Dernek salonunda gerçekleştirilen oturumda Özgür-Der Sakarya Şubesinden Ömer Sevim tebliğde bulunurken, Kocaeli Özgür-Der üyesi Ömer Deniz Övün de müzakereci olarak katıldı.
Konuşmasına Tunus’un kadim tarihi “Kartacalar” dönemiyle başlayan Ömer Sevim, ülkenin İslamlaşma sürecini anlattıktan sonra özetle şunları kaydetti:
‘’1881 yılında Fransız işgaliyle Osmanlı imparatorluğundan koparılıp sömürge haline getirilen Tunus ilerleyen süreçlerde Fransız işgaline karşı çıkan ‘Düstur hareketi’ne ve bu hareketin içinden çıkan Fransa’da eğitim görmüş Habib Burgiba isimli bir şahsın parlamasına tanıklık etti. İlk başlarda cihad hutbeleri fetvaları okutan bu şahıs Fransızlar tarafından hapse atıldı ve içeriden çıkınca bağımsızlığını ilan eden Tunus’un devlet başkanı oldu. Fakat emperyal güçlerin Ortadoğu coğrafyasındaki her ülkeye yaptığı gibi bir diktatör olarak o koltuğa oturtulmuştu. Her fırsatta kendisine Mustafa Kemal Türkiye’sini örnek aldığını söyleyen Burgiba, Tunus Müslümanlarına şiddetli baskılar zulümler yaşattı. 65 yaşın altındaki insanların camiye gitmelerini yasaklandığı, sabah namazı vaktinde evinin ışığını yakan kişilerin alınıp götürüldüğü işkencelere uğratıldığı bir dönem yaşandı. Aynı devrede Tunus yaşanan baskılar nedeniyle halkın İslami hassasiyetini ve Kur’an bilincini korumak amacıyla kurulmuş bir oluşumun varlığına tanık oldu. “Kur’an’ı Koruma Derneği” adı altında Abdulfettah Moro ve Raşid Gannuşi tarafından kurulan bu dernek 1984 yılında Tunus’taki sosyalistlerin Ekmek devrimine destek veriyor. Ekmek devrimi Tunus’ta sosyalist tandanslı bir devrimdir. Bu devrimin öncülleri olan Sosyalist hareketler Türkiye’deki karşılığı ile ‘Türkiye İşçi Partisi’ne denk gelen bir niteliktedir. İlk başlarda bu harekete temkinli yaklaşan Müslümanlar Burgiba’nın içişleri bakanlığına getirdiği Zeynel Abidin Bin Ali’nin bir Ramazan günü televizyon önünde birşeyler yiyip içmek suretiyle Müslümanları aşağılaması üzerine katılır.
Fransa ve ABD’de eğitim gören ve Tunus’un Polonya’da askeri ateşeliği görevini yapan Bin Ali, Burgiba tarafından ekmek devriminin sürdüğü bir dönemde içişleri bakanı olarak atanıyor. Daha sonra Burgiba’nın bunadığı ve iradesini kaybettiği yönünde raporlar alan Bin Ali Burgiba’nın yerine geçiyor. İktidarın ilk yıllarında hapishaneleri boşaltan Müslümanlara karşı sistemin tavrını yumuşatan Bin Ali’nin daha sonraki dönemde Ramazan ayında yaptığı bu saygısızlık onun Burgiba rejimini devam ettirmesinin bir başlangıcı oldu.
Nisan 1989'daki seçimler Bin Ali'nin büyük çoğunlukla görevde kalması ve Anayasal Demokratik İttifak adını alan iktidar partisinin gene kesin bir zafer elde etmesiyle sonuçlandı. Hükümet 1990'ların başlarında halk arasındaki etkisini gitgide artıran Nahda (Yükseliş) Partisi'ne karşı sert bir mücadele başlattı. Körfez Savaşısırasında Irak'a yönelik müttefik saldırılarına karşı çıkması ABD'nin yapmaya söz verdiği askeri yardımları kısmasına ve Kuveyt'in bu ülkeye yaptığı yatırımları durdurmasına yol açtı. 1991'de, Cezayir'de İslami harekete karşı düzenlenen ordu destekli darbe Tunus'ta hükümet çevrelerince hoşnutlukla karşılandı.”
Tunus’ta İslami hareketin bir öznesi olan Nahda hareketi ve Raşid Gannuşi hakkında da bilgilendirmede bulunan Sevim şunları aktardı:‘’Tunus'ta bugün siyasi alanda İslâmî kesimi temsil çabası içindeki Nahda Hareketi'nin lideri Raşid el-Gannuşi, 1941'de Güney Tunus'ta dünyaya geldi. İlkokul öncesinde Kur'an eğitimi aldı. Sonra Arapça ve Fransızca eğitim veren bir ilkokula devam etti. Ancak oğlunun devam ettiği ilkokulda Fransızların kültürel asimilasyon politikası uyguladıklarını gören babası onu oradan alarak Zeytuniye Medresesi'ne verdi ve Gannuşi bir süre bu medresede okudu. Zeytuniye Medresesi Tunus'un en köklü eğitim kurumudur ve bu ülkenin Ezher'i olarak bilinir. Ancak Diktatör Bin Ali'nin oyunlarıyla çok etkisiz hale getirildi ve İslâmî eğitim kurumu özelliği de tamamen yok edildi.
Gannuşi, bir dönem Mısır diktatörü Cemal Abdunnasır'ın fikirlerini benimseyen Nasırcılık akımına ilgi gösterdi. Nasırcılık Arap ulusçuluğunu ve sosyalizmi temel ilke olarak benimseyen bir siyasi akımdır.
1963'te öğrenim için Mısır'dan Tunus büyükelçiliğinin baskısı dolayısıyla ayrılarak Suriye'ye geçti. Dımeşk (Şam) Üniversitesi'nin Felsefe bölümünü bitirdikten sonra 1968'de yüksek lisans öğrenimi için Paris'e geçti. Ancak bu öğrenimini tamamlayamadan 1969'da Tunus'a döndü. Aynı yıl Abdülfettah Moro'yla birlikte İslâmi Yöneliş Hareketi'ni kurdu.
Gannuşi 1981'de kanuni örgütlenme hakkı istediğinden hareketin diğer ileri gelenleriyle birlikte tutuklandı. 1984'te serbest bırakıldıysa da 9 Mart 1987'de tekrar tutuklandı ve Devlet Güvenlik Mahkemesi'nce ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Bin Ali'nin yönetimi ele almasından sonraki Ramazan bayramında (18 Mayıs 1988) serbest bırakıldı. Ancak 1990'da Bin Ali'nin baskı uygulamalarının artmasından sonra Tunus'u terk etmek zorunda kaldı. Dikta rejimi Gannuşi'nin Tunus'a girmesine izin vermezken ailesinin de ülke dışına çıkmasını engelledi. Bu yüzden Sudanlı bir bayanla evlenerek sürgünde de bir aile kurdu. Sürgün hayatını genellikle Sudan'da ve İngiltere'de geçirdi.
Gannuşi'nin birçok fikri eseri yayınlandı ve bunlardan bazıları Türkçeye de tercüme edildi. Bir dönem bu eserleri bayağı ilgi görüyordu. Ancak özellikle demokrasi konusunda görüşlerinin eleştirilere hedef olması düşüncelerinin gençlik üzerindeki etkisini biraz zayıflattı.
Fakat Gannuşi'nin İslâm'ı bütün hayatı kuşatan bir nizam olarak kabul ettiğini; bu konuda İmam el-Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi gibi dava önderlerinden farklı düşünmediğini; demokrasiyi ise bir hayat nizamı değil hayat nizamını, yönetim biçimini ve yönetenlerini seçme tarzı olarak gördüğünü ifade etmek gerekir. O bu konuyla ilgili görüşlerinde, İslâm tarihinde yönetenlerin ve yönetim biçiminin belirlenmesinde çok farklı yöntemlerin uygulandığını, bunların hiçbirinin alternatifi olmayan ve mutlaka esas alınması gereken bir yöntem olmadığını çoğulcu demokrasinin de işte bu yöntemlerden biri olduğunu dile getirir. Örneğin ilk dört halife döneminde, her bir halifenin belirlenmesinde farklı bir yönteme başvurulmuş ve bunlardan hiçbirinin mutlaka uygulanması gereken alternatifsiz yöntem olduğu söylenmemiştir. Sonraki dönemlerde babadan oğula geçen bir saltanat yöntemi ağır basmıştır. Normalde bu yöntemin eleştirilmiş olmasına rağmen ilim adamları uygulamada Allah'ın vahiyle bildirdiği nizamın hakim kılınmasını nazarı dikkate almışlardır.’’
Ömer Sevim’in konuşmasının ardından müzakereci sıfatıyla söz alan Kocaeli Özgür-der Üyesi Ömer Deniz Övün, Ömer Sevim’in sunumundan öne çıkan olumlulukları özetleyerek birkaç hususun altını çizdi.
Burgiba gibi diktatörlerin coğrafyamızda daima var olduğunu bunların teni bizler gibi olduğu, dilleri ve isimleri bizlerden ama fikirleri ve idealleri bizden olmadığını ifade eden Ömer Deniz Övün, bunların asıl misyonunun toplumu alinasyon(kendi benliğine yabancılaştırmak), Malik bin Nebi’nin ifadesi ile sömürüye elverişli hale getirmek olduğunu belirtti.
Burgiba sonrası yönetime gelen Zeynel Abidin politikalarının ilk zamanlarda yumuşamalar gösterdiğini fakat sonrasında rüzgarın tersine estiğini, özellikle bu dönemde İslami hareketin kabuğa çekilme ve yurtdışına kaçış döneminin olduğu belirtildi. Temel korkunun muhalefette İslami bir grubun bulunması olduğunu belirten Ömer Deniz Övün yakın zamanda BAE’nin Tunus’da bir darbe yapıp Nahda gibi İslami jenerasyondan gelen partilerin Bangladeş’te Cemaat-i İslami, Mısır’da İhvan’a yapıldığı gibi siyasi arenadan uzaklaştırma planlarının var olduğundan bahsetti.
17 Aralık 2010’da seyyar satıcı Muhammed Boazizi’nin kendisini yakması salt ekonomi üzerinden okunmamasını, toplumsal bıçağın küresel kemiğe dayandığını ve siyasal taleplerin çekirdeğinde İslami enerjinin olduğunun altını çizdi.
Yeni Tunus’un oluşumunda çeşitli engellerin varolduğu belirtildi. Bunların başında ülkede 2013 yıllarında muhalif lider suikastları, henüz toparlanamamış istikrar arayışında olan Libya sınırının kontrolünün bulunduğunu belirten Övün şunları kaydetti: “Libya’ya 300 km sınırı bulunan Tunus’un buralardan gelen İŞİD militanlarının ülkede şiddet eylemlerinde bulunması ve Avrupa’ya deniz yolu ile bağlantılı olan ülkenin Avrupa’dan İŞİD’e katılımları için güzergah olarak kullanılması güvenlik endişelerini de beraberinde getiriyor.”
Bir diğer önemli sorunun da ekonomi olduğunu belirten Ömer Deniz Övün, Zeynel Abidin yönetiminin ülkede yolsuzluğu meşrulaştırmak için yasalar çıkardığını, ülkenin petrol ve doğalgazdan yoksun tarım ve turizm ülkesi olması hasebiyle devrim sonrası çeşitli sorunların yaşandığından bahsetti.
Tunus ve İran devrimleri arasındaki farka dikkat çekildi. İran devrimini asidi kaçmış bir devrime benzeten Ömer Deniz Övün, gerek iç politika gerek dış politikada verilen her taviz ile devrimin heyecanını kaybettiği belirtildi. Raşid Gannuşi’nin ‘Halk kendini keşfettikçe, kendi için iyi olanı da keşfedecektir’ sözünü hatırlatan Ömer Deniz Övün, İran’ın kendi halkını keşfetmesine izin vermediğini, P5+1 ülkeleri ile imzalanan nükleer anlaşmadan sonra halkın meydanlarda “Büyük Şeytan Amerika” yerine “Kahrolmasın Hiç kimse Yaşasın Hayat” sloganlarının atılmasına sebebiyet verdiğini belirtti.
Ömer Sevim’in dinleyicilerden gelen soru ve katkıları ve Ömer Deniz Övün’ün müzakeresini cevaplamasının ardından program son buldu.