Kütahya'daki cinayet hepimizin yüreğini ağzına getirecek türden. Hasan Şimşek, bir üniversite öğrencisi ve bıçaklanarak öldürülüyor. Bu cinayetin siyasî kamplaşmalar, kutuplaşmalar sonucu işlendiği, üniversitede uzun süredir gerginlik yaşandığı söyleniyor.
Yüreğimizin ağzına gelmesi, siyaset kokan cinayetlerin çoğalması ihtimalinden. Uzun süreli bir gerginlikten sonra kan dökülünce karşı taraf intikam peşine düşer. Siyaset, bu nefrete geniş bir taban ve katılım sağlar. Şükür ki bu sefer böyle değil.
Kütahya Ülkü Ocakları Başkanı Selçuk Alıç, cinayetten hemen sonra hastane önünde biriken gençleri teskin ediyor. Öfke ve intikam yerine sükunet telkin ediyor. Provokasyonlara gelmeyeceklerini, sorumluların yakalanarak cezalandırılması işini adalete havale ettiklerini söylüyor. 'Bizi bu olayların içine kimse çekemez' diyor. Sağlam bir sağduyu ve bir gençlik lideri için güçlü bir feraset. Demek ki endişe etmemize gerek yok. O gün, hastane morgunda talihsiz gencin bedeni daha soğumadan, dışarıda intikam yeminleri edilebilir, 'kana kan intikam' sloganı yeri göğü inletebilirdi. Kimse oyuna gelmiyor ve gelmeyecek.
Katil zanlıları tutuklandı. Ülkü Ocakları Başkanı'nın söylediği gibi adalet işini yapıyor.
Ancak yine de yanlış giden şeyler var. Emniyetin hataları ortada. Uyarılar dikkate alınsa bu cinayet önlenebilirdi. Ama asıl suçu ve suçluyu üniversitede aramak gerekir. Ülkü Ocakları'nın genç başkanı gibi, gençlere sükunet telkin eden hocalar yok muydu? Üniversite yönetimi, öğrenciler arasında büyüyen gerginliğe müdahale etti mi? Bir tedbir alındı mı? İdarî denetim dediğimiz ne işe yarar? YÖK hemen bu üniversitenin rektörünü görevden almalı. Olayların çıktığı fakültelerin dekanları da açığa alınmalı. Hiç olmazsa diğer üniversitelere sorumlulukları hatırlatılmış olmaz mı? Öğrencisini teskin edemeyen, gerginlikleri yumuşatamayan üniversite yönetimi ne işe yarar? Üniversite yönetimlerinin, huzuru ve öğrencilerin can güvenliğini temin etme sorumluluğu yok mu? Dumlupınar Üniversitesi'nde öğrenci kantinlerine inip öğrencilerle hasbıhal eden, şikâyetlerini dinleyen hocalar var mı? Rektör öğretim üyelerini bu konuda teşvik etmiş mi?
Toplumda huzurun ve barışın egemen olması, herkesin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesine bağlı. Türkiye'nin toplumdan ekonomiye, oradan devlete uzanan güçlü kurumları var. Üniversiteler -birkaç istisna dışında- en geride kalan kurumlar. Tam tersine ülkenin önüne düşüp, önümüzü aydınlatması gereken bu kurumlar giderek büyüyen bir yüke dönüşüyorlar. Tek tek öğretim üyelerinin yeteneklerinden, birikimlerinden değil üniversitelerin kurumsal yapılarından bahsediyorum. Bu kurumsal yapı, toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak durumda değil.
Cumhurbaşkanı, son rektör atamalarında herkesi şaşırtan kararlar verdi. Kendisinden beklendiği şekilde, başörtüsü özgürlüğünü savunan rektör adayları yerine en çok oyu alanları, YÖK'ün sıralamasına itibar etmeyerek atadı. Çok doğru bir iş yaptı. Çünkü üniversitelerde gündemdeki her tartışmanın basit bir araca dönüştüğü dar iktidar kavgaları sürüyor. Rektörlerin yetkileri, ortaçağ feodal senyörlerinden daha fazla. Ortaya bir dikta yönetimi çıkıyor. Diktanın altında bilim ve eğitim gelişir mi? Peki bu kadar yetkiye sahip olan rektörler, öğrencilerinin can güvenliği ve üniversitedeki huzur ortamından sorumlu değil mi?
YÖK'ün Kütahya'daki cinayeti mercek altına alması ve üniversiteye düşen sorumluluğu araştırması lâzım. Bir öğrencinin hayatından daha değerli ne olabilir? Rektör açığa alınsa, bu cinayete yol açan olaylarla ilgili YÖK bir idarî soruşturma yürütse, diğer üniversitelerin dikkati çekilmiş olmaz mı? Kenarda seyirci gibi duranların sorumluluğu başka nasıl hatırlatılır?
Dumlupınar Üniversitesi öğrencisi Hasan Şimşek'e Allah'tan rahmet, yakınlarına ve arkadaşlarına da sabır ve başsağlığı diliyorum.
ZAMAN