içeçekler” merkeze alınarak laiklikten söz edilemeyeceğine göre de, geliştirilen “teori”nin temeli yok.
Bir kamu üniversitesinde Mevlid Kandili'nde alkollü içecek servisi yapılmasını “özensizlik” vs gibi bir noktadan kalkarak eleştirseniz, ortada sorun olmaz elbette. Ama analizinizi altını birkaç kere çizerek “kamu mekanı”, “kamu kaynakları” gibi kavramlarla çerçevelemeye kalkarsanız “teori” hemen o an uçuverir. Hele bir de buradan kalkarak bir grup öğrencinin malûm sloganla yaptığı gösteriyi haklı çıkarmaya soyunursanız, iş bu sefer “teori”yi de aşıp son derece sakıncalı bir “pratiğin” övgüsüne dönüşür.
Bana göre Türköne, analizinin merkezine bir grup öğrencinin (o “Bir grup ülkücü” diyordu) kendilerini uzaktan yakından ilgilendirmeyen bir olaya ilişkin ortaya koydukları müdahalenin analizini yerleştirse idi çok daha tutarlı bir “laiklik” değerlendirmesine ulaşırdı.
“Kamu mekanı”, “kamu kaynakları”, “Mevlid Kandili”, “içki servisi yapılmaması”, “akla uygun bir toplum düzeni olarak laiklik” .. Görüyorsunuz; yan yana gelince üzerinden hiç de iyi koku çıkmayan bir birliktelik bu... Uzak durmak gerekir.
Yeni Şafak gazetesi