Ümmü’l-mü’minîn Âişe bint Ebî Bekr es-Sıddîk el-Kureyşiyye

Ahmet Poçanoğlu, Hz. Aişe'nin hayat hikayesine odaklanıyor.

Ahmet Poçanoğlu / İnsicam

İnci mercan gerdanlığı -20- Hz. Aişe (R.A.)

Aişe Bint-i Ebû Bekir es-Sıddîk, Abdullah İbni Ebi Kuhafe Osman İbn-i Âmir İbn-i Amr İbn-i Kâ’b İbn-i Sa’d İbn-i Teym İbn-i Mürre İbn-i Kâ’b İbn-i Lüey el-Kureşî et-Teymî mü’minlerin annesi Aişe (r.anha) hadisi: “Mü’min kadınlar Rasulullah’a (s.a.v) hicret ederek geldikleri zaman, “Ey Peygamber! Mümin kadınlar Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacakları, hırsızlık yapmayacakları, zina etmeyecekleri, çocuklarını öldürmeyecekleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeyecekleri, dine ve akla uygun hiçbir konuda sana karşı gelmeyecekleri hususunda sana biat etmeye geldiklerinde onların bey’atlarını kabul et ve onlar için Allah’tan bağışlama dile. Kuşkusuz Allah bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.” (Mümtehine Suresi:12) ayetiyle, onları imtihan ederdi. Âişe (r. anhâ) dedi ki: “Mü’min kadınlardan bu ayetteki şartları ikrâr edip kabul ederse be’yatı kabul etmiş olurdu. Kadınlar bu şartları dilleriyle ikrâr ettikleri zaman Rasulullah (s.a.v) onlara: “Artık gidiniz; ben sizlerle bey’atlaştım.” derdi.”

Âişe (r.anhâ) dedi ki: “Allah’a yemîn ederim ki; Rasulullah (s.a.v)’ın eli bu bey’atlaşmada kesin olarak hiçbir kadının eline dokunmadı. Rasulullah kadınlarla sadece sözle bey’atlaştı. Vallahi Rasulullah kadınlardan Allah’ın kendisine emrettiği şartlardan başka bir taahhüt almadı. Kadınlardan bey’at aldığı zaman onlara hitaben sadece söz olarak: “Ben sizlerle bey’atlaştım” buyururdu.” (Buhari:5288, Müslim:1866)   

BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

Müminlerin anneleri olan Rasulullah’ın (s.a.v) eşlerinin hayatlarını öğrenmek; onların İslam tarihindeki yerlerini tespit etmek, kadınların İslam dinindeki değerlerini ortaya koymak bakımından önemlidir. Rasulullah’a (s.a.v) inen vahye, O’nun günlük hayatı ve ahlakına eşlerinin şahitlik olması sebebiyle de çok değerlidir. İşte biz bu hadis-i şerifte bir değerli şahitliği öğreniyoruz.

Tevhidin tarihinde misakın önemi büyüktür. Cenab-ı Hak, Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın kavminden Tevrat ve İncil ile misak almıştır. Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’in (s.a.v) usulü ise kendini tasdik edenlerden bey’at almak olmuştur. Hz. Peygamber’e Müslümanların bey’at ile, gayrimüslimlerin zimmetle bağlı olmaları İslam devletini doğurmuş, bey’at ile Rasulullah Efendimiz ve ashabı arasında bir nevi toplumsal sözleşme teşekkül etmiştir. Bey’at eden kimse, sanki yanında bulunan şeyi karşısındakine satmıştır, ona nefsinin bütün halisliği ile itaatini ve işinin idaresini teslim etmiştir. Aynı zamanda bu kimse, “Müslümanların işine bakmayı da sana havale ettim, bu gibi şeylerde seninle katiyen çekişmeyeceğim, hoşlansam da hoşlanmasam da sana itaat edeceğim” demiş olur. Hz. Peygamber (s.a.v) ile yapılan bey’atlaşmaların en ünlüleri hicretin hemen öncesinde gerçekleşen Akabe Bey’atlerı ile hicretten altı yıl sonra gerçekleşen Hudeybiye Antlaşması sırasındaki Rıdvan bey’atıdır. Hz. Peygamber’e (s.a.v) bey’at eden bir mümin aslında Rasulullah’ın şahsına değil, O’nun aracılığı ile Allah’a bey’at etmiş olmaktadır. “Mü’minleri canları ve malları mukabilinde kendilerine cennet vermek suretiyle satın alan Allah’tır” ve “Gerçekte Resulullah’a bey’at edenler, ancak Allah’a bey’at etmiş olur”.

“Ey iman edenler! Size Muhâcir olarak Mümin kadınlar gelirse, onları imtihan edin…” diye başlayıp devam eden Süre-i Mümtehine’nin 10. ayeti nazil olunca bir kadın Rasulullah’a (s.a.v) Müslüman olarak geldiğinde O, kendisinden Allah için “Ben, kocamı sevmediğimden dolayı değil, sâdece Allah ve Rasulünü sevdiğimden dolayı hicret edip geldim” şeklinde yemin alırdı. Sonra da bey’atını Mümtehine suresinin 12. ayetinde koşulan şartlarla kabul ederdi. Ayette zikredilen maruftan olan bazı işleri Peygamberimiz, kadınlara bey’atta şart koşmuştur. Yüksek sesle ağlamak, cahiliye devri kadınlarının yürüdüğü gibi kırıla döküle yürümemek gibi şeyler maruftan olan işler olarak şart koşulmuştur. Kadınlar bey’at sırasında anlamadıkları hususları da Hz. Peygamber’e sormuşlardır. Kadınlardan biri, “Ya Rasulallah! Sana karşı gelmememiz gereken itaat nedir?” diye sorduğunda cevabı “Ağıt yakmayınız” olmuştur. Kadınlar, erkeklerden farklı olarak kendilerinde daha fazla görülen bazı alışkanlıklarını terk etmeleri şartıyla Hz. Peygamber’e bey’at etmişlerdir. Bey’at sırasında, “matem esnasında üzerindeki elbiseyi yırtmak, vaveylalar koparıp bağırmak, yüzü gözü tırmalamak ve ağıt yakmak, başkasına ait bir çocuğu kendi kocasına isnat etmek, izinsiz olarak kocasının malını başkasına vermek” gibi bazı cahiliye adetleri kadınlara yasaklanmıştır. Ayrıca kadınlar, bey’at konuları içerisinde yer alan “eşlerini kandırmama” şartıyla ne kastedildiğini sorduklarında Hz. Peygamber “Kocanın malını başkasına vermemek ya da onun malıyla başkasını sevindirmemektir.” cevabını vermiştir. Kadınlardan, “elleriyle ayakları arasında bir iftira düzüp getirmeyecekleri” hususunda bey’at alınmasının sebebi, cahiliye döneminde bazı kadınların gayrimeşru çocuklarını babasından başka bir erkeğe isnat etme çabalarıdır. Bu nedenle boşanmış kadınların evlenmeden önce üç ay iddet beklemeleri, kocası ölen kadınların ise dört ay on gün iddet beklemesi ve bu süre zarfında Allah’ın rahimlerinde yarattıklarını gizlememeleri emredilmiştir.

Hz. Peygamber, Mekke’nin fethi günü önce erkeklerden sonra da kadınlardan bey’at almıştır. Özellikle; Hind bint-i Utbe’nin bey’at şartları hususunda Rasulullah’a yönelttiği cüretkâr soru ve cevaplar dikkat çekicidir. Bey’at sırasında ilk olarak Rasulullah kadınlardan, Allah’a ortak koşmamak üzere söz vermelerini istediğinde Hind, “Vallahi erkeklerden istemediğin şeyleri az sonra bizden isteyeceğin anlaşılıyor, ancak biz kadınlar sözümüzü tutacağız.” demiş ve bu maddeyi kabul ettiklerini söylemiştir. Ardından Hz. Peygamber, “Hırsızlık yapmayacaksınız.” dediğinde, kocasının cimri biri olduğunu, bu yüzden ondan habersiz malından almasında bir sakınca olup olmadığını sormuş, Rasulullah ona sadece taze hurmadan alabileceğini ancak kuru hurmadan almasının doğru olmadığını ifade etmiştir. Hind, “Zina etmeyeceksiniz” şartını işittiğinde, “Hiç hür bir kadın zina eder mi!” diye hayretini ifade ederek cahiliye döneminde dahi hür kadınların toplumdaki belirli ahlâk kurallarına riayet etme zorunlulukları olduğunu belirtmiştir. Rasulullah’ın “Çocuklarınızı öldürmeyeceksiniz” demesi üzerine ise “Bize çocuk mu bıraktın. Onları Bedir’de sen öldürdün” çıkışında bulunmuştur. Ölüm korkusuna rağmen gizlenerek bey’at etmeye gelen Hind bint-i Utbe’nin bey’at şartlarına yönelik cesur ve sorgulayan bir tavır içerisinde bulunması, Hz. Peygamber’in kadınlara karşı sabırlı ve öğretici yaklaşımının bir göstergesidir. Kadınlar bey’atlarını tamamlayınca Rasulullah “Elinizden geldiğince ve güç yetirebildiğiniz ölçüde” şeklinde bir kayıt koydu. Bunun üzerine kadınlar “Allah ve Rasulü bize kendimizden daha merhametli” diyerek onun rahmet peygamberi olduğunu vurgulayan bir şükran ifadesiyle karşılık verdiler.

Hz. AİŞE (Radiyallâhu anha)

Sıddık kızı Sıddîka bi’setin 4. yılında (M. 614) Mekke’de doğdu. Babası Kureyş’in Teym oğulları kabilesine mensup Hz. Ebu Bekir (r.a), annesi Kinâne kabilesinden Ümmü Rûmân bint Âmir b. Uveymir’dir (r.anha). Babasının mensup olduğu Teym kabilesinin soyu Mürre b. Kâ’b’da Hz. Peygamber’in (s.a.v) nesebiyle birleşir. Hz. Peygamber ona kız kardeşi Esmâ’nın oğlu Abdullah b. Zübeyr’e nisbetle Ümmü Abdullah künyesini vermişti. Ayrıca Hümeyrâ (حميراء) ve “Rasulullah’ın sevgilisi” (خليلة رسول الله) diye de künyelenmiştir.

O, Resulullah’ın (s.a.v) her gün ziyaret ettiği ve tarihin seyrini değiştiren hicretin başladığı evde yetişmiştir. Ebu Bekir (r.a) çocuklarını eğitme hususunda çok gayretliydi. Âişe (r. anha) şöyle der: “Ben kendimi bildim bileli annemi ve babamı din üzerinde gördüm. Gün geçmezdi ki sabah akşam Resulullah (s.a.v) bize gelmesin.” Babası Ebu Bekir (r.a), Resûl-i Ekrem (s.a.v) ile daha önce hicret ettiği için aynı yıl annesi, ağabeyi Abdullah, kız kardeşi Esmâ, Hz. Peygamber’in hanımı Sevde, kızları Fâtıma ve Ümmü Külsûm ile Medine’ye hicret etti. Hz. Âişe validemiz, Rasûl-i Ekrem ile evlendikten sonra Müslümanlar arasında mümtaz bir konuma ulaştı. Peygamber hanımlarının müminlerin anneleri (ümmehâtü’l-mü’minîn) olduklarını bildiren ve Hz. Peygamber’den sonra, başkalarının onlarla evlenmesini ebediyen yasaklayan Kur’an ayetleri gereğince kendisi “ümmü’l-mü’minîn” diye anılmaya başladı. (Ahzâb Suresi:6,53) Hz. Âişe, gelişmesini, yetişmesini ve şahsiyetinin olgunlaşmasını Peygamber’in (s.a.v) evinde tamamlama imkânı buldu. Gece gündüz O’nun sohbetinde ve günlük olarak Mescid-i Nebevi’de yerine getirilen ilim, davet ve irşat halkalarında bulunma şerefine nail oluyordu. Zaten odası da mescide bitişikti. Bundan dolayı Rasulullah’ın (s.a.v) vermiş olduğu derslerden her zaman istifade etme imkânı oluyordu.

Anlayamadığı, iyice işitemediği ya da içinden çıkamadığı hususlarda Rasulullah (s.a.v) hücrelerine geldiğinde ondan sorup öğreniyordu. Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in (s.a.v) hadis ve sünnetinin daha sonraki nesillere aktarılmasında önemli bir rol üstlendi. Aişe (r.anha) fıkhın önemli altın halkasıdır (Sisilsile-i zeheb). Özellikle aile hukuku ve aile ahlakı bütün detaylarıyla onun vasıtasıyla bize ulaşmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v) zamanından başlamak üzere kadınların eğitim ve öğretimiyle yakından meşgul oldu. Ondan ders dinleyen ve hadis nakleden birçok hanım sahabi vardı. Böylece hem bizzat hem de yetiştirdiği öğrencileri ile İslam dünyasında kadınların ilimle meşgul olmaları gerektiğini göstermiş oldu. Rasulullah (s.a.v) dan aldığı eğitim sayesinde O’nun sünnetine adeta azı dişleriyle sımsıkı sarıldı. Hz. Âişe (r.anha), Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v) eşi olduktan sonra daima onun yanında bulundu. Uhud Savaşı’nda sırtında su taşıma, haber toplama ve yaralılara bakma gibi geri hizmetlerde görev yaptı. Hudeybiye Musâlahası’na katıldı. Mekke’nin fethi için hazırlıklara başladığında seferin ne tarafa olacağını herkesten gizleyen Hz. Peygamber, bunu sadece Hz. Aişe’ye bildirmiş, Hz. Ebu Bekir bu hazırlığın Mekke için olduğunu kızından öğrenmişti. Hicretin 10. yılında yapılan Vedâ Haccına, diğer ümmehâtü’l-mü’minîn ile katıldı. Hz. Âişe’nin (r.anha) iştirak ettiği en mühim seferlerden biri, hicretin 5. yılının Şaban ayında (Ocak 627) gerçekleşen Benî Mustalik Gazvesi’dir.

Hz. Peygamber (s.a.v) sefere çıkarken Hz. Âişe’yi de yanına almış, savaş sonrası Medine’ye dönerken ordunun konakladığı bir yerde Hz. Âişe devesinden inip bir ihtiyacını gidermek için ordugâhtan biraz uzaklaşmış, dönüşünde boynundaki gerdanlığın düştüğünü fark etmişti. Bu savaşa katılmış olan münafıkların reisi Abdullah b. Übey b. Selûl, Hz. Âişe aleyhine iftira ve dedikoduya başladı. Bazı Müslümanlar da onun bu çirkin iftirasına alet oldular. Eğer Müslümanlar üzerinde Allah’ın tevfiki ve ilahi inayet Rasulullah’ı (s.a.v) kuşatmış olmasaydı, bu pis gayretler başarı ile sonuçlanacak ve İslam toplumu içerisinde fitneyi körükleyeceklerdi. Bu, sahabenin arasına tefrika sokup birlik ve beraberliklerini bozacak; savaş ve kan akıtmaya varacak sonuçlar doğuracaktı. Nihayet Nûr suresinin “O iftirayı (ifk) atanlar içinizden bir gruptur. Bunun sizin için kötü olduğunu sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. Onların her biri işlediği günahı yüklenecektir. İçlerinden günahın büyüğünü üstlenen için ise büyük bir azap vardır. Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve ‘Bu apaçık bir iftiradır’ demeleri gerekmez miydi?” (11-21) ayetleri nazil oldu ve Allah Teâlâ yapılan dedikoduların tamamen asılsız olduğunu ve Aişe’ye (r.anha) iftira edildiğini bildirdi, onu temize çıkardı. Hz. Peygamber hicretin 11. yılı Safer ayının (Mayıs 632) son haftasında rahatsızlanınca, diğer hanımlarının iznini alarak Hz. Âişe’nin odasına geçti ve mübarek başı onun kucağında olduğu halde Refik-i Ala’ya kavuştu ve onun odasına defnedildi.

Hz. Âişe, Ebu Bekir ile Ömer’in (r. anhüma) halifeliği sırasında herhangi bir siyasî faaliyette bulunmadı. Onun her iki halife ile münasebetleri karşılıklı saygı ve anlayış içerisinde geçti. Hz. Âişe, Hz. Osman’ın on iki yıllık hilâfetinin birinci yarısında, ilk iki halife dönemindeki siyasetten uzak durma tavrını sürdürdü. Ancak Hz. Osman’ın bazı karar ve tasarruflarının aleyhinde faaliyetlerin başladığı ikinci devrede halifeye karşı muhalefet hareketine katıldı. Hz. Osman’ın halifeliğinin son yıllarında başlayıp, Cemel Vak’ası ile sona eren siyasî faaliyetler sebebiyle yaşananlar Hz. Âişe’yi son derece üzmüştü; öyle ki birçok Müslümanın ölümüne sebep olan bu acı olayları yaşamaktansa, daha önce ölmeyi tercih ettiğini söylemiştir. Hz. Peygamber’den sonra kırk yedi yıl daha yaşadı, 17 Ramazan h. 58 (m.678) tarihinde çarşamba gecesi, vitir namazını kıldıktan sonra Medine’de vefat etti. Cenaze namazı Medine valiliğine vekalet eden Ebû Hüreyre tarafından kıldırılmış, vasiyeti üzerine Cennetü’l-bakī’ye defnedilmiştir. Onu kabre erkek ve kız kardeşlerinin çocukları (Kāsım b. Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman, Urve b. Zübeyr ve Abdullah b. Zübeyr) koymuşlardır.

Kuvvetli hafızası sayesinde Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetinin daha sonraki nesillere ulaştırılmasında emsalsiz hizmetler ifa etti. Rivayet ettiği hadislerin sayısı 2210’dur. Bu hadislerden; 54’ ü Buhârî’nin, 69’ u Müslim’in sahihlerinde münferiden yer almış, 174 hadiste ise Buhari ve Müslim ittifak etmiştir.

Allah ondan razı olsun.

Biyografiler Haberleri

Muslih bildiklerimizden Şeyho Duman ve mirası
"Afiye Sıddıki'ye yönelik Amerikan zulmü sürüyor"
İşgal rejimi Gazze kuzeyinde 20 günde 770 kişiyi katletti
Türkiye Yazarlar Birliği Kurucu Başkanı Mehmet Doğan vefat etti
İşgalci İsrail’in kabusu Yahya Sinvar kimdir?