“Ulusalcılık Küresel ve Bölgesel Despotlara Karşı Alternatif veya Çözüm Değildir!”

Üsküdar Özgür-Der’de her ay düzenlenen “Güncel ve İslami Meselelere Yaklaşım” üst başlıklı değerlendirme programında bu hafta Murat Aydoğdu, Modern Ulus Devletler-Küresel ve Bölgesel Güç İlişkileri konusunu işledi.

Ulus Devletler:

1648 Westphalia Anlaşması ile aleniyet kazanan bu Ulus Devlet ve Egemenlik formu her şeyden önce üretilmiş, tekrar tekrar üretilmiş, mevcut iktidarları şekillendirmekten ziyade onları meşrulaştırmak için kullanılmış bir retorikten/söylemden öte bir şey değil. Max Weber’in yaklaşımı ile Protestan ahlakı ile oluşmuş Kapitalist/Liberal zihin de modernitenin temel zemini.

Machiavelli’nin egemenliği “güçler arasında en üstünü” (superanus) olarak tanımlaması doğru, iyi anlamda değil ama reel anlamda olayı en iyi tanımlayan yaklaşım. Günümüzde Suud Vehhabi/Selefi düşünce’nin, Türkiye’deki Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nın, Nasır Sosyalizmi’nin ve İran İnkılabının nasıl Ulusallaştığını da gözlemleyebiliyoruz. Burada Makyavelli’in güç/iktidar tanımına uygun reel bir durum var.

Ulus Devletler ve Küresel Güç İlişkileri:

Ulusalcılık bir dönem üniterleştirici fonksiyonu ile Kapitalizme hizmet etmiş, baskıcı metotlarla toplumsal dönüşümü sağlamış, kapitalizmi yerleştirirken ekonomiye müdahale etmiştir. Ama Global sistemde Kapitalizmin postmodern aşamasındaki Küreselleşmede artık ekonomiden tamamen elini çekmeli ama küresel kapitalizm için alt yapı sağlamaktan öteye gitmez.

Gerçekten gelişmeler böyle ve doğru bir okuma ama ben aslında hedeflerinin de bunlar olmadığını söylemek istiyorum. Dizayn ettiler ve/veya daha büyük tehditi önceleyip bazı Ortodoksileri tercih ettiler. Sovyetlerin yıkılışı gibi totaliter ortodoksilerin de orta-uzun vadede dayanamayacağını hesaplıyorlar.

Küresel Güçler (Özelde Ortadoğu’da):

Her ne kadar ikiden fazla gücün çekişmesi olsa da askeri kuvvet olarak iki kutuplu Dünya’da diğerleri ABD ve SSCB tarafında kümelenirler.

İkinci Dünya savaşı sonrası İngiltere moderatörlüğünde kurulan CENTO Irak, Türkiye, İran ve Pakistan gibi ükelerle SSCB’ye karşı yapılan ilk bölgesel paktlardan biriydi ve seküler merkezliydi. Emperyalizm’in bölgesel çizgisi hala da öyledir. Aynı sürelerde İhvan başta İslami hareketler Batı’ya oldukça mesafelidirler.

1977’de Carter‘ın ulusal güvenlik danışmanı olan Zbigniev Brzezinski’nin yumurtladığı Yeşil Kuşak Teorileri de gerçekte Radikal gösterilen İslami hareketlere karşıdır. Ama argümanlar sonradan tükenen seküler, Sosyalist totaliter hareketler buna balıklama atlar ve günümüzde de BOP üzerinden sakız sürekli çiğnenir. Oysa ABD açıkça deklare de etmektedir, “islami kökenli hareketler bizim hayat tarzımıza tehdit!”

Ortadoğu’da SSCB ve ardılı Rusya ancak kendisi ile doğrudan üs ve müdahale anlaşması yapan Suriye Baas’ı ya da Babrak Karmal Afganistanı gibi ülkelere askeri müdahale yapabilirken İkiz Kuleler Saldırısı sonrası ABD her ülkeye direk ya da indirek mğdahale edebiliyor. Güç ile ilgili bir durum.

İsrail bölgesel güç değil, dış güç. Batı Avrupa açısından kendi geçmişi ile sorunlu, kompleksli bir nokta. İsrail politikalarından rahatsız olduğu durumlarda bile kuvvetli bir antisemitizm baskısı altında İsrail’e karşıçıkamıyor. ABD Lobilerin tamamen elinde olduğu bir ülke “İsrail’in güvenliği” merkezde. Aslında bu ABD çıkarları ve hegamonyası içinde ortak müşterek. İsrail’siz, İsrail taraftarı olmadan ABD politikası mümkün değil.

Bölgesel Güçler/Devletler:

Ortadoğuda başlıca dört Ülke Bölgesel güç. Bunlar Mısır, İran, Türkiye ve Suud. Hepsi de kuruluğu itibarı ile antiemperyalist. İlk Ulusalcılaşan ve daha kuruluş aşamasında Batı ile entegre olan Türkiye. İran varlığı itibarı ile olmasa da 79 Devriminde anti-emperyalist söylemlere sahip.

Mısır Nasır döneminde 1950-70 arası en aktif bölge devleti. Aynı zamanda Arap Ulusçuluğunun da merkezinde. Enver Sedat döneminde Rusya’dan uzaklaşıp ABD’ye yanaşan bir Mısır gözlemliyoruz. Günümüzde Sisi (nin kullandığı Ulusalcılık) ABD gölgesini de aşan Suud gölgesine girecek kadar zayıflayan bir güç ilişkisi içinde. 60’lı yıllardan Yemen’e 80-90 000 asker yollayan, İngiltere ve Fransa ile Süveyş kanalı üzrindenkısmi çatışma yaşayan, İsrail’e karşı savaşlarda Merkez Ülke rolü oynayan Mısır günümüzde tamamen güç olmaktan çıkmış durumda.

Suud ilk dönemlerinde Batı için çok fazla bir şey ifade etmiyor. Mekke Şerifi Hüseyin ve oğulları bölgesel bir hiyerrşik yapıya sahip ve bunlar tercih ediliyor. Hicaz’dan Suriye, Ürdün ve Irak’taki mandater devletler için bir hanedan. Suud saltanatının ittifak yaptığı Vehhabi düşüncesi de Hristiyan/Haçlılarla anlaşmaları haram kabul eden yapıda. Öyle ki 1970’lere kadar Bati ve ABD den çok SSCB’den askeri malşzemeler aldığına dair emareler var. 73 Petrol krizinde Faysal’ın (İslami harektlere de destek veren bir Faysal var) Batı’yı en fazla sarsan lider olduğunu görebiliriz. Zaman içerisinde Suud’un Batı ile entegrasyonuna yer yer Ulusalcı anlamda Arap Birliği’nin Liderliğine oynarken, temel olarak Ulusalcılık yerine Bölge Monarşileri ile iş tuttuğunu görüyoruz. Vehhabi düşünceyi iyice bastıran (bazı yönlerden de apolitize edip dönüştürüp entegre eden) İslami söylemi iyice terk eden bir Suud var.

İran, Şah zamanında tamamen Batı Jandarması. Umman’a onbinlerce asker gönderen askeri bir hinterland var. 79 Devrimi sonrasında ciddi bir eksen kayması yada yeni bir güç sinyali veren bir ülke. Devrimin ilkeleri ve bunların sürdürülebilirliği ayrı bir konu. Lakin hala bölgede hünterlandı olan, bir çok ülkede resmi, yarı resmi askeri gücü olan bir ülke. Batı ile çatıştığı tartışmalı, ya da pragmatik politikalara sahip. Git gide Ulusalcılaştığı Şia temelli İslam anlayışını bile bu Ulusal güvenliği için kullandığına dair güçlü iddialar var. İslam Dünya’sının geneli ile problemli (kadim bir problem) gitgide marjinalleşiyor.

Türkiye ise 2000’li yıllarda Batı için ikircikli, kültürel olarak kendisine tehdit olmaya başlayan ülke görüntüsü veriyor. Ortadoğu’da Ilımlı İslam için model olduğu iddiası çok zayıf ve akim. Hatta bazı İslami Yapılara davranış biçimi Batı tarafından sorunlu bulunuyor. Türkiye’nin poltikaların tahlil etmek te detaylı bir konu. Ama bunu Illımlı İslam, Yeşil Kuşak, BOP gibi ajitatif ve oldukça yorumlanabilen söylemlerle, ne amaçla nasıl kullanıldığını sağlıklı irdelemeden açıklamak basitlik. Darbeler, darbe tehditleri ve 15 Temmuz darbe girişimi gibi süreçler içerisinde hassas dengelere sahip bir ülke. Ulsalcılaşması konjonktürl/geçici mi yapısal mı tartışması var.

Nihayetinde Bölgesel devletlerin hepsi “Ulusalcılık” denilen modern paradigmadan bağımsız hareket edemiyor. Batı ile uzlaşıyor, ya da yetersiz kalıyor. Güç kelimesi ile örgütsel yapıları ele alırsak, en önemli (aslında tek) başat güç, potansiyeli, güçlü kültürel yapısı ve temmelleri ile “İslam” az ya da çok bundan beslenen yapılanmalar. Bizce en büyük güç te aslında bu. Ve bunun yapısı, özellikleri, mahiyeti, süreci çok önemli ve ayrı bir çalışmanın konusu.

 Program katılımcıların soru, katkı ve bazı yaklaşımlara eleştirileriyle sona erdi.

Haber: Şuayp Koytak

Etkinlik-Eylem Haberleri

"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi
Üniversiteli Müslümanlar sabah namazında Fatih Camii’nde buluştu