Uluslararası Toplum”un koruduğu aşırılık

Ahmet Varol

Yahudiler 27 Eylül Pazar gününü dinî bir bayram ve kutsal gün saydıkları Yomkippur olarak kutladılar. Yahudi yılbaşının ertesi haftası gelen bu gün "Büyük Keffaret Günü" anlamına gelir.

Yomkippur Yahudilerde en önemli dinsel gündür. Bir gün öncesinin akşam karanlığından itibaren ertesi akşama kadar yemek yemeyerek oruç tutarlar. Bu tek günlük oruçla ve dualarla Tanrı'dan af diler, bütün gün sinagoga giderek dua ederler.

Bu bilgiden de anlaşılacağı üzere Yahudilerin normalde Yomkippur’u dua ve af dileme ile geçirmeleri gerekiyor. Fakat bu yıl söz konusu günlerini de Müslümanlara ve onların mabetlerine saldırı amacıyla değerlendireceklerini önceden duyurmuşlardı. Hatta bazı cemaatlerinin ileri gelenleri taraftarlarına söz konusu saldırıya destek vermeleri ve Mescidi Aksa’ya düzenlenecek baskında fiilen yer almaları için çağrı yaptılar.

Dünyanın değişik ülkelerinden getirtilip Filistin’e ve kutsal Kudüs’e yerleştirilen Yahudi göçmenlerin tehditlerinin bu kutsal mabet açısından ciddi tehlike oluşturduğu bilindiği için Mescidi Aksa Hatibi Şeyh İkrime Sabri geçen Cuma hutbesinde Müslümanlara çağrı yaparak bu mabedi bir saniye bile boş bırakmamalarını, sadece Kudüs’ten değil civar beldelerden de gelerek burada ibadet etmelerini istedi. Ayrıca Aksa Müessesesi tarafından da benzer bir çağrı yapılarak Mescidi Aksa’yı Müslüman cemaatin koruyacağına dikkat çekildi.

Allah’ın izniyle çağrılar amacına ulaştı ve işgalci Siyonistlerin bütün engellemelerine rağmen Müslümanlar kutsal mabedi boş bırakmamak için engelleri aşmaya çalıştılar. Bu mabedi korumak için canlarını feda etmekten çekinmeyeceklerini göstererek büyük bir kararlılıkla baskıncıları engellemeyi de başardılar.

“Aşırı” diye tanımlanan birtakım Yahudi gruplarına mensup göçmenler 27 Eylül Pazar sabahı kutsal Mescidi Aksa’ya girip, orayı kirletmek için Magribliler Kapısı ve Esbat Kapısı taraflarından dalış yapmak istediler. Fakat “aşırı Yahudi gruplarının mensupları” olarak tanımlanan bu göçmenler Siyonist işgal devletinin askerlerinin ve polislerinin himayesi altında bu dalışı gerçekleştirmek istiyorlardı. Yani aşırı olan sadece söz konusu gruplar ve onların mensupları değil bugün haksız bir şekilde Filistin topraklarına hükmeden işgalci Siyonist zihniyetin tamamıdır. Önceden bu tür saldırılarda öne çıkarılan “aşırı akımlar” ile işgal yönetiminin silahlı mekanizması arasındaki işbirliği ve koordinasyon genellikle perde arkasından yürütülüyordu. Şimdi artık tamamen açıktan ve son derece arsız bir şekilde yürütülüyor.

Mescidi Aksa baskınından sadece iki gün önce yani 25 Eylül tarihinde el-Halil’deki Hz. İbrahim Camisi’nin Müslümanlara bırakılan kısmına da bir baskın düzenlendi ve yine işgal yönetiminin silahlı güçlerinin himayesi altında oldu. Ondan iki gün önce de Nakab sahrasına inşa edilen bir Yahudi yerleşim merkezine yerleştirilmiş göçmenler bu bölgedeki Bedevi köylerine saldırdı. İşgal güçleri saldırgan göçmenlere değil köylerini korumak isteyen yerli ahaliye engel oldu ve onlardan 18 kişiyi tutukladı. Ondan iki gün önce yani 21 Eylül tarihinde Batı Yaka’nın Nablus vilayetinde yer alan Cit ve İmatin köylerinde ekili araziler yine aynı zihniyetteki Yahudi göçmenler tarafından ateşe verildi. Yangını söndürmek için koşan köylüler yollara işgalci askerlerin kurduğu pusularla karşılaştı ve engellendiler. Kendi arazileri yakılan ve söndürmek için gitmekte ısrar eden dört kişi de yollara pusu kuran söz konusu işgalci saldırganlar tarafından tutuklandı.

Bütün bu olaylar Filistin topraklarında işgali sürdüren mekanizmanın koordineli bir terör mekanizması olduğunu, saldırganların “aşırı” diye tanımlanmasının sadece bir gerekçe oluşturma taktiği olduğunu işin gerçeğinde bu tanımlamayı gayrimeşru işgalin tümü için kullanmak gerektiğini gösteriyor. Ne var ki görünüşte aşırılığa karşı tavır aldığı iddiasındaki uluslararası güçler Siyonist aşırılığı bir devlet olarak kabul ederken, onun BM’de kendini ifade etmesine ve savunmasına imkân verirken bu aşırılıktan zarar görenlerin kendilerini ifade etmelerine bile hak tanımıyor.

Yukarıda zikrettiğimiz dört olay Filistin topraklarını gayrimeşru bir şekilde işgal altında tutan Siyonist güçlerin sivil – asker koordinasyonu içinde gerçekleştirdiği aşırılığın sadece bir hafta içine sığdırabildiği dört mühim saldırıdır. İşte bu aşırılık ve saldırganlık genel çerçevede de kendini “uluslararası toplum” olarak tanımlayan güçler tarafından himaye ediliyor. Bu da Yahudi aşırılığının işte bu mekanizma tarafından fiilen korunduğunu gösteriyor. Bu aşırılığın hedefinde olanları kim koruyacak? Kendini “uluslararası toplum” olarak tanımlayan emperyalist tahakkümün nerede durduğu belli! Peki, insanlık nerede?

VAKİT