Ahmet Varol / Yeni Akit
“Uluslararası yargı” bağımsız mıdır?
Yargı bağımsızlığı sıkça gündeme gelen bir konudur. Bazen bir sorun bazen de kesinlikle taviz verilmemesi gereken bir ilke olarak gündemde yer alır. Bu sıralarda siyonist işgal rejiminde gündeme getirilen yargı reformu paketinin karışıklıklara sebep olması da temelde “yargı bağımsızlığı”nın ortadan kaldırıldığı iddialarına dayanıyor. İsrail Yüksek Mahkemesi’nin, yolsuzluk suçlarından mahkum edilmiş Şas Partisi Genel Başkanı Aryeh Deri’nin İçişleri Bakanı yapılmasına itirazı Netanyahu’nun çok zoruna gittiği için bu mahkemenin yetkilerini sınırlandırmak amacıyla bir yargı reformu paketi hazırladı. Netanyahu’ya karşı siyonist tabanı harekete geçirmek için bahane arayan muhalif kanat da bunu iyi bir fırsat olarak gördüğü için hemen harekete geçti.
Uluslararası alanda da bilindiği üzere bir süre önce Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Ukrayna’da savaş suçu işlediği gerekçesiyle Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin hakkında bir tutuklama kararı çıkardı.
Hukuk kurallarına göre mahkemenin görevi adaletin icrasını gerektiren kararlar almaktır. Alınacak kararların uygulanmasının ne kadar mümkün olup olmadığına bakmak mahkemenin görevi değildir. Çünkü mahkemenin kararlarını uygulamak idari mekanizmanın görevidir.
UCM’nin Putin hakkında verdiği son karar da nispeten, siyasi dengeleri, yargı kararlarını pratiğe taşıyacak unsurların bu konudaki imkanlarının sınırlarını göz önünde bulundurmadan tamamen hukukun gereğine göre hareket ederek bağımsız bir şekilde karar verdiği mesajı taşıyor olabilir. Ama maalesef UCM’nin geçmişi bu konuda onu doğrulamıyor.
Putin’e yöneltilen savaş suçu ithamı elbette yerinde ve haklıdır. Ama o savaş suçunu sadece Ukrayna’da işlemedi. Ondan önce Çeçenistan ve Suriye’de de işledi. UCM onun buralardaki hak ihlallerini ve işlediği savaş suçlarını yargıya taşımayı ihmal etti. Bugün Ukrayna’da işlediği savaş suçlarından dolayı hakkında tutuklama kararı çıkarmakla tümüyle hukuki değil aynı zamanda siyasi bir tavır sergilemiştir.
Ayrıca UCM’nin hukuk kurallarına göre ve bağımsız karar verdiği konusunda samimi olduğunu gösterebilmesi için aynı duruşu işgalci siyonist rejim ve ABD karşısında da sergilemiş olması gerekir.
Bu kurum İsrail işgal rejiminin Mavi Marmara gemisine yönelik saldırıda gerçekleştirdiği katliamla ilgili açılan dava dosyalarını Aralık 2019’un başında üçüncü kez kapatmıştı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi savaş suçlarının cezalandırılması amacıyla, BM öncülüğünde kurulmuş bir kurumdur.
Dünyada en çok savaş suçu işleyen yönetimlerden biri siyonist işgal rejimidir. Fakat ne kadar ilginçtir ki uluslararası yargı işgal rejimini savaş suçlarından dolayı hiç hesaba çekmedi. Bu konuda değişik iddialar ve gerekçeler kullanıldı. İşgal rejiminin UCM üyesi olmaması ve bu rejimin mağdur ettiği Filistin halkının bir devletinin olmaması kullanılan gerekçelerin başında yer aldı. Fakat Mavi Marmara mağdurlarının devletlerinin olmasına ve suçun da uluslararası sularda işlenmesine rağmen yine katillerin yargılanmasına gerek görülmedi ve yapılan tüm itirazlar reddedilerek dava dosyaları üç kez kapatıldı.
UCM’nin eski başsavcısı Fatou Bensouda’nın UCM’nin İsrail işgal rejiminin savaş suçlarını soruşturma yetkisinin olduğuna dair açıklama yapması, sonrasında da fiilen soruşturma başlatma kararı alması üzerine ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, UCM’nin siyonist işgalcinin savaş suçlarını soruşturma kararından rahatsız olduğunu ortaya koymakta gecikmedi ve bu mahkemenin İsrail aleyhine soruşturma başlatma yetkisi olmadığını iddia etti. Aradan fazla zaman geçmeden de Bensouda görevinden istifa etmek zorunda kaldı.
Bu hadise UCM’nin, küresel güçlerin siyasi tavırlarından bağımsız ve tamamen hukukun mantığına göre hareket etme imkanından yoksun olduğunu çok açık bir şekilde gözler önüne seren bir gelişme olmuştu. Bu itibarla UCM, uluslararası platformda savaş suçlarıyla ilgili olarak adaleti icra edeceğini, hukukun gereğini yerine getireceğini umduğumuz bir yargı organı değildir.