Bismillahirrahmanirrahim
İslam ümmetindeki akletmeyle ilgili tartışmalar çok eskilere dayanır. Bu tartışmalar bazen konuyla alakalı olmayan noktalara taşmış ve polemiklere gark olmuştur. Bu çerçevede akletmenin önemine vurgu yapanlara, bazılarınca hevaya uymanın yanlışlığı ile ilgili deliller getirilerek eleştiriler yapılmış ve hatta akla güvenmenin ne kadar sakıncalı bir hareket olduğunun altı çizilmiştir.
Bu tartışmalar sadece akletmenin mahiyetiyle sınırlı kalsaydı durum anlaşılırdı. Ama maalesef akletme, yanlış bir şekilde değerlendirilerek hevaya tabi olmayla özdeşleştirilip mahkûm edilmiştir. Böylelikle vahye veya önceki âlimlere tabi olma adına bu kesimler kendilerini ve etkilediklerini akletmeme felaketine sürüklediler. Şüphesiz bu durumun İslam ümmeti üzerindeki olumsuz etkisi de çok büyük oldu. Zira bu anlayış en temelde Müslümanları, kendilerine gönderilen vahyin sınırsız rahmetinden, bereketinden yeterince yararlanmaktan alıkoydu. Onları, sadece kendilerinden öncekilerin vahiyden anladıklarıyla yetinmeye, diğer yandan yanlışlarına da tabi olmaya sevk etti.
İslam ümmeti hala bu kesimin olumsuz etkilerini üzerinde hissetmeye devam ediyor. Bu gün siyasi organizasyonlar, idari yapılanmalar, sosyal projeler gibi alanlarda yaşadığımız döneme uygun fıkıh üretmede yetersiz isek bunun sebebi ümmettin aklının don(durul)masıdır. (İçtihat kapısı kapandığı iddiası bunun en belirgin delillerindendir.) Bunun doğal bir sonucu olarak ümmet, siyasi yapılanmada despotizme, ilmi açıdan kısırlılığa, ekonomik gelişmede fakirliğe, hayat karşısında edilgenliğe / kaderciliğe mahkûm kalmıştır.
Akletme konusunda başka bir ucu temsil eden diğer kesim ise, akletmeyi vahyin ölçüleri içinde ele almayarak, akletmenin sapma vesilesi gibi görülmesine katkı sunacak bir zemininin oluşmasına sebep oldu. Bu kesim vahyin övdüğü akletmenin sınırlarına riayet etmeyerek, gerçekte ciddi bir akılsızlığı kendi kaderi haline getirdiği gibi, diğer yandan Kur'anî ölçüler içinde akletme eyleminin rahmetinden yararlanmak isteyen selim akıl sahiplerinin de önünü tıkadı. Maalesef ümmet bu günde de bu uçların tehdidi altında kalmaya devam etmektedir.
İSLAM AKLETMEYİ EMREDER
Hâlbuki akletmeyle ilgili polemiklere ve bunun sonucunda oluşan kaosun nedenine baktığımızda, vahiyde bunu haklı çıkaracak bir kapalılığın olmadığını rahatlıkla müşahede edebiliriz. Tersine bu olumsuz durumun tek sebebi olarak, "akletmeme hastalığı" önümüze dikilecektir. Bunu biraz daha netleştirmek için, Kur'an-ı Kerimin akletmeye dönük beyanlarına bakmak bize yeterince bir fikir verecektir.
"Şüphesiz yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçekleri görmeyen)sağırlar ve dilsizlerdir." (8/22)
"Allah'ın izni olmadan hiç kimse inanamaz ve (Allah) pisliği(azabı ve rezilliği), akıllarını kullanmayanlara verir." (10/100)
"Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilah edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar." (25/43-44)
Yukarıdaki ayetlerde de görüldüğü gibi Allah mutlak anlamda akletmeyi emretmektedir. Dolayısıyla bu açık beyanlardan sonra, akletmenin gerekliliğini tartışma konusu yapmanın yanlışlığı ortadayken, ayrıca akletmenin kötülenmesinin izahı asla mümkün olmayacaktır. Olsa olsa, sadece akletmenin mahiyeti müzakere konusu olabilir. Bunun için de vahye döndüğümüzde, bu hususunda da kapalı bırakılmadığını görebiliriz.
AKLETME NEDİR
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. 'Rabbimiz bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru' derler." (3/190-191)
"Hiç yeryüzünde gezmediler mi ki (kendilerinden önce mahvolanların yerlerini görsünler de) böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu gözler kör olmaz. Ancak sinelerdeki kalpler körelir." (22/46)
"Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerin üzerinde kilitleri mi var?" (47/24)
"And olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibi hatta daha sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir." (7/179)
Görüldüğü gibi vahiy akletmenin mahiyetini de kapalı bırakmamış. Çok açık bir şekilde akletmenin, kitaptaki, yerdeki, göklerdeki, nefsimizdeki ayetler üzerinde tefekkür etmek ve onların işaret ettiği gerçekleri yerli yerine oturtmak olduğunu, yani iman etmek olduğunu ortaya koymuştur. Kitap bu arada akletmenin kalpte gerçekleştiğini ve akledenlerin ancak selim / temiz akıl / kalp sahibi olanlar olduğunu ifade buyurarak, onların vasıflarını ve durumlarını da şöyle beyan eder:
"Peki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen kişi, o görmeyen (a'ma) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünebilirler. Onlar Allah'ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misakı) bozmazlar. Ve onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar. Ve onlar-Rablerinin yüzünü (hoşnutluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahiret mutluluğu) onlar içindir. Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından 'salih davranışlarda' bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) yurdun(un) sonu ne güzel." (13/18-24)
Diğer yandan Kur'an, iman etmeyenlerin akletmediğinin altını çizerken, onların tümüyle akılsız olduğunu ima etmemektedir. Zaten tümüyle akılsız olsaydılar, onların sorumluluğundan da bahsedilemezdi. Ama ebedi kurtuluşlarını düşünmeden ve hatta onu heder etme pahasına, basit menfaatler ve zevkler peşinde koşuşturmalarını, zekâlarını sadece bunun için kullanmalarını, hayvanların bile düşmediği ileri bir şaşkınlık ve akletmezlik hali olarak gördüğü için, onları akılsızlar olarak nitelendirir.
AKIL VAHYE TABİDİR.
Burada akletmenin öncelikle kitabın ayetleri, sonra da afak ve enfüsteki ayetler doğrultusunda olacağı apaçıktır. Yani akıl, vahye tabi olarak yolunu bulacaktır. Tıpkı okyanuslarda geceleri kutup yıldızına bakılarak yol güzergâhının tespit edildiği gibi, akıl da yürüyüşünde kitabı merkeze alarak doğru yolu tespit edecektir. Nitekim şu ayet-i kerimeler bu hususu açıkça beyan buyurmaktadır.
"Dedik ki; Hepiniz oradan aşağı inin. Tarafımdan size bir yol gösterici geldiğinde kim benim hidayetime uyarsa onlar için korku yoktur ve onlar artık hiç üzülmezler." (2/38)
"Rablerini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. Ne kötü dönüş yeridir o. İçine atıldıkları zaman, kaynayıp-feveran ederken onun korkunç homurtusunu işitirler. Öfkesinin-şiddetinden neredeyse patlayıp parçalanacak. Her bir grup içine atıldığında, bekçileri onlara sorar: "Size bir uyarıcı gelmedi mi?" Onlar: "Evet" derler. "Bize gerçekten bir uyarıcı geldi. Fakat biz yalanladık ve: "Allah hiç bir şey indirmedi, siz yalnızca büyük bir sapmışlık içindesiniz, dedik." "Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." (67/6-10)
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi akletmede başarılı olmak için vahye tabiiyet o kadar zorunludur ki bundan, akılda ve takvada en ilerimiz olan peygamberler bile (Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerlerine olsun) muaf değildirler. Nitekim Hz. Muhammed (sav) bile vahiy olmadan yolunu bulmakta çaresiz kalmış, Yüce Allah, keremi / vahyiyle onu doğru yola eriştirmiştir. (93/7) Zaten yüce Allah kullarının dünya ve ahiret mutluluğu için, onlara baştan aşağı rahmet olan vahyini indirmiş, korumuş ve kolaylaştırmıştır ki, onunla kulları engebeli yollardan kurtulup, dosdoğru yola erişebilsinler.
Bu sebeple ümmet olarak akletme konusunda uç ve yanlış anlayışlardan sıyrılıp, vahyin emrettiği çerçevede, kitabın aydınlığından yararlanmamıza imkân verecek bir akletmeyi en güzel şekilde gerçekleştirmek zorundayız. Sözüm ona tehlikelerden korunma adına akletmeye mesafeli durmak, başka bir deyişle vahye tabi olma iddiasıyla akletmeme veya akletme adına hevaya tabi olarak vahyi göz ardı etmek, bizleri bahsettiğimiz donukluğun karanlığına mahkûm edecektir.
Sözümüzün sonu Allaha hamdır. Yüce Rabbimizden bize lütfedilen tüm nimetler gibi, akıl nimetimizi de ona yaklaşmak için en üst derecede kullanmayı nasip buyurmasını diliyoruz. Rabbimiz! Hakkı hak olarak görüp ona tabi olmayı, batılı da batıl olarak görüp ondan sakınmayı bize nasip buyur. Biz senin lütfüne, keremine ve yol göstericiliğine muhtacız; kereminle bizi acizliğimizle baş başa bırakma; sekineni üzerimizden eksiltme; şeytanın bizi hüdandan ayırtmasına izin verme. Sen merhamet edenlerin en merhametlisi, ikramda bulunanların en keremlisi, dualara icabet edenlerin en hayırlısısın. Âmin, âmin, âmin ya Rabbelâlemin…