"Hakikatin yalan, yalanın da hakikat gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi. (...) Her düşünce, daha önce kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirilmiş olarak geliyor bize. Böyle bir ön biçimlendirmenin izini taşımayan şeylerse, inandırıcılıktan yoksun bulunuyor." diyordu Theodor W. Adorno, Minima Moralina'da.
Kültürel alanda yaşanan hokkabazlıklar esas olanı örterek kapitalist hegemonyayı pekiştirmekte. Çünkü kültürel alan geç kapitalizmde çalışmanın uzantısıdır. Bu bağlamda, çalışma zamanının dışındaki vakit, kültür endüstrisi mabetleri, ritüelleri ve gösterileri tarafından doldurulur. Burada esas olan, hazzın kamçılanmasıdır. Arzu nesneleri yaratılarak, tüketici onlara yönlendirilir. İşte bu kültürel paradigma içindeki aktörleri ve yeni çatışmaları çoğu zaman görmezden gelmekteyiz. Toplumsal dilden yahut ilkelerin dilinden kültürel bir dile geçiş söz konusu olduğunda çoğu hususlar gizlenerek varlığını kolaylıkla benimsetebilmektedir. Kültür söz konusu olduğunda, olan yahut olması gereken tepkilerin kolaylıkla ifade edilemediğini de belirtmek gerekir. Kültürel paradigma adeta bir din gibi algılandığından dolayı sorgulanması istenmeyen bir konumdadır. Sözü, kuralları ve sınıflandırmaları bir egemenlik sistemini işaret eden kültürel söylem giderek sıkılan bir egemenliğin aracıdır artık. Yeni egemenlik biçimleri kültürellik ardından kurulmaktadır artık. Daha genel ve dramatik olan ise "başka olma hakkı" üzerinden her türlü sapkınlık ile İslami olan görünümler kültürellik potasında karıştırılmaktadır artık. Hükümdar, Adorno'ya göre günün kültür tekelleri bu konuda hiçbir sakınca görmez artık.
Kültür tekelleri, hem üretimi hem de tüketimi belirler; denenmemiş/piyasanın çerçevesinin dışındaki herhangi bir şeye şüpheyle yaklaşır. Her şey, piyasanın kuralları içinde/izin verildiği ölçüde, sürekli değişmeli ve üretim-tüketim dengesi devam etmelidir. Ancak bu şekilde kültür tekellerince çizilen sınırın dışına çıkılmayacağının güvencesi elde edilmiş olur. Kültür endüstrisinin temel amaçlarından biri de, hafif sanat (eğlence) ile yüksek sanatı uzlaştırmak; iç içe geçirmek ve nihayet birbirine dönüştürmektir. Böylece tüketicinin "gereksinimi" karşılanırken, bir yanda da eğlenmesi sağlanmaktadır. Bu bağlamda Haşmet Demirel ve Dilaver Demirağ'ın yazıları modernlik, kapitalizm ve kültür ilişkisini ele alıyor.
Kültür ile yönetim arasında bir bağ var mıdır? Adorno, bu soruyu olumlu şekilde yanıtlar. Çünkü ona göre "kültürden söz ediyorsak yönetimden de bilerek veya bilmeyerek söz ederiz". Hikmet Demir'in yazısı ise kısa ama muhafazakarlığın kültürel politikasını merkeze alması bakımından önemli. Vicdan Tekin ise kültürün biçimlendirici yanı üzerinde duruyor. Habil Sağlam ise 2010 Avrupa Kültür Başkenti özelinde bir yazı ile dosyada yer alıyor. Asım Öz ise, boğucu kültüre değinmekte. Burhanettin Can tebliğ konulu bir yazıya yer alıyor Umran'da. Abdullah Yıldız vve Celalettin Vatandaş edep konusuna eğilirken Halil Çelik Türk dizileri ve Selefi kanallar arasında sıkışan Arap medyasını masaya yatırıyor. Metin Önal Mengüşoğlu Divan dergisinde İsmail Kara'nın yazdığı bir yazı özelinde kültürel geçmişi olduğu gibi yüceltmenin sıkıntılarına değinmekte. Naipaul tartışmalarını ise Nurşen Aldı özetledi.
Hasan Hanefi Bizde Niçin Filozof Yok konusuna odaklanırken Sue Palmer Zehirlenen Çoçukluk kitabının arka planını Umran okurları için açıklıyor.