"Ulusalcılık bu coğrafyanın dokusuna yabancıdır!"

Irak Kürdistan’ında KDP-PKK merkezli tartışmaları yetkin isimlerle konuşuyoruz. Soruşturma dizisinin dördüncü röportajını Hasip Yokuş ile gerçekleştirdik.

HAKSÖZ HABER

KDP-PKK gerginliği bölgenin geleceğini nasıl etkileyecek?

Ulusal basında çok fazla ön plana çıkartılmasa da Irak Kürdistanı’nda yaşananlar uzun vadede bölge üzerinde derin etkiler bırakacağa benziyor. Irak’taki bölgesel Kürt yönetimine karşı bir süredir yoğun şiddet eylemlerine girişen PKK kendisine Suriye ve Irak’ı kapsayan bir bölgede yönetim hattı oluşturmaya çalışıyor.

Haksöz Haber'in editoryal görüşlerinden bağımsız olarak, Türkiye’nin de sınır ötesi operasyonla dahil olduğu bu gerginliğin coğrafyamızın geleceğine olası etkilerini ve Kürt meselesine yansımalarını yetkin isimlerle konuşacağız.

Dördüncü röportajı gerçekleştirdiğimiz  Özgür-Der Diyarbakır Yönetim Kurulu üyesi Hasip Yokuş yaşanan tartışmaların ötesinde hakim ideolojilerin sorunun temel kaynağını oluşturduğu belirtiyor. Bu bağlamda Hasip Yokuş, Kürt meselesinde gerçek çözümün var olan önerilerin ötesinde alternatif bir düzlemde inşa edilmesi gerektiğini vurgulamış oluyor.

Hasip Yokuş: "Ulusalcılık bu coğrafyanın dokusuna yabancıdır!"

1-Irak Kürdistanı’nda yaşanan PDK(KDP)-PKK gerginliği nasıl bir zeminden besleniyor? PKK’nın şiddet odaklı metodu bir yana Barzani çizgisinin Kürt halkının ihtiyaç ve hassasiyetlerine dönük bir perspektif ortaya koyduğunu söylemek mümkün mü?

1982 yılında İdris Barzani’nin (Neçirvan Barzani’nin babası) Bekaa ziyareti sırasında Öcalan ile imzalanan 10 maddelik bir anlaşmanın neticesinde PKK’nin o bölgeye yerleşmeye başladığı söyleniyor. Zaho’dan Süleymaniye’ye kadar; Türkiye, İran ve Irak üçgenindeki bu sarp ve dağlık bölge, gerilla tarzı bir mücadele için çok elverişli bir coğrafya. Ayrıca; 1980-1988 yılları arasında yaşanan İran-Irak savaşının bölgede oluşturduğu yönetim boşluğuna ilaveten 1991yılında ABD’nin Irak’a müdahalesi neticesinde Peşmergeler şehir ve kasabalara inince dağlar tümüyle PKK’ye kaldı.

PKK’nin dağları, Peşmergenin ise şehir ve kasabaları kontrol ettiği bu fiili durum sessiz bir onay şeklinde zımnen kabul edilmiş olsa da bu iki güç arasındaki çelişki ve ihtilaflar sürgit devam etti. Aralarındaki bu çelişki ve ihtilafların çeşitlilik arz eden yansımaları olmakla birlikte temelde bir hakimiyet mücadelesi, en nihayetinde de çıkar çatışmasından kaynaklandığını söylemek mümkün. Ortak bir coğrafyada aynı kitleyi yönetme iddiası ve talebi bu iki güç arasında doğal ve zorunlu bir rekabet oluşturuyor.

PKK ve PDK’nin ideolojik anlayışlarından kaynaklanan farklılıklarına ilaveten bölgesel güçlerle kurdukları farklı ittafakların da bu çelişki ve çatışmaların tetiklenmesinde belirleyici olduğunu düşünüyorum. PKK, ideolojik saiklerin de etkisiyle Suriye – İran siyasi çizgisine yakın dururken; PDK için Türkiye adeta bir soluk borusu mahiyetinde. Dolayısıyla Türkiye ile çatışma ve düşmanlık hiçbir şekilde PDK’nin işine gelmiyor.

Her ne kadar PKK, sol-seküler bir anlayışa sahip iken; PDK, feodal-muhafazakâr bir çizgiyi temsil etse bile sonuç itibariyle bu iki hareket düşünsel olarak Kürt ulusalcılığı ortak paydasında buluşuyor. PKK’nin sol-seküler zihniyetinin, dindar kimlikleriyle bilinen Kürtleri kitlesel anlamda kuşatmada bir bariyer teşkil edeceği ön kabulü, teorik çerçevesi itibariyle makul görülmekle birlikte süreç içerisinde PKK’nin bu bagajına rağmen Türkiye ve Suriye’deki Kürtlerin önemli bir kesimini dönüştürerek domine ettiğine tanık olduk. İlaveten, Barzani çizgisinin muhafazakârlık boyutu da tartışmaya açık bir husus.

Ulusalcılığın doğası gereği üst kimliğin “etnisite” olarak belirlenmesi, bittabi olarak dini ikincil bir konuma indirgiyor. Nitekim Irak Bölgesel Kürt Hükümetinin 30 yıllık icraatları bu tezimizi doğrular nitelikte. Enformasyon araçlarından eğitim kurumlarına kadar hükümetin kontrol ve denetimindeki tüm araçlar modern bir Kürt ulusu inşa etmenin enstrümanları olarak kullanılıyor. Bölge hükümetinin icraatları CHP’nin tek parti dönemindeki uygulamalarıyla dudak ısırtacak derecede benzerlik arz ediyor.

“ulusalcılık paradigması”, muhtevası itibariyle bu coğrafyanın dokusuna yabancıdır. Hayatiyet kazandığı coğrafyamızın hiçbir yerinde gerçek anlamda özgürlük, huzur ve mutluluk getirmedi. Denenmiş ve mahzurları bizzat yaşanarak test edilmiş müflis bir ideoloji hangi isim ve saiklerle talep edilirse edilsin bir kurtuluş reçetesi sunamayacağı açıktır.

2-Irak Kürdistanı’nda son zamanlarda PKK ile PDK arasında yer yer silahlı çatışmaya varan bir gerginlik var. Diğer taraftan PKK’ye yakın olan PYD ile PDK’ye yakın olan ENKS arasında Suriye’nin kuzeyinde ortak bir hükümet kurma çabaları devam ediyor. PKK ile PDK arasında cereyan eden sorunu neye bağlıyorsunuz? Irak Kürdistanı’nda çatışan iki taraf Suriye Kürdistanı’nda ortak bir hükümet kurmayı başarabilir mi?

PKK ile PDK arasındaki soruna bir önceki sorunuz çerçevesinde kısmen değinmiştik. PKK ve PDK arasındaki siyasal çatışma ve rekabet, dönemsel ve özgün koşullarda silahlı çatışmaya dönüşme istibdadını barındırıyor. Ağustos 1995 tarihinde başlayan ve 1998’e kadar aralıklarla devam eden silahlı çatışmalarda her iki taraftan yüzlerce kişi yaşamını yitirdi.

Çatışmaları tetikleyen son olaylara gelecek olursak; Hatırlanacağı gibi ilk kıvılcım Peşmerge güçlerinin Zine werte’de konuşlanması üzerine başladı. Zine werte; Soran, Bahdinan ve İran Kürdistanı arasında bir kavşak noktası. Burası aynı zamanda PKK tarafından Kandil’den iç kesimlere geçiş için bir sıçrama tahtası olarak kullanılıyordu. PKK, peşmerge güçlerinin buraya yerleşmesini kendisine yönelik bir tehdit ve kuşatma olarak değerlendirerek çok sert tepki verdi.

İkinci çatışma noktası; Şengal’in denetimi üzerindeki rekabetten kaynaklanıyor. IŞİD’in Şengal işgali sonrasında PKK bu bölgeye yerleşti. Şengal bölgesi PKK açısından Kandil – Suriye bağlantısı sebebiyle çok önemli bir kavşak. Hatırlanacağı üzere yakın zamanda Bölge hükümetiyle Bağdat hükümeti arasında PKK ve Haşd-i Şa’bi birlikleri başta olmak üzere tüm yasadışı silahlı grupların Şengal’den çıkarılması amacıyla bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma aynı zamanda PKK’nin ikinci can damarının da kesilmesi anlamına geliyor.

Üçüncü önemli husus; Türkiye’nin 2018 yılı Mart ayından beri o bölgede devam eden operasyonlarıdır. Türkiye’nin öncekilerden çok daha kapsamlı ve sonuç alıcı bir devamlılık içerisinde yürüttüğü bu operasyonlarda PKK dağlarda mevzi kaybettikçe yerleşim birimlerine iniyor, bu da doğal olarak Bölge hükümetiyle bir karşılaşma ve çatışmayı beraberinde getiriyor.

Bölge hükümetinin birçok yetkilisi tarafından; Irak Kürdistanı’nın zaten özgür olduğu, PKK’nin bu bölgeye yerleşmekle Türkiye’nin operasyonlarına zemin hazırladığı, dahası, PKK’nin kiminle sorunu varsa gidip orada mücadele etmesi yönünde yapılan çağrılara karşın PKK; Kürdistan kimsenin tapulu malı değil, istediğimiz zaman istediğimiz bölgeye yerleşiriz, cevabını veriyor. PKK’nin verdiği bu cevap zımnen; uluslararası tanınırlığı ve yasal meşruiyeti olan Kürdistan Bölge Hükümetini tanımadığı anlamına geliyor.

Madalyon’un diğer tarafında soruda da belirttiğiniz gibi; Suriye sahasında bu iki güçle bağlantısı olan PYD ve ENKS arasında ortak bir hükümet kurma çalışması devam ediyor. ABD’nin fiili olarak, Fransa ve diğer bazı ülkelerin dolaylı destek verdiği bu uzlaşma çabası, PKK ile PDK arasında devam eden çatışmaların gölgesi altında gergin ve zikzaklı bir vaziyette ilerliyor. ABD baskısı ve Mazlum Abdi’nin iki tarafı da gücendirmeyecek orta yolcu tutumu sayesinde müzakere masası umut ve gelecek vadetmekten peyderpey uzaklaşsa bile henüz devrilmiş de değil.

İki taraf ortak bir hükümet kurmayı başarabilir mi sorusunun sanırım artık tarafları aşan bir boyutu var. Bir coğrafya emperyal hedeflerin konusu olmaya başladıktan sonra yerel halkın ne istediğinin pek bir önemi kalmayabiliyor. Suriye fazlasıyla bu durumdadır. İki emperyal güç olarak ABD – Rusya; hakeza, bölgenin en önemli iki devleti olarak Türkiye - İran ve daha birçok irili ufaklı devletin farklı ajandalara sahip olduğu Suriye’nin geleceğinin nasıl şekilleneceğini şimdiden öngörmek çok zor.

3-Geçtiğimiz haftalarda Süleymaniye ve Halepçe’de maaşların ödenmemesi gerekçesiyle kitlesel gösteriler yapıldı. Bu gösterilerde parti binaları ve hükümet daireleri ateşe verildi. Halepçe ve Süleymaniye’de yaşanmış olması bir rastlantı mı? Görünürdeki sebebin dışında başka sosyal, siyasal problemler var mı?

1991 ve 2003 yıllarında ABD öncülüğünde gerçekleştirilen operasyonlarla Irak işgal edildi. Daha fazla demokrasi ve hukuk iddiasıyla gerçekleşen işgal neticesinde Irak; Kürtler, Sünniler ve Şiiler şeklinde sosyal ve siyasal olarak bölündü. Gelinen noktada maalesef iddiaların tümü havada kaldığı gibi halk büyük bir ekonomik sefalet ve siyasi ve sosyal krizlerin pençesinde kıvranıyor.

Irak’ın diğer bölgeleriyle kıyaslandığında nispeten daha sakin görünen Kürt bölgesinde de işler yolunda gitmiyor. ABD’nin olanca çabasına rağmen ikili yönetim yapısı hep devam etti. Uyumlu bir görüntü veren PDK-YNK ortaklığı baba Talabani’nin ölümünden sonra ayrışmaya doğru yol alıyor. YNK Eşbaşkanları Bafel Talabani ve Lahor Şeyh Cengi PDK’ye karşı muarız bir duruş sergiliyorlar. Halepçe ve Süleymaniye yerel meclislerinin adem-i merkeziyet ve yerinden yönetim arayışları var. Bu arayışlar aynı zamanda Bölgesel Kürt Hükümetinden memnuniyetsizlik ve ayrışma niyetini de içeriyor. Bölgedeki ülkeler ve Merkezi hükümet karşısında eli zayıf ve dezavantajlı konumda olan Bölge Hükümeti kendi iç çelişkileri sebebiyle daha da zayıflıyor.

Memur maaşları, petrol ve sınır kapılarının geliri, merkezi bütçeden Kürt bölgesine aktarılması gereken pay ve tüm bunlardan daha da önemlisi; 36. Paralelin dışında kalan bölgelerin statüsünün belirlenmesini içeren Irak Anayasasının 140. Maddesi gibi konular Bölgesel Kürt Hükümeti ile Merkezi Irak Hükümeti arasında derin ihtilaf konuları olarak varlığını hep muhafaza etti.

1991 yılından beri Kürtlerin idaresindeki bir otonom başkent olarak Erbil; siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerden yakasını kurtaramıyor.  İkinci Dubai olma umudu ve hayali, Kerkük’ün de elden çıkmasıyla yerini büyük bir düş kırıklığına ve karşılıklı suçlamalara bırakmış görünüyor.

Ekonomik sorun takdir edersiniz ki insanlar için can sıkıcı bir durum. Bölgede; petrol gelirlerindeki azalma, IŞİD savaşı, Suriye’den giden göçmenler ve Bağdat hükümetinin memur maaşlarını ödemeyişi gibi sebeplere dayandırılan büyük bir ekonomik kriz var. Tüm bu sorunların üzerine bir de pandemi eklendi. Ayrıca, yönetici pozisyonundaki kişilerle sıradan halk arasındaki ekonomik makas günden güne daha da açılıyor. Hemen herkes bölgeye giden paraların belli bir azınlığın cebine gittiğini düşünüyor. Bu duruma yönelik büyük bir öfke ve kızgınlık var. Hırsızlık ve yolsuzluğu araştırmak için sayısız komisyon kuruldu ancak bunların hiç birinden bir şey çıkmadı.

Olayların Süleymaniye ve Halepçe’de cereyan etmesinin birçok sebebi var. Birincisi, burası PDK’nin kontrol ve denetiminde olmayan bir bölge. Dolayısıyla PDK, Dıhok ve Erbil’de tesis ettiği katı ve baskıcı idari yönetimi burada tesis edemiyor. İkincisi, burası İran ve PKK’nin manipülasyonuna açık bir bölge. Bölge hükümeti tarafından İran ve PKK parmağı iması sıkça yapıldı ama böylesine kaotik bir ortamın kendisi bizatihi birçok karanlık gücün rahatça cirit atmasına zemin hazırlıyor. İran ve PKK parmağı güçlü ihtimaller olmakla birlikte ABD ve diğer bazı ülkelerin de bu işte parmağının olabileceğini düşünüyorum. Başta ABD olmak üzere bölgeye dair ajandası olan birçok ülke, bölgenin dizayn edilmesinde elverişli olduğunu düşündükleri Kürt kartını daha etkin bir şekilde kullanmak istiyorlar. Ancak, mevcut siyasi aktörlerle bunu gerçekleştirmenin zor hatta imkânsız olduğunu düşünüyorlar. Bu sebeple yıpranmamış, sicili daha temiz bazı kişilerin önünün açılması için ciddi bir uğraş veriliyor. Diğer bir değişle ABD sadece iktidarı değil muhalifleri de kontrolünde tutmaya çalışıyor. ABD’nin bölgedeki çıkarları açısından Kürt kartını daha etkin bir şekilde kullanma gibi bir siyaseti varsa -ki vardır- bölgedeki olayların bırakın dışında olmayı, bizzat merkezinde yer aldığını tahmin etmek güç değil. 

4-TSK tarafından Irak Kürdistanı’nda PKK’ye yönelik olarak yürütülen bir operasyon var. Bölge halkı ve bölge hükümetinin PKK’ye ve bu operasyona bakışı ve yaklaşımı nasıldır?

Köyü viran olduğu için avare olup şehre göç eden sayısız örneklere tanık olmuş bir coğrafyada yaşıyoruz.  Elinde herhangi bir mesleği olmayan ve geçiminin büyük bir kısmını tarlasından, bahçesinden, hayvanlarından elde ettiği gelirle karşılayan ortalama bir köylünün bu operasyonlara ne tepki vereceği bellidir. PKK’nin bölgedeki varlığından da, Türkiye tarafından yürütülen askeri operasyonlardan da memnun değiller.

Bölge hükümeti ise PKK’nin bölgedeki varlığından duyduğu rahatsızlığı gizlemiyor. Kabaca şunu söylüyorlar; burayı türlü bedeller ödeyerek özgürleştirmişiz, zaten özgürleştirilmiş olan bir yerde neyin mücadelesini veriyorsunuz, kiminle ne derdiniz varsa gidin onlarla sorununuzu çözün, başımızı derde sokmayın. PKK’nin bölgedeki varlığının Türkiye’nin askeri operasyonlarına davetiye çıkardığı, bu durum bölge hükümetinin varlığına yönelik olarak bir tehdit oluşturduğu için tepkilerin asıl merkezinde PKK var.

PKK’nin manipüle ettiği bazı kesimler tarafından ise; Türkiye’nin bölgeyi işgal etme isteğinin olduğu, dolayısıyla bölgeden bir daha çıkmayacağı dile getiriliyor. Resmi mercilerin de böyle bir kaygısı var mı bilemiyorum. Bölge hükümetinin Türkiye’ye bakan yüzü olan KDP açısından Türkiye ile iyi geçinmek öncelikli bir strateji. Türkiye ile ilişkilerin bozulmaması için büyük bir özen ve dikkatle hareket ediyorlar.

5-Türkiye’de 2013 yılında büyük bir umut ve heyecanla başlatılan ancak akim kalan bir çözüm süreci oldu. Son günlerde bazı siyasi aktörler tarafından yeni bir çözüm sürecinin başlayabileceğine dair duyumlar alındığı ifade ediliyor. Siyasal ve sosyal anlamda çözüm için uygun bir zemin var mı? Böyle bir süreç başlarsa şayet önceki tecrübelerden de gerekli dersler çıkarılarak nasıl bir yol ve yöntem izlenmelidir?

Çözüm sürecinde gerçekten çok ciddi işler yapıldı. Esasında, daha öncesinden Türkiye’de tabu muamelesi gören birçok husus Ak Parti iktidarı zamanında tabu olmaktan çıkarıldı. Atılan bu adımlar doğal olarak toplumun beklenti çıtasını yükseltti. Ancak her ne olduysa makara ters sarmaya başladı. Uzunca bir süredir hükümet cenahından çelişkili açıklamalar geliyor. Dolayısıyla yakın vadede Kürt sorununa yönelik yeni bir süreç başlayacak mı çok emin değilim. Devlet tam da böyle bir şey galiba; deve misali oturdu mu kalkmasını bilmez, kalktı mı oturmasını bilmez.

Kürt Sorunu güvenlik kaygılarının ön planda olduğu çok hassas bir mevzu. Devlet de PKK’de olaya “beka” sorunu gözüyle bakıyor. Kürt sorunu esasında sosyolojik bir soruna dönüşmüş. AK Parti yüzyıllık bir sorunu sosyolojik sorun olarak görmemekte ısrar ediyor. Bölge insanı memnuniyetsizliğinin tüm faturasını sisteme yükleyip keskin bir ayrışma psikozu içerisinde. 90’lardan itibaren başlayan ve 2005’ten itibaren hızlanan ulusalcı anlayış hâlihazırda güçlenerek yoluna devam ediyor. Bu sosyolojik durum dikkatlerden kaçıyor. Belki de sorun bir terör sorunu olarak görüldüğü, başka bir ifadeyle terör sorunu bu işin en yakıcı tarafı olarak değerlendirildiği için PKK’yle mücadelede katedilen mesafe Kürt Sorunun çözümü yolunda da katedilmiş sayılıyor.

Terörle mücadele anlamında terörist/halk ayırımı yapılması oldukça önemli ve doğru bir politikaydı. PKK artık devlet zulmünden dolayı bir meşruiyet sağlamıyor, gençler devlet zulmü dolayısıyla dağa çıkmıyor. İşte tamda bu sırada sosyolojik politikaları hayata geçirmesi lazımdı. Elindeki kamu imkanları; on yılların birikimiyle kırılmış, incinmiş, gücenmiş bu kitleyle gönül köprülerinin yeniden inşası amacıyla değerlendirilebilirdi. Ak Parti’nin zihnen bölgeden kopması bölgenin tümüyle HDP tarafından domine edilmesine yol açıyor.

Kürt Sorununun yeniden tanımlanması gerekiyor. “Kürtler ne istiyor” sorusunu somutlaştırarak ve sürecin üzerinde ince ince düşünerek uzun soluklu hareket etmek lazım. Psikolojik, Sosyo-psikolojik araştırmalarla orta ve uzun soluklu bir yol haritası belirlenmeli diye düşünüyorum.

Yeni bir süreç başlatmak anlamında zemin hem olumlu hem olumsuz. Davulla zurnayla yürütülen bir sürecin akamete uğraması hevesleri ve umudu azaltmış. Buna mukabil asayışın ve serbestliğin berkemal olması rahat hareket imkânı sağlar. Fakat ismine ister Kürt Sorunu veya başka ne derseniz deyin ortada patolojik bir durum var. Bu durum uzun vadede siyasi ve sosyal olarak sürdürülebilir bir durum değil.

6-Irak Kürdistanı’nda 2017 senesinde gerçekleştirilen referandum Türkiye’de cari hükümet tarafından aşırı sert bir tavırla karşılandı. AK Parti iktidarının referanduma gösterdiği tepki, son olarak Kürt sorununa yönelik yapılan açıklamalar da göz önüne alındığında nasıl bir değişimin göstergesi?

Türkiye’nin Kürdistan bağımsızlık referandumuna gösterdiği tepkinin boyutu ve biçimi büyük bir talihsizlikti. Hükümetiyle, medyasıyla, muhafazakârıyla, ulusalcısıyla ağız birliği etmişçesine bu referandumun Türkiye’yi kuşatmaya yönelik planın bir parçası olduğu tezi işlendi. Bölgede Türkiye’nin karşılıklı anlayış ve çıkar temelinde iyi ilişkiler geliştirdiği Barzani’nin ne Yahudiliği kaldı, ne de hainliği…

Kendisi de Kürt sorunuyla cebelleşen, tarihten gelen psikolojik bagajından kurtulamamış, kendi içinde vatandaşlık meselesini tam olarak çözememiş bir ülke olarak Türkiye’nin hiç değilse bu minvaldeki bir meseleye yaklaşırken; takip edeceği politika, alacağı tutum ve kullanacağı dile dikkat etmesi gerekirdi. İşin adalet, hakkaniyet, kardeşlik boyutu bir yana kendi içerisinde milyonları bulan Kürt nüfusunu incitmemek adına daha dikkatli bir tutum benimsemesi beklenirdi.

Türkiye sınırları dışında, Türkiye’ye yönelik her hangi bir iddia ve talep de içermeyen bir mevzuyla alakalı alınan bir karar dolayısıyla Türkiye’de politika belirleme güç ve imtiyazına sahip çevreler tarafından, Kerkük’te nüfusun yüzde kaçını oluşturdukları bile tam olarak ifade edilemeyen Türkmenler gerekçe gösterilerek sarf edilen cümleler, siyasetle ilgisi olmayan ortalama bir Kürt vatandaşını dahi rencide edecek düzeye vardı.

Irak ve İran’la sorunlar yaşayan ve ayrıca Türkiye’ye neredeyse bağımlılık düzeyinde bir ilişkiye sahip olan bir bölgeyi Irak/İran lehine tahkim etmeye çalışmak rasyonel bir yaklaşım da değildi. Irak’ta sadece Türkmenlerin değil,  Kürtlerin ve Sünnilerin de hukukunu teminat altına alacak bir müdahillik çabası, büyük devlet/ahlaki dış politika iddialarıyla daha uyumluydu.

Çevrenin hassasiyet ve taleplerinin temsilcisi olarak Ak Parti hükümeti iktidarının ilk yıllarında statükoyla yaşadığı gerilim ve sorunları aştıktan sonra, daha çok özgürlük ve hukuk şiarıyla attığı somut ve pratik adımlarla toplumun beklenti ve umudunu en üst noktaya taşıdı. Bu süreç 2015 yılından itibaren dramatik bir şekilde tersine dönmeye başladı. İşin başında FETÖ darbesiyle ilintilenen bazı yanlış uygulamalar ve geriye gidiş, salt özgürlük alanlarının daraltılmasıyla da sınırlı kalmayarak sürgit devam ediyor. Toplum; bizzat Ak Parti’nin öncülüğü ve rehberliğinde çözüm adımlarının atıldığı Kürt Sorunu, Alevi Sorunu, Azınlık Sorunu, özgürlük alanlarının genişletilmesi gibi meseleleri konuşmaktan bile imtina eder hale geldi. Bizzat Ak Parti tarafından geriletilen eski Türkiye’ye ait anlayış ve uygulamalar MHP’yle kurulan ittifakın ruhuna uygun olarak maalesef yeniden geri geliyor.

Cumhur İttifakı’ndan sonra Türk milliyetçiliği ile birlikte Kürt milliyetçiliği de yükselişe geçti. PKK ile mücadele meşrudur ama bunu yaparken ahlaki tutarlılıkla, milliyetçiliği yükseltmeden, Kürtleri de hesaba katan bir dille yapması gereklidir. Türkiye milliyetçiliğine sıkışan milliyetçilik, Cumhur İttifakı’ndan sonra Türk Milliyetçiliğine doğru evrildi. Ak Parti’nin gün geçtikçe tonunun koyuluğu daha da artan devletçi ve milliyetçi söylemden hem düşünsel anlamda hem de dil ve söylem olarak kurtulması gerekiyor. Türkiye’nin sözü edilen bu coğrafya ile; dini, etnik ve tarihten gelen derin ve kopmaz bağları var. Türkiye’ye düşen; tarihinden ve kültüründen edindiği tecrübe ve sorumlulukla hareket etmek, bu bölgelerin tümüyle yeniden bütünleşme zeminleri inşa etmektir.


Soruşturma Haberleri

Ankara'da "Filistinli Çocuklara Yönelik Hak İhlalleri ve Soykırım Raporu" açıklandı
“İslami sembolleri ve Müslümanları hedef alan eylemler birkaç psikopatın aşırılığı olarak görülemez”
Kur’an yakma: İfade özgürlüğü mü, tehlikeli bir saygısızlık mı, suç mu?
"Eşcinsellik doğuştandır" yalanı nasıl ortaya çıktı?
"Her Ramazanı bir öncekini aratmayacak şekilde ihya etmeliyiz"