Yasin Aktay / Yeni Şafak
Ramazan, Gazze, İslâm Birliği ve Müslümanların ayrılığı
Kur’an’ın indirildiği, bu yüzden Kur’an ayı olarak da tavsif edilen Ramazan 11 aydır yaşadığımız bütün hadiselerin üzerine kendi ruhunu katmak üzere tekrar geldi kapımızı çaldı. Ramazan ayı, orucuyla, sahuruyla, iftarıyla, teravih ve gece namazlarıyla, Kur’an tilavetleriyle ve tabii ki fıtır sadakasıyla, infakıyla, zekatıyla bütün dünyada Müslümanlara çok benzer bir tecrübeyi yaşatarak onlara aynı dünyanın insanları olduklarını hissettiren en yoğun zaman.
Bugün İslam Birliğini bir boş hayal veya bir imkânsız politika olarak görenlerin göremediği şey belki de bu. İstedikleri kadar politik analizlerle Müslümanların farklılığına, bugünün dünyasının ulusal organizasyonlarına, ayırıcı faktörlerin gücüne odaklansınlar, bir Ramazan ayı bütün ihtişamıyla, söz konusu ibadetleriyle, ritüeliyle, zamanıyla bütün Müslümanları bir potaya sokuyor, onlara tek bir ümmet olduklarını hatırlatıyor.
Bunu basitçe Ramazan ayına manevi bir güzelleme gibi saymayın. Sosyolojik işlevleri açısından neresinden bakarsanız bu dünya-inşa edici yanını, birleştirici ve kuşatıcı yanını görürsünüz Ramazan’ın. Benedict Anderson’un meşhur Hayali Cemaatler’inin oluşumunu sağlayan, ortak dünya inşa edici sembolik ritüel süreçleri, ortak semboller, ulusalcı örgün eğitim süreçleri son kertede yerel planda ulusal cemaatleri zar zor oluşturur. Bu cemaatlere zoraki bir tarih yazıp isnat etmek gerekmektedir ve bu kısa bir süre içinde yapısökümüne kolaylıkla uğratılabilecek bir gevşeklik-zayıflık ortaya koyar. İddia edilen tarihi kökenlerin çoğu icat edilir ve ilk saldırıya karşı koyması bile çok zor olur. Yine bu cemaatler, birlikteliklerin küresel veya evrensel bir ölçekte tutunabilmesi de neredeyse imkânsız olmaktadır.
Oysa şu anda devletlerin veya politik organizasyonların bir desteği olmasa dahi Ramazan 1450 yıldır bütün dünyada müminleri tek bir dünyanın sakinleri olarak birbiriyle tanış kılmakta, onları birbirine yaklaştırmakta, birbirlerini rahmet ve dostluk çerçevesinde irtibatlandırmaktadır. Devletler, sultanlıklar, emirlikler, hatta medeniyetler, kültürler ve farklı örf ve adetler gelip geçer ama Ramazan ayının kendi dünyasının umdeleri sapasağlam ve dimdik ayakta durur. Tam da oruç ayetinin söylediği şey gerçekleşmektedir: “Sizden öncekilere farz kıldığımız gibi, oruç size de farz kılındı”. Böylece mevcut dünya küresi içinde bütün insanları birbirine bağlayan oruç geçmişten günümüze bütün insanları da birbirine bağlayan bir işlevi yerine getirmiş olur.
Oruç bugün için bir İslam dünyasının bütün olumsuz gelişmelere, siyasi birlik yoksunluğuna karşılık hayatiyetini işaret eden en önemli göstergelerden biri olarak kendini gösterir. Bu dünyaya ait olan insanların bugün bir siyasal bedenden yoksun olmalarının kendilerine nelere mal oluyor olduğunu hissetmemeleri mümkün değil. Yüzüncü yılına vasıl olduğumuz hilafetin kaldırılışı münasebetiyle bu yoksunluğun veya kaldırılışının yol açtığı travmalardan bahsediyorum diye birileri beklenen tepkilerini gösterdi. Bana bu travmanın veya bu yoksunluk hissinin boş olduğunu ispatlamaya çalıştılar. Aslında ispatladıkları tek şey kendilerinin Müslümanlara ait bir dünyada yaşamıyor olduklarıdır. Müslümanların dünyasında yaşamayanın bu travmayı hissetmesini nasıl bekleyebiliriz ki?
Müslümanların bugün başsız olmaları, siyasi bir birlik olamamaları dolayısıyla 2 milyarlık sayısal çokluklarının kayda değer caydırıcı bir güç oluşturamadığını söylediğimizde tabii ki Müslümanlar adına konuşmuş oluyoruz. Gazze’de kıytırık İsrail terör örgütünün bu 2 milyar Müslümanın tamamını yok sayarak onları aşağılayarak sürdürdüğü soykırım çabasına karşı koyacak bir gücün olmaması hangi Müslümanı üzmez, rahatsız etmez?
Bakü’deki İslamofobi konferansında da, aslında aynı temalı başka konferanslarda da her zaman dönüp dolaşıp takıldığımız konu Müslüman olmayanların İslamofobik tavır, tutum ve politikalarından ziyade Müslüman bildiklerimizin İslamofobisi olmaktadır. Müslümanların dinsel özgürlüklerini, arzularını, taleplerini ve varoluşlarını bir yabancı, hatta hasım bir yabancı gibi karşılayan Müslüman yöneticiler ve elitler İslamofobinin en önemli sebebi olmaktadır. Ne yazık ki dışarıdan bakıldığında Müslüman toplum içinde yer alıyor olduğu için Müslüman da sayılan bu siyasetçi ve kültürel elitlerin İslamofobik tutumları Müslüman olmayan toplumlara İslam hakkında daha çarpıtıcı algıları daha inandırıcı bir biçimde benimsetmektedir. Bugün dünyada İslam hakkındaki en kötü algı üretimini kendi ülkelerindeki İslamcı muhalifleri dünyaya kötü göstermekte yarışan İslam ülkelerinin siyasetçileri ve onlara yanaşık elitler yapmaktadır. Batılı İslamofobik söylemlerin de en önemli beslenme kaynağı bunların kendi İslamcı muhalifleri hakkında çarpıtarak ortaya koydukları haberler olmaktadır.
Bombalar altında, zaten beş buçuk aydır fiili bir açlıkla soykırıma maruz bırakılan Gazze’ye karşı bu Siyonist soykırımının da unutmayalım ki en büyük desteği ABD’nin sınırsız desteği yanında Arap ülkelerinin liderlerinin sınırsız tepkisizliği olmaktadır. Ancak burada liderlerin tutumlarının tepkisizlikle sınırlı kalmadığına bilakis bu soykırımları desteklediklerine dair çok ciddi işaretler de vardır.
Ramazan’ın bir İslam dünyası hissiyatını ve şuurunu sürekli besleyen bir tarafı var elbet. Ama bu dünyanın içinde düşmanları, ikiyüzlü münafıkları ve gaflet ve delalet içinde olanları tamamen bertaraf etme işlevi yoktur elbet. Bilakis onları da açığa çıkaran, böylece imtihan döngüsünü tamamlayan yanı da vardır.