Haksöz Haber
Ankara Özgür-Der tarafından “Ümmet Coğrafyasının Bugünü ve Geleceği” isimli panel gerçekleştirildi. Abdurrahman Dilipak, Hamza Türkmen ve Selahaddin Eş Çakırgil’in konuşmacı olduğu panel, Hacı Bayram Yardımlaşma Derneği konferans salonunda yapıldı.
Hamza Türkmen, moderatörlüğünü de üstlendiği panele Ramazan Ayı’nın Kur’an ayı olduğu vurgusuyla başladı.
Panelin başlığından hareketle “Ümmet” kavramından bahseden Türkmen, kavramın topluluk, kavim anlamına geldiğini ve bu anlamda Osmanlı Ümmeti, Türkiye Ümmeti, Galatasaraylılar Ümmeti, Fenerbahçeliler Ümmeti tanımlarının olabileceğini ancak bizim için öncelikli tanımlamanın “Kur’an Ümmeti” olduğunu vurgulayarak konuşmasına devam etti.
“Bizim için örnek bir topluluk olan Peygamber ve arkadaşlarının şüheda nesli döneminden bugüne tarihsel süreç içinde elimizdeki nimeti kaybettik ve 19. yüzyılda topraklarımız işgal edildi.” diyerek tarihsel süreci değerlendiren Türkmen, bugün de bu işgalin devam ettiğini Müslümanlar olarak iç ve dış vesayet odakları tarafından kuşatıldığımızı vurguladı. Hamza Türkmen bu yerel ve küresel kuşatma karşısında ayrışma ve kimliğine dönme çabalarının olduğunu ancak Türkiye’de gezi parkı kalkışması, Mısır’da Temerrüd Hareketi ve devamında Sisi darbesiyle bu maruf çabaların engellenmeye çalışıldığını vurguladı.
Türkmen, Ümmet coğrafyasındaki mevcut yönetimlere yaklaşımımızdaki ölçünün bu yönetimlerin ümmetin değerlerine göre hareket edip etmediği üzerine şekillenmesi gerektiğini söyledi.
Hamza Türkmen ümmet coğrafyasının bugünkü tabloda iki farklı grubun mücadelesi içinde olduğunu söyleyerek sözü Abdurrahman Dilipak’a bıraktı: Emperyalist sömürü karşısında kimliğini kaybedip çözülenler ve bu sömürüye karşı direnip, arınmaya çalışanlar.
Abdurrahman Dilipak, sözlerine Batı’nın bugünkü servet ve gücünün arka planında Coğrafi Keşifler ve sonrasında gerçekleşen sömürü, işgal ve kan olduğunu söyleyerek başladı. Bu işgal politikasının ulus devletleri doğurduğu ve doygunluğa ulaşmasıyla ümmet coğrafyası üzerinde bir paylaşım savaşını başlattığını söyleyen Dilipak, coğrafyamızda bu savaşa karşı çeşitli reflekslerin geliştiğini söyleyerek sözlerine şöyle devam etti:
“Osmanlı son döneminde bu durum Türkleşmek, İslamlaşmak, Batılılaşmak tartışmalarında kendini gösteriyordu. Bu meyanda sömürülmeye hazır kesimler oluşmaya başlamıştı. Bizim coğrafyamızı ele aldığımızda İttihatçılık bunun örneğidir. Asli kimliğine dönme, cahili kirden arınma çabaları da bu dönemde kendini gösteriyordu. Bugüne baktığımızda da bu fikirsel çatışmanın çeşitli şekillerde kendini devam ettirdiğini görebiliriz. Bugün Hint coğrafyasında 550 milyon Müslüman yaşıyor. Bu sayı dünya Müslümanlarının dörtte birine tekabül ediyor. Ancak bizler Hint Müslümanlarından haberdar değiliz. 1071’de Anadolu’ya girdiğimiz üzerine bir tarih yazılmış ve bu kurguya kendimizi hapsederek dünya Müslümanlarından izole hale gelmişiz. Hâlbuki Allah ve resulünü takip edenler tek bir ümmettirler. Bizler dünya Müslümanlarıyla müttehit olmazsak Müslümanlığımızın içi boştur ve bizim teklifimiz bütün insanlığın kurtuluşuna yönelik olmalıdır.”.
Dilipak, bugüne gelindiğinde eksiklerle birlikte gidişattan umutlu olduğunu ifade etti. Ancak İslam dünyasında bugün mezhepçiliğin istenilmeyen zararlara yol açtığını ve bu cahili kirden arınmamız gerektiğini vurgulayarak sözlerine devam eden Dilipak, servet ve güç elde etmenin bir kazanım olduğu kadar bir imtihan da olduğunu ve Müslümanların bu imtihanı akıl ve imanı önceleyerek aşabileceklerini söyleyerek sözlerini bitirdi.
Abdurrahman Dilipak’tan sonra söz alan Selahaddin Eş. Çakırgil, Peygamberimizin döneminden örneklerle Müslümanca hayatın bir mücadele üzerine kurulduğunu söyleyerek sözlerine başladı.
İslam coğrafyasının, Batı’nın işgal ve sömürü politikalarıyla büyük bir travma yaşadığını belirten Çakırgil, bu travmadan kurtulup sahip olduğumuz imkanları kullanmamız gerektiğini söyleyerek sözlerine devam etti.
Çakırgil, bugün ortaya konan yanlışların bizi umutsuzluğa sevk etmemesi gerektiğini tarihimizden örnekler vererek açıkladı. “Uhud dağında ganimet sevdasıyla görevini unutan Müslümanlardan, cemel ve sıffin savaşları ve burada ortaya konan yanlışlar bizim tarihimizin örnekleri.” diyen Çakırgil, bu yanlışları yapan insanların peygamberimizin eğitiminden geçmiş insanlar olduğunu kaydederek yapılan yanlışlardan dolayı umutsuzluğa kapılmanın doğru olmadığını belirtti.
Dünya basınının Müslümanlarla ilgili haberleri sürekli olarak kan ve savaşa eşitleyerek sunmasına aldanmamamız gerektiğini belirten Çakırgil, I. ve II. Dünya Savaşlarında 60 milyon insaınn öldüğünü ve bu savaşların müsebbinin Batılı devletlerin pay kapma yarışından kaynaklandığını söyledi. Çakırgil, Batılı toplumların gerilime ve çatışmaya bizden daha hazır olduğunu söylerken bizim kendi yanlışlarımızı da görmemiz gerektiğini söyleyerek sözlerine devam etti.
Osmanlı’nın son döneminde Batı’ya hayran kesimlerin yetiştiğini ve Ziya Paşa’nın beytiyle bu kesimlerin sözlerine keramet gibi bakıldığını belirten Çakırgil, bu zihniyetin sömürülmeye zaten müsait olduğunu ve 90 yıllık cumhuriyet serüvenimizin de çankaya-üniversite-asker üçgeniyle bu zihniyetin hâkimiyetinde geçtiğinden söz etti. Çakırgil, söz konusu bu kemalist hâkimiyetin kırılması gerektiğinden hareketle 1919’dan başlayarak İslami geçmişi yok sayan tarih kurgusunu eleştiren cumhurbaşkanının sözlerinin dikkate değer olduğunu vurguladı.
Türkiye halkının düşünce yapısından uzak olan 82 anayasasının değişmesinin elzem olduğunu da vurgulayan Çakırgil, yeni anayasanın herhangi bir kişiye bağlı olmadan halkın taleplerine hizmet eden bir şekilde düzenlenmesi gerektiğini söyleyerek, bugün seçilen bir milletvekilinin göreve başlamak için M. Kemal adına yemin etmesinin halkın inançları ve talepleriyle bağdaşmadığının altını çizerek konuşmasını tamamladı ve sözü Hamza Türkmen’e bıraktı.
Hamza Türkmen, tüm coğrafyamızın ulus devletlere bölünmüş olduğunun altını çizerek, bölünmüş bu devletlerin anayasasında İslam dahi olsa sonuç itibari ile seküler, İslam’ı alt kimliğe indirgeyen, Batı’yla bütünleşmiş yöneticiler ve sistemler tarafından yönetildiğimize vurgu yaptı ve gerçek özgürlük ve adalet arayışını içinde yaşadığımız bu sistemden hem kimliksel planda ayrışmamız hem de yaşadığımız ülkeyi özgürleştirmeye çalışmamız olarak tanımladı.
Program panelistlerin dinleyicilerden gelen soruları cevaplamasının ardından sona erdi.