Uluslararası Politikada İki Taraflılığın Yükselişi

ABD'nin, BM Nüfus Fonu, BM Kadın Sağlığı Fonu, BM Aile Planlaması Fonu, UNESCO, BM İnsan Hakları Konseyi gibi kurum ve fonlardan çekilmesi BM’nin meşruiyetini, imajını zayıflatıyor ve halihazırda ağır aksak işleyen yapısına da darbe vuruyor.

Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden EMEL PARLAR DAL, Anadolu Ajansı için uluslar arası kurumların geleceğini yorumladı:

Son iki senedir özellikle ABD’de Trump döneminin başlamasıyla birlikte çok taraflılık ve kural bazlı uluslararası sistem büyük bir mutasyon geçirdi. Çok taraflılığın kurucusu ve sahiplenici aktörü olan ABD’nin başlarda gönülsüz ve pasif bir uluslarararasıcı rol üstlenmesi ve son bir yıldır ise bu rolü oynamayı adeta bırakması zaten değişmekte olan uluslararası sistemde ciddi yapısal hasarlara yol açtı. Öyle ki başlarda konjonktürel ve daha çok Trump kaynaklı olarak düşünülen bu kırılmaların şu an itibariyle sistemdeki gerek Batı gerekse de Batı dışı, Küresel Güney devletlerini de etkisi altına aldığı ve var olan ortaklık anlaşmaları ve uluslararası kurumların adeta altını oyduğu bir gerçek olarak karşımızda.

Bununla birlikte sistemin başat aktörü olan ABD’nin var olan düzeni kendi lehine değiştirme çabası, çıkarlarının gerektirdiği oranda mevcut sisteme uyum gösteren gelişmekte olan Batı dışı dünya ve bunun yanında çok taraflılığın adeta en güçlü temsilcisi kalan Avrupa ve en güçlü örgütsel ayağı olan Avrupa Birliği’nin uluslararası sistemin içinden geçmiş olduğu krize vermiş olduğu cevapların hepsi birbirinden farklı. Kısacası çok taraflılık ve onun doktriner çerçevesi olan liberal uluslararasıcılık çelişki ve belirsizlikler barındıran bir çok anlatının ve yükselen popülizm ve milliyetçiliğin etkisiyle dümeni bozulmuş bir gemi gibi bir oraya bir buraya savruluyor. Artık sistemdeki değişimi sadece güç geçişkenlikleri ve daha çok statü ve manevra alanı isteyen yükselen güçlerin değişen ve genişleyen uluslararası rol ve politikalarıyla anlatmak mümkün değil. Mevcut değişim esasen dipten ve yeni bir yapısal değişime işaret etmekte ve bunun da kavramsal ve ideolojik karşıtlığı “pür iki taraflılığa” ya da “zayıflamiş, rasyonalize olmuş bir çok taraflığa” ya da birbirinin içine geçmiş, diğer bir ifadeyle “çok taraflı iki taraflılığa” tekabül etmekte.

Çok taraflılık iki taraflılığa karşı mı?

Çok taraflılığın bel kemiği olan uluslararası örgütler ki bunların en büyüğü olan BM, kurum ve kuruluşları diplomatik ve finansal olarak BM’nin kurulduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemden itibaren ABD’nin nüfuz ve etki alanı içerisinde. BM’ye bağlı bir çok kurum, kuruluş ve fonlardaki Amerikan hakimiyeti uzun yıllar ABD’nin de isteğiyle bozulmadan devam ettikten sonra mevcut statükonun Başkan Trump ve ekibi tarafından katılım gösterdikleri fon ve kuruluşlardan birbiri ardına çekilme kararı almasıyla bozulduğunu görüyoruz.

Özellikle BM örneğine baktığımızda geçen seneden beri Amerika’nın BM Nüfus Fonu, BM Kadın Sağlığı Fonu, BM Aile Planlaması Fonu, UNESCO, BM İnsan Hakları Konseyi gibi kurum ve fonlardan çekilmesi ve yardımı durdurması BM’nin meşruiyetini, imajını zayıflatıyor ve de halihazırda ağır aksak işleyen yapısına ve küresel yönetişim sorunlarına cevap verme kapasitesine darbe vuruyor. Amerikan politikasının şu an için istisnai bir dönemden geçtiğini farzetsek dahi çok taraflılığın prensip ve fikirsel planına adeta zıt bütün bu politikalar ve kararların sistemde etki yarattığı ve diğer devletleri de etkileme potansiyeli olduğu yadsınamaz bir gerçek.

Görünen o ki, mevcut Amerikan yönetimi çok taraflılığı bir kar/maliyet hesabı üzerinden ve kısa süreli ve yenilenebilen bir şirket anlaşması olarak gören bir gözlükle değerlendiriyor. Öyle ki bu gözlük sadece yakını yani günümüzü görebiliyor ve buna göre politik hesabını yapıyor, uzağı yani alınan anlık kararların uluslararası sistemin geleceğine nasıl etki edeceğini göremiyor ya da görmek istemiyor. Sorumluluğun ve yükün sadece ABD tarafından üstlenilmemesi gerektiği ve diğer devletlerin de gerek küresel örgütlerde gerekse de ABD’nin üyesi olduğu bölgesel örgütlerde üzerine düşen maddi sorumlulukları yerine getirmesi söylemi de arka planda Trump yönetiminin politikalarına haklılık ve meşruluk kazandırmaya yarıyor. Trump yönetimi rasyonelleştirerek değer ve normlardan uzak bir şekilde değerlendirdiği çok taraflı uluslararası siyasetten kısa vadede özet olarak şunu bekliyor: Maliyetleri azaltarak Amerikan ekonomisini güçlendirmek ve gücünü artırmak ve kendini böylece iktidarda tutmak. Son olarak Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA)'dan çekilme ve yardımları kesme kararı alan ABD’nin bu kurumu “telafi edilemez bir şekilde kusurlu” olarak tanımlaması ve bu kuruluşu feshetme yönünde bir takım girişimlerde bulunması çok taraflılığa vurulmuş büyük bir darbe olarak nitelendirilebilir. Yine aynı kurumu Birleşik Krallık’ın “bölge için önemli bir insani ve dengeleyici bir güç” olarak nitelendirmesi ABD’nin en yakın müttefikleriyle bile küresel meselelerde ciddi görüş ayrılıkları içerisinde olduğunu ve çok taraflılığa bakışta aralarında ciddi uçurumların olduğunu göstermesi açısından dikkat çekici bir örnek.

Peki bütün bu krizler çok taraflılığın yerini iki taraflılığın mı alacağına işaret ediyor? Ya da bu iki yaklaşımın birbiriyle bir güç mücadelesi içine gireceği veyahut da dengeleyeceği yeni bir döneme mi giriyoruz?

Hiç süphesiz başta BM olmak üzere çok taraflılığı sahiplenmiş birçok uluslararası örgütün hala işlevsel olduğu ve görevlerine devam ettiği ve gerek Batı gerekse de Batı dışı dünyada çok taraflı bir küresel sistemin devamından yana ve bunun için çaba sarfetme niyetinde olan liderlerin/siyasi iktidarların olduğu düşünüldüğünde bunun pek de kolay olmadığı aşikar. Öte yandan 1994’ten beri yürürlükte olan Kuzey Amerika Ticaret Anlaşması (NAFTA)’nın yerini alacak olan "ABD-Meksika ticaret anlaşması"nın geçen hafta ABD ve Meksika arasında imzalanması ve Kanada ile bu doğrultuda ayrı görüşmelerin yürütülmesi, (ki şayet görüşmeler başarılı olursa Kanada ile ayrı bir anlaşma yapılması ya da Kanada’nın ABD-Meksika ticaret anlaşmasına katılması) öngörülüyor, özellikle ticari ilişkilerde Amerika’nın bundan sonra da TPP ve TTIP’deki çekincelerinde de gördüğümüz şekilde çok taraflı mega ticaret anlaşmalarından ziyade iki taraflı ticaret anlaşmalarını tercih edeceğini gösteriyor. Yine aynı şekilde geçen hafta Başkan Trump’ın DTÖ’den dahi çekilebileceğine dair gözdağı vermesi iki taraflılığın özellikle ticaret ve ekonomik ilişkilerde hakim yaklaşım olarak bir süre daha Amerikan politik ekonomisini kurgulayacağı izlenimini doğuruyor.

İki taraflı stratejik ortaklıkların dönemi mi açılıyor?

Ticarette ABD’nin iki taraflılığı öne çıkarmasının bundan sonraki dönemde devletlerarası çok taraflı diplomatik ilişkileri de bu yönde dönüştürme potansiyeli olduğunu söyleyebiliriz. Belirsizlik dönemi olarak da adlandırılan bu yeni dönem aynı zamanda uluslararası hiyerarşinin yeniden revize edildiği ve birden çok alt hiyerarşilerin özellikle de bölgesel seviyede ortaya çıktığı bir döneme işaret ediyor. Devletler özellikle de gelişmekte olan devletler bir alt hiyerarşik düzende kendi aralarında statü yarışı ve rekabeti içerisinde. G20, BRICS gibi statü kulüpleri ya da merkezleri devletleri hem çok taraflılığa bağlıyor, hem de statü artırımı isteklerinden ötürü ikili bir takım ortaklıklara da mecbur bırakıyor. Aynı statü kulübü üyesi olmalarına rağmen Çin, Hindistan ve Rusya kendi aralarında örgüt içerisinde ciddi bir statü rekabeti içerisinde olduklarından örgüt dışında iki taraflılığın nimetlerinden yararlanmak istiyorlar ve bunun sonucunda da gerek kendi bölgelerinde gerekse de Afrika gibi diğer bölgelerde ikili stratejik anlaşmalar imzalamaktan kaçınmıyorlar. MIKTA ve G20’ye üye olmalarına rağmen Avusturalya ve Endenozya arasında geçen hafta imzalanan ve ekonomi ile kalkınmadan Hint-Pasifik bölgesinde istikrar ve refaha, denizcilik ve güvenlikten kültürel ve akademik işbirliğine kadar birçok alanı kapsayan Çok Boyutlu Stratejik Ortaklık Anlaşması iki taraflılığın çok taraflılığa eskisinden daha fazla eklemleneceğini gösteriyor. Çok taraflı örgütlerin ağır bürokrasisi ve de bölgelerinin jeopolitik ve ekonomik şartları bu devletleri çok taraflılığın da ötesinde ikili bağlamda daha sıkı ortaklık kurma ihtiyacına yöneltiyor. Yine bu dönem, özellikle Suriye özelinde gördüğümüz Türkiye-Rusya işbirliğinde olduğu gibi de facto stratejik ortaklıkların da arttığı bir dönem.

Sonuç olarak, iki taraflılığın yükselişe geçmesi ve çok taraflılığın da daha mikro seviyelerde vücüt bulması uluslararası sistemin şu an içinden geçmiş olduğu politik ekonomik krizin doğal bir sonucu. Burada sorulması gereken bunun ne kadar kalıcı olacağı ya da bundan sonra artma eğiliminde olup olmayacağı. Yükselen iki taraflılık çok taraflılığa olan güvensizliğin de bir sonucu olduğundan ilk olarak çok taraflı uluslararası örgütlerdeki tıkanıklıkların giderilmesi, şeffaflık ve karar alma mekanizmalarında reformların hızlıca hayata geçirilmesi şart. Öte yandan, çok taraflılığın küresel sistemin ana değeri olarak daha güçlü olarak sahiplenilmesi ve korunması lazım, gerek Batı gerekse de Batı dışı dünya tarafından.

[Doç. Dr. Emel Parlar Dal Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

 

Yorum Analiz Haberleri

Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?
Siyonizm Batı'nın çöküşünü hızlandıracak
Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına