Ümmet bilinci

Gülay Göktürk

Polemik yazılarının köşelerde tefrikalar halinde sürmesinin okuyucuya pek de sevimli gelmediğinin farkındayım.

Ne var ki, Ahmet Taşgetiren'le aramızdaki tartışmanın çapı bir yazıyla toparlanamayacak kadar geniş olunca, her ikimiz de fikirlerimizi tefrikalar halinde yayınlamak zorunda kaldık.

Bugün -son bölüm olması dileğiyle- Taşgetiren'in son üç yazısında en önemli gördüğüm birkaç noktaya değineceğim.

Taşgetiren'in yazılarına sinen temel görüşlerden biri Türkiye'de etnik ayrılıkçılığın emperyalizm tarafından körüklendiği, İslam coğrafyasına yönelik emperyalist politikaların bir uzantısı olduğu görüşü...

Benim "Eğer İslam bu kadar güçlü bir birleştirici ise, neden Osmanlı'dan beri süregiden Kürt isyanlarını, Arap ülkeleri arasındaki düşmanlıkları, Irak-İran Savaşı'nı ya da Irak'ın Kuveyt'i işgalini engellemedi" sorumu da aynı görüşe başvurarak cevaplıyor: Çünkü bütün bu olaylarda emperyalizmin parmağı vardı.

Ben başımıza gelen bütün kötülüklerin kökünün dışarıda görülmesini oldum bittim doğru bulmam.

Ama diyelim ki öyle olsun. Müslüman Araplar'ın birbirinin gözünü oyması da Osmanlı'daki Kürt isyanları da emperyalistlerin "çözücü politikalarının" sonucunda ortaya çıkmış olsun.

İyi de zaten "birleştirici güç" derken, bu tip ayrıştırıcı güçlere karşı dirençli bir faktörden söz etmiyor muyuz? Ortak paydanın ne kadar güçlü olduğu ancak dışarıdan saldırı olduğu zaman anlaşılır. Kaya gibi sağlam bir ortak payda ama emperyalistlerin bütün entrikaları karşısında yerle bir oluyor! Doğrusu bu, "Güçlü bir ordumuz var ama düşmana karşı direnemiyor" demeye benzemiyor mu? Ya da "Aramızda güçlü bir sevgi var ama ekonomik zorluklar karşısında dayanıksız..."

Yanlış anlaşılmasın, ben İslam'ın Kürtler ve Türkler arasında önemli bir ortak payda oluşturduğunu inkâr etmiyorum. Ama bu ortak paydanın etnik bilincin çeşitli sebeplerle ön plana çıktığı bir ortamda bu çelişkiyi çözmeye yetmeyeceğini -ve nitekim yetmediğini- söylüyorum. Daha da genel olarak, bir alanda ortaya çıkan sorunun ancak o sorunu yaratan çelişkinin çözülmesiyle ortadan kalkabileceğini; o çelişkiyi çözmeden bırakıp bir başka birlik noktasını ön plana çıkararak yok edilemeyeceğini düşünüyorum. Yine evlilikten örnek verecek olursak; bir çift arasında, ortak çocuklarının olmasından daha önemli bir ortak payda olabilir mi? Ama ortak çocuklarının olması, ruhen hiç uyuşamayan bir çifti bir arada tutmaya yetmez. Ve hiçbir evlilik danışmanı da o çifte "Ruh uyuşmazlığınızı çocuklarınızın varlığını hissederek yenin" diyemez.

"Eğer etnik bakımdan ayrıysak, din de yeteri güçlü bir ortak payda değilse, o zaman bizi bir arada tutacak olan nedir?" diye soruyor Taşgetiren ve devam ediyor: "...Demokrasi ve özgürlükler etnik aidiyet duygusu bilenmiş bir topluluğu diğeri ile neden bir arada tutsun? Neden ayrı bir toprak parçası içinde kendi özgürlük ve demokrasi düzenini inşa etmeyi tercih etmesin?"

Çünkü insanın kimliği sadece etnik ve dini kimliklerinden ibaret değildir... Çünkü insanlar yaşadıkları ülkeye maddi manevi bin bir türlü bağla bağlanırlar. O ülkede doğdukları için, o ülkenin havasına, suyuna, yemeğine alıştıkları için, o ülkeye ait anılar biriktirdikleri için, o ülkede çalışıp hayatlarını kazandıkları için, atalarının mezarı o ülkede olduğu için, hayatları boyunca edindikleri bütün eş-dost- arkadaşları o ülkede yaşadığı için... Ve evet, aynı dini, aynı gelenekleri, görenekleri, kültürü paylaştıkları için kolay kolay çekip gitmezler... Ama bir şeyi doğru koyalım: Aynı çatı altında yaşamak insan mutluluğundan daha önde gelen bir amaç olamaz. Bütün bu güçlü bağlara rağmen eğer siz onları fazla sıkıştırırsanız, aşağılarsanız, demokrasi ve özgürlükten mahrum bırakırsanız elbette bütün bu bağları koparıp gitmeyi ve ayrı

bir toprak parçası içinde kendi özgürlük ve demokrasi düzenlerini inşa etmeyi de göze alabilirler; doğrusu haksız da olmazlar.

Tartışmanın bana göre en can alıcı olan noktasına gelecek olursak...

Taşgetiren soruyor:

"Gülay Göktürk, Türkler'le Kürtler'in ilişkilerinde İslam herhangi bir ortak duygu zemini oluşturmuyor mu demek istiyor? Ya da İslam var ama çok az mı demek istiyor? İslam hiç dikkate alınmasın mı demek istiyor? Böyle ortak payda bilmem ne, toplumlar için bunların anlamı yok mu demek istiyor?"

Aslında benim bu sorulara verdiğim cevap çok basit:

 Ben, eğer İslam Türkler'le Kürtler'in ilişkilerinde herhangi bir ortak duygu zemini, bir ümmet bilinci oluşturuyorsa, zaten kendiliğinden bir şekilde oluşturmaktadır, diyorum. Daha doğrusu ne kadar oluşturuyorsa o kadar oluşturmaktadır. Kimsenin bu toplumsal realiteye itiraz edecek ya da yok sayacak hali olamaz. Benim başından beri önemle vurguladığım şey, devletin bu ortak paydayı "azaltmak" ya da "artırmak" üzere devreye girmesinin yanlışlığı... Taşgetiren, sürekli olarak Kemalist rejimin "İslam'ı azaltarak" hata yaptığını söylüyor ve birleştirici bir unsur olarak "İslam'ın arttırılmasını", -anladığım kadarıyla- zedelenen ve giderek yok edilen ümmet bilincinin devlet eliyle güçlendirilmesini savunuyor. Ben ise, geçmişte yapıldığı gibi azaltılmasının da bugün Ahmet Bey'in savunduğu gibi artırılmasının da yanlış olduğunu söylüyorum, her ikisini de devletin dine müdahalesi olarak görüyor, devletin dini kendi haline bırakmasını savunuyorum.

Aslında belki de eğer Taşgetiren önerisini biraz olsun somutlaştırsaydı; devletin dinin birleştirici özelliğinden yararlanmak için ne yapması gerektiğini daha açık anlatsaydı; mesela "sistemin İslami aidiyeti besleyici bir politika benimsemesi" derken ne gibi somut politikalar düşündüğünü birkaç örnekle izah etseydi; askere ve CHP'ye "İslam'ın bu topraklar için stratejik önemini değerlendirin" derken onlardan ne yapmalarını beklediğini söyleseydi, bu tartışma çok daha verimli bir zeminde yürüyebilirdi. Böylece genel ifadelerin kaypaklığından kurtulup neyi tartıştığımızı daha net bilebilirdik.

Ya, aslında pek de farklı düşünmediğimiz çıkardı ortaya; ya da ezeli fikir ayrılığımızda zerrece yol alamadığımız...

Mesela, eğer kastettiği şey, Başbakan'ın geçen günkü konuşmasında yaptığı gibi, oğullarını kaybeden annelerin ister Kürt ister Türk olsunlar aynı duayı okuduklarından, cemaatin aynı kıbleye döndüğünden bahisle din kardeşliğine vurgu yapmaktan ibaretse zaten mesele kalmazdı. Yok, eğer "dinin artırılmasından" kastı devletin din birliğini esas alan bir toplum modeli inşa etmeye kalkışması ise; bir başka deyişle bin bir türlü çeşitliliği, farklılığı içinde barındıran modern toplumu ümmete dönüştürmekse arzusu, yollarımızın tamamen ayrı olduğunu anlamış olurduk.

Boşuna çene yormaz; ben demokrasinin birleştirici gücüne duyduğum güvenle kendi yolumdan giderdim, Taşgetiren de olmayacak duaya amin demeye devam ederdi.

BUGÜN