Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde Türkçe öğretmeni Elif Kısa’nın tesettürü dolaysıyla nasıl bir iğrenç bir saldırının odağına oturduğunu gördük. Manzara tıpkı Ergenekon’un ODTÜ’deki uzantısı çirkin ulusolcuların saldırısına maruz kalan tesettürlü kızların karşı karşıya kaldığı gibi tipik bir Kemalist tahakküm manzarasıydı.
Eğitim-İş Sendikası ve DHA işbirliğiyle “Milli Eğitim Çarşafa Dolandı” frekansından ihbar, provokasyon ve hedef gösterme kampanyasına start verildi. Sözcü, Cumhuriyet, BirGün, Sol, Radikal, Aydınlık gibi hem Ergenekon hem de Şebbiha aşığı yayın organlarının tesettür düşmanlığında Çevik Bir, Çetin Doğan, Kemal Gürüz, Türkan Saylan gibi kıdemli cuntacıları aratmadığı aşikârdı.
Kara Propaganda ‘Kara Çarşaf’a Karşı!
Tesettür gibi İslam’ın en temel sembollerinden birine karşı bu türden çirkinlikler bizim açımızdan hiç de yeni ve şaşırtıcı değil elbette. Fakat fena halde canımızı sıkmaya devam eden bu sorunun kaynağını net olarak bulmak için şu soruyu sormak mecburiyetindeyiz: “Bu gibi saldırıların faillerini edepsiz ve zorbaca karakterleriyle, akıl ve ruh hastası kişilikleriyle, tecavüzü teamül haline getiren mantıklarıyla hangi ideoloji ve kadrolar üretiyor?”
Sadece kamusal alanda görünür olan tesettürlü kadınlara karşı değil bir bütün olarak İslami değerlere karşı inşa edilen nefret ve düşmanlığın kaynağında mevcut resmi ideoloji ve kadrolarının olduğu malum. Ancak kimi sol-sosyalist kimi liberal kanatta yer alan fakat 12 Eylül 2010 Referandum süreci ama özellikle de Suriye kriziyle birlikte iyiden iyiye ulusalcı söylem ve kadrolara yanaşık düzen hareket edenlerin oranında ciddi bir artış oldu.
AK Parti Hükümetine ama özellikle de Başbakan Erdoğan’ın şahsına isnat edilen ‘despotik karakter’ sol-liberal çevreleri Türkiye’de Kemalist oligarşiye, Suriye’deyse Esed/Baas rejimine sıkı sıkıya sarılmaya kadar sürükledi. Biraz mantık sahibi hiç kimsenin açıktan Kemalist ve Baasçı ideoloji ve kadroların ortaya çıkarttığı felaketleri savunmasının mümkün olmadığı bir vasatta bütün öfke ve düşmanlıkların sistematik olarak İslami kimlik ve taleplere yönlendirilmesi tesadüf olmasa gerek.
Laik ve Batıcı perspektif garip bir biçimde işgali ve zulmü temsil eden sömürgeciliğe ve despotizme karşı mücadele eden İslami kimliği “yabancı ve türedi” sayıyordu. Öyle ki; Batı standartlarına ve laik hayat tarzına uyum sağlayamayacağını düşündükleri her türlü talebin gayrı meşru ve gayrı insani olduğunu iddia edip devlet eliyle toplumsal alandan tecrit edilmesi için darbelere zemin hazırlamayı marifet ve görev biliyorlar. Mesela “ODTÜ’de sorun başörtüsü değil cemaat” şeklinde çark edenler kim? Başta homoseksüellik olmak üzere her türlü rezilliğin toplumsallaşması için mücadele edenler elbette.
Kara propaganda, psikolojik harekat, ajitasyon ve provokasyon gibi insana karşı suç teşkil eden kirli yöntemler sanıldığının aksine sadece devlet tarafından kullanılmıyor. Güya devlete muhalif ve bağımsız ama esasen devletin resmi ideolojisine ve iktidar sınıflarına müzahir sol-sosyalist, liberal ve Alevi çevreler de bu yolda iştahlı ve şehvetli bir biçimde rol kapmak için yırtınıyorlar.
Düzene Saygılı ve Sadık Devrimciler
Başbakan Erdoğan’ın ekonomi politikasını TÜSİAD’ın gölgesine sığınıp, dış politikasını Esed/Baas rejiminin kucağına oturup, eğitim öğretimdeki MGK dayatmalara son verilmesi girişimlerini ADD-ÇYDD raporlarına yaslanarak, Ergenekon-Balyoz yargılamalarını Kemalist Baroların eteğine yapışarak izah etmeye kalkışan siyaset tarzının adı ne olursa olsun tam bir tükenmişlik ve çürümüşlük halini ortaya koyar.
Bugün adına muhalefet denen ve kimine liberal kimine sol-sosyalist kimine de Alevi maskesi geçirilen söylem ve siyaset tarzının despotik teamüllerin muhafazası ve müdafaası dışında ciddi hiçbir rolü kalmamıştır. Bugün yeni bir anayasa yapılamıyor, Kürt sorununun çözümü yolunda hızlı ve cesur adımlar atılamıyor, eğitim öğretimde resmi ideolojinin tahakkümü kırılamıyor ve dış politikada küresel hegemonyanın çizdiği sınırlara karşı daha köklü itirazlar hayat bulamıyorsa, söz konusu muhalefet tarzının fazlasıyla Kemalist oluşunun bunda ağırlıklı bir payı vardır.
“Düzen değişsin ama öncelikle düzenin laik-ulusalcı karakterine gölge düşürecek İslami renkler ve sesler bastırılsın” şeklinde özetlenebilecek bir “endişeli modernlik” halinin Kemalist statükoya karşı değil devrimcilik sistem içi muhalefet etme ihtimali bile yoktur. İslami kimlik ve taleplerin terbiye edilip kullanılabilir şekle sokulması için boşuna yerel, bölgesel ve küresel çapta ittifaklar kurulmuyor. Baksanıza “Şeytan Ayetleri”nin merkezi Perinçek Çetesi sadece Kemalistler, Baasçılar, liberaller, sosyalistler için değil İran ve Hizbullah için dahi nasıl da kritik bir kılavuz oluvermiş.