Umran dergisi Şubat 2013 sayısında, dünyadaki siyasi, kültürel, dini dengeleri sarsacak/yeniden şekillendirecek, yeni bir egemen İslâmi çağ başlatabilecek Ortadoğu’daki hareketlilikleri tarihin uyanışı olarak ele alıyor. Müslümanların kendi toplumlarını ve dünyayı çok iyi okumaları/tahlil etmeleri gerektiği ve işin daha henüz başında olunduğunu, yapacak çok iş bulunduğunu belirtiyor. Ve Tarık Ramazan’ın şu müthiş tespitine dikkat çekiyor: “Diktatörlerden, aşırı duygulardan ve çatışmalardan sonra artık zaman inşa etme, katkıda bulunma zamanıdır.”
Derginin Sunuş bölümünde şu ifadelere yer verildi:
Ortadoğu’da meydana gelen devrimle başkaldırı arasındaki ayaklanmalar, başlangıcından bu yana, çeşitli olduğu kadar çelişkili teorileri, yorumları ve tanımları beraberinde getirdi. Ortadoğu’da neler oluyordu? Neden şimdi yaşanmıştı? Hareketler kendiliğinden mi ortaya çıktı, yoksa bir veya birkaç yabancı el hem olayları hem de zihinleri mi yönlendirmişti? Çoğu tanıdık yorumcuya göre bu hareketler, ABD ve Avrupa’nın kılavuzluğu, hatta tezgahı olmadan meydana gelmezdi. Şahit olunan, bir silkiniş hareketinden çok, demokrasi kisvesi altında sürdürülen başka bir denetim şekliydi. Söylenenlere göre, yaşanan olaylar, George W. Bush’un 2003’te büyük bir tantana yaratan BOP programının canlı uygulamasıydı. Ne varki bu komplocu görüşe mukabil, diğerleri tam tersi bir fikir geliştirdi. Şahit olduğumuz bu ayaklanmalar kendiliğinden ortaya çıkan, Batılı çıkarlara karşı olan ve Arap toplumlarının özgürlüğe doğru yürüdükleri bir çağın habercisidir.
Keskin sınırlarla belirlenmiş bu iki görüş arasında olayların daha ihtiyatlı bir değerlendirmesine imkan veren, her şeyin olgulara bağlanıp ince bir değerlendirmeden geçirildiği üçüncü bir yaklaşım daha var: “İhtiyatlı iyimserliğin duygu galeyanı ile temeli olmayan şüpheciliğin aşırılığından uzak durmaya çalışmak”… Şu kesin bir gerçektir: Neresinden bakılırsa bakılsın Ortadoğu’daki uyanışın itici gücünü oluşturan protestocuların büyük bir çoğunluğu Müslüman’dı; dinlerine karşı değil, dinleriyle birlikte, çoğu zaman da dinleri adına hareket ettiler. Hiç şüphesiz Ortadoğu’daki karmaşık durum, başka siyasi, ekonomik veya stratejik mesele yokmuş gibi sadece demokratikleşmeye odaklı, basite indirgeyici bir siyasi görüşün dışında bir sürü meseleyi içermekte. Ne trajiktir ki jeopolitik hesapların, çıkarcılığın ve komploculuğun Suriyelilerin özgürlük ve haysiyet arayışını destekleyip desteklememe konusunda belirleyici etken olmaya devam ettiği bir vasatta Ortadoğu’daki gelişmeleri İslâmi hareketler üzerinden ele almak kaçınılmazdır. Açımlanmakta olan uyanış sürecinin içerisine İslâm’ı dini ve ideolojik bir kaynak olarak oturtmak; uyanışı teşkil eden ayaklanmaları yakın tarih, muhtemel sebepler ve daha geniş bir siyasi, ekonomik ve jeostratejik bağlamda tahlil edilmelidir.
İslâmcı partiler (Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de Müslüman Kardeşler uzantılı partiler) gösterilere katılıp lidersiz bir kitle hareketini ele geçirebilecek en iyi örgütlenmiş muhalif gruplar olarak ortaya çıkınca Batılı ülkelerde -adeta panik halinde- Tunus ve Mısır özelinde Nahda ve Müslüman Kardeşler üzerinden yapılan tahliller, İslâm’ın toplumdaki yeri hakkında iki ana tema üzerinde odaklanıldığını gösteriyor: İslâm’ın demokratik çoğulculuk ve dini çeşitlilikle uyumluluğu ve daha özel olarak, İslâmcı partilerin diktatörlükten kurtulmuş toplumlarda oynayacağı rol.
Kimse gelecekte ne olacağını bilemez. Fakat yine de, Arap dünyasındaki her İslâmcı akımın, kendi tarihinde mühim bir evreden geçmekte olduğu kesin. Her bir hareketin krizle, muhalefetle, yasalaştırma süreçleriyle, asker-siyaset ilişkisiyle, farklı etnik ve dini gruplarla nasıl başa çıktığı/çıkacağı gibi hususlar, bu hareketlerin kendi geleceğini, dolaylı olarak da bölgenin, İslâm dünyasının ve hatta dünyanın geleceğini belirleyecek öneme sahip. Bu süreçte şeriatın mahiyeti, miras hukuku, yoksulluk politikaları gibi usule ve esasa ilişkin daha başka tartışmalar da gündeme gelecektir.
Diktatörlüklerin düşmesinden sonra yeni anayasa tasarılarının çizilmesi, parlamento ve başkanlık seçimlerinin yapılmasıyla bu konularda belli bir aşama kaydedildiği görülüyor. İslâm’ın kitlesel ayaklanmalardaki yeri ve İslâmi kaynakların dini, ahlaki ve siyasi düzlemlerde nasıl hayata geçirildiği bütün boyutlarıyla ele alınmak isteniyorsa, bu tip hayati soruların tarihi ve ideolojik içeriklerini idrak etmek şart. Ortadoğu uyanışının geleceği ve Müslüman toplumlarının uluslararası ilişkiler konusunda yeni bir paradigma oluşturmak için yeni yollar, yeni soru yöntemleri çizmenin yeni usullerini keşfetme kapasitesi önümüzdeki yılların en önemli tartışma konuları arasında yer alacak. Artık gündemde, İslâmi kaynağın mahiyetinin ayaklanmaların en hararetli anında ve sonrasında ne olacağı sorusu var. Bu bakımdan Tarık Ramazan’ın şu ifadeleri oldukça anlamlı:
“Hiçbir şey yerine oturmadı; hiçbir şey kesin değil. Kestirme yollara yer yok; ayaklanmaların devrimleri doğurması için zaman gerek; kitlelerin uyanarak aydınlanmış ortak bir öz-farkındalık kazanması için ise sağduyu lazım. Diktatörlerden, aşırı duygulardan ve çatışmalardan sonra artık zaman inşa etme, katkıda bulunma zamanıdır.”
İrtibat: www.umrandergisi.com