Yurttaşlarının mutluluğu ve esenliği açısından Türkiye devletinin bütünlüğünün ve halkının birliğinin korunmasının hayati bir önemi var. Bu görüşü paylaşmayanlar, muhakkak ki küçük bir azınlık.
Öyle ki, ne DTP, ne Kandil (Murat Karayılan), ne de İmralı (Abdullah Öcalan) ayrılmayı savunuyor; ülke bütünlüğü, hatta "üniter devlet" içinde çözüm istiyor. Federasyon isteyen Kürtler de var, ama çok azınlıkta. Esas tartışma Türkiye'nin ne tür bir "üniter devlet" olacağı üzerine. Bu nedenle "ulus devlet" gibi "üniter devlet"in de ne anlama gelebileceği konusunda açıklığa kavuşmakta yarar var.
Devletler, ülke bütünlüğünü sağlamak ya da korumak için farklı idari yapılara bürünebiliyor. İdari yapılanmanın bilinen üç temel biçimi var: Üniter devlet, federasyon ve (bugün hiçbir örneğine rastlanmayan) konfederasyon. Yani peşinen belirtmek gerekirse, ülke bütünlüğünü sağlamanın veya korumanın yegane yolu "üniter devlet" değil.
Coğrafi bakımdan geniş bir alana yayılan, daha küçük devletlerin (eyaletlerin) bir araya gelmesiyle oluşan ya da çok-uluslu, yani birden fazla ulusun ya da etnik-dinsel grubun mevcut olduğu devletler, genellikle federasyon şeklinde örgütleniyor. Eyaletlerine içişlerinde geniş özerklik tanıyan federal devletler, ABD ve Almanya örneklerinde olduğu gibi idari nitelikte olabildiği gibi; Hindistan, Rusya, Kanada, Belçika, İsviçre, Irak, vs. örneklerinde olduğu gibi etnik-dinsel temelli de olabiliyor.
Bugün BM'ye üye 200 dolayında devletin büyük çoğunluğu "üniter" yapıya sahip, yani eyaletlere bölünmüş olmayıp merkezden yönetiliyor. Ne var ki, federal devletler gibi, üniter devletler de tektip değil. Üniter devletleri, merkezin ne denli güçlü olduğuna bağlı olarak üç tipe ayırmak mümkün: (1) Merkeziyetçi yapıda olanlar. Türkiye'nin belki en aşırı örneğini oluşturduğu bu kategoriye, yüzölçümü olarak küçük ve kültürel bakımdan yüksek derecede türdeş Portekiz, Yunanistan ve İrlanda da giriyor. (2) Ademi-merkeziyetçi yapıda olanlar. Yani yerel yönetimleri güçlü olduğu; eğitim, sağlık, polis gibi hizmetlerin belediyelere bırakıldığı üniter devletler. Kuzey Avrupa ülkeleri İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya bunlara örnek. Bir zamanların aşırı merkeziyetçi yapısıyla Türkiye'ye de model olan Fransa bile 1982'de her biri kendi meclisine sahip 26 bölgeye ayrıldı; en geniş yetkiler de farklı bir etnik yapısı olan Korsika'ya tanındı. (3) Devolüsyon yapanlar. Yani merkezî hükümetin bölgelere değişik ölçüde yetki devri yaptığı türden üniter devletler. Bunlara örnek İspanya ve Britanya. (Bu konudaki yazılarım: "İspanya'nın dersleri", 8 Nisan 2006 / "İskoçya modeli ne demek?", 28 Mayıs 2009.) Tabii, üniter iken önce devolüsyon yapan, sonra da federasyonu kabul eden Belçika örneği de unutulmamalı.
"Üniter devlet" çok farklı yapılara bürünebildiği gibi, tek bir resmi dili zorunlu kılmıyor. Kastilyan, İspanya'nın ortak resmi dili, ama geniş özerkliği olan Bask, Katalan ve Galiçya tarihi bölgelerinde yerel diller de yarı-resmi statüye sahip. "Üniter devlet" kamu okullarında anadil eğitimine de engel değil. İsveç'in resmi dili İsveççe, ama okullarında 100'den fazla dilde seçmelik anadil dersi veriliyor. Dolayısıyla Türkiye'de yerel yönetimlerin yurttaşlarla Kürtçe iletişim kurması, partilerin Kürtçe propaganda yapması, yeterli talep olması halinde kamu okullarında Kürtçe'nin seçmelik ders olarak okutulması üniter devlet yapısıyla hiçbir şekilde çelişmez.
Kısacası, "üniter devlet" ille de Türkiye gibi aşırı merkeziyetçi bir yapılanmayı gerektirmez. Aşırı merkeziyetçi idari yapının değiştirilip, yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin bütün ülke, bütün bölgeler için bir ihtiyaç olduğu muhakkak. TBMM'nin 2004'te kabul ettiği, eski cumhurbaşkanının meclise geri gönderdiği "Kamu Yönetimi Reformu Yasası" bu ihtiyacı ifade ediyordu. Bu kanun tasarısı ihtiyaca cevap verebilir mi? O başka bir tartışma konusu.
ZAMAN