Programın açılış konuşmasını Özgür-Der Ankara Başkanı Hakkı Öğüt yaptı.
“Ümmet Bilinci Neyi Gerektirir?” sorusu üzerinde yoğunlaşılan programda Rıdvan Kaya özetle şunları söyledi:
-Adil şahitlik mutlaka itirazı gerektirir. İdarenin maslahatçılığını değil, ümmetin maslahatını öne çıkartmayı gerektirir. Bu çerçevede mutlaka Müslümanların ölçülü olması gerektiğini vurgulamak istiyorum. İktidar ilişkileri ile alakalı vurgu yapmak istediğim diğer bir konu da şudur ki: Günümüzde Müslümanlar arasında birtakım tartışmalar yaşanmaktadır. Ortada mevcut bir iktidar var. Genel hatlarıyla Müslümanların lehine sonuçlar doğuran politikalar izliyor. Buna karşı yaklaşımımız nasıl olmalıdır? Türkiye’nin nasıl bir geçmişten geldiğini biliyoruz. Bu noktadan bakıldığında AK Parti dönemi Türkiye’de Müslümanların ve halkın en rahat olduğu dönemdir. Kendi kimlik ve inançlarından dolayı en azından doğrudan sistemin zulmüne maruz kalmadığı açıktır. Doğal olarak bu görüntü hem içeriden hem dışarıdan birtakım tepkileri beslemektedir. İçeride İslami kimliğe karşı konumlanmış Kemalist-Laik-Solcular bu görüntüden dolayı düşmanlık geliştirdiler. Dışarıda da genel hatlarıyla iktidarın İslamcı görünmesinden hareketle bu durum doğal olarak içeride İslami hassasiyete sahip kimselerle iktidarı her şeyi ile sahiplenilmesini beraberinde getiriyor. Mevcut iktidara olan kinin ana sebepleri arasında İslam’a yakın olmanın olduğunu biliyoruz. Ana muhalefet partisine bakınca 7 yıldır Esedcilik yaptığını görüyoruz. İslami kimliğe dönük birtakım yaklaşımlardan dolayı ortaya çıkan yaklaşımları ve politikaları biz de desteklemeliyiz. Ama bu bizi ölçüsüzlüğe sevk etmemeli. Aynileşmek doğru değildir. İktidarın öncelikleri değişebilir ama bizim değişmemeli. Kimliğimizle çelişen durumlar söz konusu olduğunda itiraz edebilmeliyiz. İtiraz etmeyen bir anlayış İslami hareket vasfını korumaya layık mıdır, dikkat etmek durumundayız.
-İslami kimliğin esasları üzerinde ısrarcı olmalıyız.
-Suriye’de Afrin ile alakalı gelişmelerde başta tereddütlerimiz vardı. Ama gelişmeler Müslümanların lehine oldu. Kısmi de olsa o bölgede bir rahatlama oldu. PKK-PYD gibi bir hareketin püskürtülmesi Müslümanların kazanımıdır. Kullanılan dil ve semboller çok rahatsız ediciydi. Böyle bir süreçte siz bu tür slogan ve sembolleri bu kadar tedavüle sokarsanız bu yarayı kanatırsınız. Bu açıdan Müslümanların buna itiraz etmesi lazımdır. Kimlik noktasında net olmalıyız.
-Biz her noktasında önüne, arkasına ekler koymaksızın Müslüman olmayı becerebilmeliyiz. Örneğin karşı çıktığımız durumlara Müslüman kimliğimizle karşı çıkmalıyız. Mesela insan haklarının ihlal edildiği görüyoruz. İnsan hakları ihlal edildiğinde bu sürece Müslüman kimliğimizle karşı çıkabilmeliyiz.
-Kur’an Müslümanları bütüncül bir kimliğe sevk ediyor. Parçacı ve parçalı bir tarzı kabul etmemek durumundayız. Kur’an hayatımıza yön ve şekil vermelidir. Kur’an ve Resulullah’ın sünnetinden kalkarak hayatımızı yorumlamalıyız. Kendi hayatımızdan kalkarak Kur’an’ı yorumlamaya kalkarsak bu eklektik bir kimlik doğuracaktır ve özellikle modernist hayat tarzının, kapitalist hayat tarzının Müslümanların önüne çıkarttığı en ciddi sıkıntının bu olduğunu görmek durumundayız. Bu çerçevede mutlaka cemaat bilincine sahip olmalıyız. Yaşadığımız dönemde artık ilişkilerimizde münkeri nehy edemeyen ve tebliğ etmeye çekinen bir ilişki tarzı yaygınlaşıyor. Bu durumda ilişki tarzlarımızı kontrol tamir etmek zorundayız ve mutlaka cemaat olma bilincini yakalamamız gerekiyor. Özellikle bu yoğun “bireyci” havayı kırmak zorundayız.
-Bir başka zaaf da yaşadığımız sorunları bir güç sorunu gibi algılamak. Örnek olarak Mısır’da İhvan’a yönelik, Suriye’de mücahitlere yönelik olarak sık sık duyuyoruz: Niçin ayağa kalktılar? Niçin kıyam ettiler? Bu tür soruları sık sık duyuyoruz. Savaşın sonucundan yola çıkarak kalkıp bir mücadeleyi değerli ya da değersiz görmek, haklı ya da haksız görmek Müslüman mantığı değildir. Müslüman mantığı “Kim, orada neyi temsil ediyor?” sorusunu sormak ve meseleye bu çerçevede bakmayı gerektirmektedir. Olaya güç sorunu olarak bakanların bu noktada çok ciddi çelişki içerisinde olduğunu görüyoruz. Bunu yapan insanların çoğu Filistin’e baktığında çok rahat “Hamas’a selam, direnişe devam“ sloganını attıklarını görürsünüz. Allah için düşünelim; şu dönemde Müslümanların Siyonist zulmünü engelleyecek bir gücü var mı? Şuan için yok, vaka açık. O zaman biz orada Siyonistlerin gücü var diye kalkıp Müslümanların direnişten geri durmasını mı isteyelim? Geri mi bıraktıralım? Hayır. Bütün bu zulümlere karşı, bizatihi direnişin kendisinin Müslümanların kazanımı olduğunu hatta görev ve sorumluluğu olduğunu düşünüyoruz.
-Bizim ilkelerimizi bir takım şartlar ya da konjonktürel olaylar ya da kaygılar belirlememektedir. Hayatımızı fikir ve eylemlerimiz yönlendirmektedir. Bu çerçevede “Yerlilik ve millilik” gibi bir söylemin bu noktada bizim için bir kriter olamayacağının da altını çizelim. Biz Müslümanlar olarak daraltılmış ya da bir takım eklektik anlamlar yüklenmiş nevzuhur kriterler olarak çıkartılan ve muhafazakarlıktan da öteye gitmeyecek bir takım tanımlamalara sığmayız. Sığmadığımızı da ortaya koymak durumundayız. Ne zihnimiz ne kalbimiz bizi bu tür dar sınırlamalarla sınırlamaya yetmemelidir.
-İnsanların rızasına değil Allah’ın rızasına bakmak, onu elde etmek Müslümanlar için her dönem şiar olmalıdır. Bunun dışından bir takım davranışlara taviz verilmemelidir. Çünkü mücadelemizin en temelinde Rabbimizi razı etmek vardır. Bunun dışındaki hesaplar ve beklentiler kaybetmeyi baştan kabul etmek anlamına gelir.
-Şüphesiz savaşın hedefi kazanmaktır. Düşmanı yenilgiye uğratmak elbette ki Müslümanların talebidir. Ama öyle anlar gelir ki bizatihi mücadelenin kendisini sürdürmek kazanım olur, başarının kendisi haline gelir. Bu çerçevede eğer herhangi bir mücadele ilkeler temelinde sürdürülüyorsa, Rabbimizin belirlediği istikamette sürüyorsa bu mücadelenin başarı olduğunu görmek durumundayız. Eğer bu şekilde değil de dünyevi olarak fazla kazanç sağladığı halde ilkelerden taviz veriliyorsa bu her durumda kaybetmişsiniz demektir. Bu çerçevede bizim öncelikli hedefimizin mevzi kazanımlar değil Rabbimizin rızası olduğunu ve bugünden yarına İslami bir hattın inşası olması gerektiğini, bizden sonraki nesillere de bu mücadelenin hakkını en güzel şekilde miras olarak bırakmanın bizlerin temel hedeflerimizden olduğunu söyleyelim. Allah bu manada Müslümanların mücadelesini bereketlendirsin. Ayaklarımızı din üzere sabit kılsın. Kardeşlerimizle olan ilişkilerimizi de gerçekten Rabbimizin kitabında belirttiği şekilde birbirinin velisi olan müminler olarak belirlemeyi bizlere nasip etsin.
-Kimliğimiz konusunda net olmak, ısrarcı olmak zorundayız. Geçmiş dönemde Türkiyeli Müslümanların ciddi manada mücadelesi oldu. Bizden öncekilerin birçok uğraşı oldu. Sağcılıktan, devletçilikten, muhafazakarlıktan kolay kopmadılar Müslümanlar. Öncekilerin uğraşlarını görür, dinlersek bunu çok net anlayabiliriz. Allah rahmet eylesin Seyyid Kutup’lar, Mevdudi’lerden istifadeyle bu zaaflar aşıldı. Müslümanlar bunun için çok mücadele ettiler. Bununla alakalı bir ayrılma süreci meydana geldi ve Müslümanlar bu anlamda sağcılıktan, milliyetçilikten koptular. Türklük meselesi gündeme geldiğinde bazı kesimler yanlış anlıyor. Müslüman kimliğimiz dışında diğer bütün kimlikler geçici kimliklerdir. Dolayısıyla bu kimliklerle hayata bakamayız. Bu kimlikler hayatımızı yönlendiren kimlikler değildir. O yüzden o mücadele bu anlamda çok saygıdeğer bir mücadeleydi ve Müslümanlar bu konuda netleştiler. Bu tür isimlere herhangi bir kinimiz olduğu için değil; Allah-u Teala “Ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” diye buyuruyor. Şimdi Rabbimizin bu açık emri ortada dururken insanların kendini etnik kökeniyle, cinsiyet ayrıştırmasıyla, hemşehricilikle ya da başka bir şeyle tanımlayıp hayata bu perspektiften bakması çelişkidir. Müslümanlar açısından daha yüksek olan bir şeyden daha alçak olan bir şeye razı olmaktır. Bu noktada net olmak zorundayız. Pratik anlamda da politik zeminde de cahiliye duyguları kolay harekete geçen duygulardır. Eğer siz bunlar üzerinde oynarsanız, birilerinin asabiyesini beslerseniz karşı asabiyeyi de beslersiniz. Eğer siz sürekli Türklükten bahsederseniz, Türk bayrağının yüceliğinden bahsederseniz birilerini kışkırtırsınız. Birilerinde karşı asabiye doğal olarak harekete geçer. İlkesel anlamda karşı çıktığımız gibi bu duruma pratikte de karşı çıkmak zorundayız.