Ulusalcılık: Bir İdeolojinin Krizi

Gün Zileli, kitabında; Türkiye özelinde, genel olarak ulus devletlerin nasıl bir zihniyete sahip olduklarını ve ulusalcılık ile milliyetçiliğin bir birinden ayrılmasının imkânsızlığını net bir şekilde ortaya koymaktadır.

Gün Zileli'nin yazmış olduğu "Ulusalcılık: Bir İdeolojinin Krizi" adlı kitabı Mehmet Ali Kaçmaz Haksöz-Haber için değerlendirdi.

Ulusalcılık: Bir İdeolojinin Krizi / Mehmet Ali Kaçmaz

Uzun yıllar Türk solunun içinde mücadele veren araştırmacı-yazar Gün Zileli, yazdığı "Ulusalcılık: Bir İdeolojinin Krizi" adlı kitabında sekiz kitap eleştirisini, bir söyleşisini ve on makalesini bir araya toplamış; adından da anlaşılacağı gibi ulusalcılığın krizini değerlendirmeye çalışmıştır. Aslında ulusalcık başlığı altında, ulusalcılıkla aynı kefeye konulan ve ulusalcılığın ikiz kardeşi (s157) olarak tanımlanan milliyetçiliğin krizinden bahsediliyor dersek daha doğru olur.

Yukarıda bahsettiğimiz kriz çerçevesinde; her ulusal savaşın aslında bir iç savaş olduğundan, milliyetçiliğin temel kaynaklarından, masalcı tarih anlayışından, yasalarla korunan ulusal bayrak putundan, gizli devletin milliyetçilik perdesi arkasından katiller devşirmesinden, CHP'nin ittihat ve terakkinin uzantısı olması gibi çarpıcı konulardan, yeri geldikçe bahsedilmekte ve ağır eleştiriler getirilmekte. Tüm bu değiniler cumhuriyetin kısa bir kuruluş hikâyesi ile birlikte anlatılıp, Hrant Dink'in ölümüne kadar sürdürülmekte.

Makalelerin toplandığı bu tarz kitapları tasnif etmek zor olsa da, biz kitabı içerik itibari ile üç bölüme ayırabiliriz. İlk bölüm de kitabında konusu olan ulusalcılığın/milliyetçiliğin temel kaynaklarını, ikinci bölümde bu ideoloji mensuplarının oluşturduğu ulus devletlerin özelliklerini ve ulusal savaşları, üçüncü bölümde ise Marx ve Engels'in komünizm teorisindeki sapmalardan kaynaklanan sıkıntılar ile Rusya'daki Türklerin 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki durumlarını ele alabiliriz.

A) Milliyetçilik-Ulusalcılık-Yurtseverlik

Bilindiği üzere ulusalcılık ile milliyetçilik ve bunların bir benzeri olan yurtseverlik kavramları Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ve daha sonra ulus devletlerin oluşması için körüklenen "nationalism" kavramının Türkçedeki karşılıklarıdır. Bu üç kavramın ortaya çıkışını basit bir şekilde şu sonuca ulaşmaktayız: Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, ırkçılığa birazda dini motifler ekleme gayesi ile "bir topluluk tarafından uyulan, takip edilen yol, şeriat, din" anlamına gelen "millet" kavramı eğriltilerek ulus anlamında kullanılmaya başlandı. Bu sayede muhafazakârlık adı altında İslam dini ulusun bir alt kümesi rolüne indirgenmiş ve İslamsız bir milliyetçiliğin olamayacağı süsü verilmiştir. Temelde komünist düşünceye sahip olan Türk solu dini bir kavram olan "millet"i ve bunun türevi olan milliyetçiliği kullanma yerine, dini motiflerden uzak olduğunu da göstermek gayesi ile ulusalcılık kavramını kullanmayı seçmiştir. Kürt solu da kendini hem dini motifli milliyetçilikten, hem de Türk motifli ulusalcılıktan ayrı göstermek gayesiyle yurtseverlik kavramını kullanmaya başlamıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki; Irkçı temelde birbirini dışlamayan kimi Türk ve Kürt solunu benimseyen kişiler yurtseverlik ve ulusalcılık kavramlarını beraber de kullanırlar fakat milliyetçilik kavramını kesinlikle kullanmazlar.

Milliyetçiliğin Temel Kaynakları

Fikret Başkaya ile ulusalcılık üzerine yapılan söyleşide, Zileli; milliyetçiliğin beslendiği dört temel kaynaktan ve bu kaynakların krizlerinden bahsediyor. Kitaptaki makale veya kitap değerlendirmelerinin hemen hemen hepsinde bu temel kaynakların etkileri göz önüne serilmiş. Bu kaynaklar;

< >Kalkınmacılık (genelde ilerlemeciliği ve laikliği de kapsar): İlahi dinlerden bir hayli uzak olan Zileli, yıllarca "ulusçuluk dini"(s.135) için mücadele verip, 80'lerin ortasından itibaren de "anarşizm dini"ni benimsemeye başlamıştır. İlahi dinlere olan uzaklığı, milliyetçiliğin en önemli kaynağı olarak gösterebileceğimiz laikliği başka bir kaynağın alt başlığı olarak ele almasına neden olmuştur diye düşünüyorum. Tabi alt başlık olarak kullanılsa bile, kitapta laiklikle ilgili önemli tespitlerde bulunuyor. Bizlere en basit ve aynı zamanda en aldatmacı anlamıyla "din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması" şeklinde ezberletilen laikliğin tanımını yazar şöyle yapıyor: "laiklik, kadim dinin iktidar alanından kovulması, denetim altına alınması ve dünyevi dinin iktidarın bileşeni haline getirilip devletin ideolojik aygıtı olarak kullanılmasıdır. Kemalizm, laikliğin de, ulusçuluğunda başarıyla uygulanmasının örneğidir." Zileli, başka bir kitabında, laikliği devletin dini olarak tanımlayıp, diyanetin görevlerini de şöyle açıklıyor: " diyanetin 2 görevi vardır: biri kamu hizmeti sunmak, diğeri ise bu hizmeti sunan personeli denetim altında tutmak."1 Görüldüğü gibi din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi bir durum söz konusu değildir aksine söz konusu olan, dinin denetim altında tutulmasıdır.Üst başlık olarak alınan ve müreffeh bir toplum oluşturmanın şartlarından biri olarak gösterilen ilerlemeciliğin/kalkınmacılığın 1982'den itibaren iflas ettiğini söyleyen Zileli, bu iflas ile birlikte milliyetçiliğin itibarının da zedelendiğini düşünmektedir (s.174).

< >Toplumculuk/Devletçilik: Temel kaynaklardan biri olarak belirtilen devletçiliğin, zihinlerdeki tasavvuru, Tarık Buğra'nın Küçük Ağa romanının eleştirisinde çok net bir şekilde ortaya konulmakta. Osmanlı Devleti'nin yani 600 yıllık devlet zihniyetinin savunucusu olan İstanbullu Hoca'nın, önceleri "çete" diye nitelendirdiği fakat sonradan devlet kuran Kuvayi Milliye güçlerinin saflarına katılmasının öyküsünü değerlendiren yazar, devletçi zihniyetle ilgili şu saptamalarda bulunmakta: "İstanbul'un ölüp, Ankara'nın doğmasıyla, İstanbullu Hoca da ölür ve yeniden Küçük Ağa olarak doğar. Küçük Ağa'da aslında niteliksel bir değişiklik olmamıştır. O her zamanki gibi düzenin, dengenin, devlet zihniyetinin savunucusudur. Değişiklik onun dışındadır."(s.12) "Her şeyi ancak devlet yapabilir."(s.13) "Merkezi devlet dışındaki her türlü direniş, eşkıya güruhunun işidir."(s.14) Bu saptamalar devletçi zihniyeti ve bunların yani resmi ideolojiyi içselleştirenlerin oluşturduğu toplumların durumunu net bir şekilde ortaya koyabilmekte. Savunmacılık/Vatanseverlik/Anti-Emperyalizm: "Bir karış dahi olsa toprak vermeyiz" mantığıyla karşımıza çıkan vatanseverliği, yazar şöyle tanımlıyor: "kendime yurtsever (milliyetçiliğin ve ulusalcılığın sol ağızlarca ifade edilmiş hali) dediğim an genellikle bir zamanlar hâkim olan emperyalistlerce çizilmiş devlet sınırlarının ötesinde kalan toprakları ve canlıları sevmediğim, en azından onlara karşı kayıtsız olduğum anlamı çıkar buradan. Öte yandan yurtseverlik, beni yine devlet sınırları içinde kalan her yeri tüm canlıları sevmek gibi bir zorunlulukla karşı karşıya bırakmaktadır." (s.180) Ki bu zihniyeti empoze etmeye çalışanların da yegâne amacı budur. AB tartışmalarında da ön plana çıkan bu yaklaşımdır.Muhafazakârlık/"Dincilik": Bilindiği gibi 70'li yıllara kadar Türkiye'deki Müslümanların hemen hemen hepsi sağcı ve devletçi yani milliyetçiydiler. Yazar İslam'ı ılımlı ve radikal olarak ikiye bölerek bunların milliyetçilik zaafından koptuklarını şöyle iddia ediyor: "ılımlı İslam, reel dünyaya ayak uydurduğu için, radikal İslam da, reel dünya ile çatıştığı için milliyetçilikten uzaklaşmışlardır.(s.173) Her ne kadar 70 yılların öncesi gibi olmasa da Türkiye'deki Müslümanların milliyetçilikle bağlantılarını kopardığını söylemek çokta kolay olmasa gerek. Ki bunu muhafazakâr kesimin oyları ile başa gelen AK Parti pratiğinde rahatlıkla görebilmekteyiz. Milliyetçiliğin en önemli sembolü olan hatta Demir Küçükaydın tarafından ulusların putları (s.136) olarak nitelendirilen bayrakları, AK Partinin miting ve toplantılarında nasıl da ön saflara çıktığını hepimiz görmekteyiz. Başka bir makalede de İslamcı akımı destekleyen gazetelerin milliyetçilikle kapıştığını ileri süren yazar (s.158), asker ölümlerinde bu gazeteler tarafından atılan milliyetçi manşetleri görmezden gelmektedir. Ki yazarın, geçen hafta bir internet sitesinde yayınladığı yazısında2, AK Partinin her geçen gün daha fazla sağcılaştığını söylemesi, kitapta belirtilen bu tarz tespitlerin çokta gerçekçi olmadığını göstermekte. Son örnek olarak da, AK Parti'nin kapatılma davasından sonra karşısındakine sığınma psikolojisi ile Atatürkçülük yarışındaki performansını artırmasını verebiliriz. Bu örneklerin tümü, Türkiye'deki İslami kesimin özellikle bir kısım kanaat önderlerinin hala milliyetçi motiflerden kurtulamamış olduğunu ve bu zihniyeti, sadece gerektiğinde kullanmak üzere depolara stoklamış olduklarını göstermektedir.

 

Burada küçük bir parantezle "dincilik" kelimesine değinmek gerekiyor. Hayat tarzı, ideoloji manalarına gelen din, yazar tarafından da birçok yerde bu manada kullanılmakta. Örneğin; Ulusçuluk dini (s.135), devlet dini (s.141) gibi. Yalnız konu İslam olunca küçümsemek maksadı ile "dinci", muhafazakâr dinci (s.61), aşırı dinci (s.58) tabirlerini kullanmakta. Yazarın sonradan üretilenlere din demesi, ilahi olana ise dinci demesi, komünizm mücadelesi verdiği dönemlerde İslam ile olan çatışmalarından kaynaklansa gerek. Çünkü Türkiye'deki Komünistler, İslam'ı komünizm önündeki en büyük engel olarak görüyorlar/dı.

Yukarıda yazarın din değiştirdiğini, komünizmden anarşizme geçtiğini dile getirmiştik. Görüldüğü gibi üretilen dinler arasında geçişler yaşansa bile, İslam'a olan uzaklık hiçbir şekilde değişmiyor.

B) Her Ulusal Savaş Aslında Bir İç Savaştır

19. ve 20. yüzyıllarda kurulan ulus devletlerdeki milliyetçiler/ulusalcılar zaman zaman anti-komünist, anti-amerikancı, anti-emperyalist ve anti-kapitalist söylemler/eylemler üretmişlerdir. Fakat tepkilerin en acımasızcası ve en sürekli olanı anti-milliyetçilere/ulusalcılara karşı olmuştur. Bu zihniyettekiler kendi ulus devletlerini kurarken, başka ulusların ya da kendilerine rakip olabileceğini düşündükleri grupların canını yakmayı da bir hak olarak kendinde görmüştür.(s.171) Yazar ilk iki kitap değerlendirmesinde Türkiye özelinde her ulusal savaşın aslında bir iç savaş olduğunu şu satırları ile dile getiriyor: "Milli mücadelenin zaferinden esas korkması gereken, emperyalist ya da işgalci ordular değil, "zafer"in ardından ırkçı baskılara maruz kalacak olan azınlıklardır." (s.17) "Milli mücadele savaşı aslında bir iç savaştı. Bu iç savaş, Anadolu'da yaşayan azınlıkları temizleme harekâtı olduğu gibi, Osmanlı'nın yıkılmasıyla ortaya çıkan iktidar boşluğunu doldurmak üzere harekete geçen güçlerin kapışmasıydı." (s.25)

Tabii savaşlar sadece toplar ve tüfeklerle kazanılarak bitmiyor, bir de bunun kalemle kazanılması ve gelecek kuşaklara aktarılması gerekmektedir. Bu noktada iş tarihçilere düşüyor. Yazar tarihçileri galiplerin hizmetindeki ve tarihi çarpıtan "tarih yapıcılar" ile bu çarpıtılanları düzelten "gerçek yapıcılar" olarak ikiye ayırıyor. (s.23) Olayın yaşayan tanıklarının hayatta olmayışlarının verdiği rahatlıkla, tarih yapıcıların bol keseden attıklarını söyleyen Zileli, eğitim sistemi ile de bu çarpıtılanların değiştirilemez gerçeklermiş gibi empoze edildiğinin altını çizmekte. (s.24)

Ulus Devletlerin Özellikleri

"Uluslar olduğu için ulusçular değil, ulusçular olduğu için uluslar vardır" mantığından yola çıkarak, ulus devletlerin, kitabın satır aralarında geçen ve yukarıda bahsedemediğimiz genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:

< >Kapitalizmin bir kısım güçleriyle ittifak ederek sözde kapitalizme karşı mücadele verirler fakat bu hiçbir zaman işe yaramaz. (s.126)Ulus devletler içi boş kabuk olmanın ötesine geçemeyip, emperyalizmin egemenlik aracına dönüşmüştürler. (s.110)Bu tür devletler tarafsız olamazlar aksine taraflılığın bekçisidirler. (s.141)Gizli devlet adı altında tetikçiler devşirilmesine göz yumarlar. (s.175)Kapitalist-emperyalist güçlerin yerel dayanaklarıdırlar. (s.126)Bu devletlerde, her şey tepeden inme yapılır. (s.179)Güçlenmek için terör uygularlar. (s.17)

 

Galiyev üzerinde el sıkışmak

Son olarak, bir birlerinden ideolojik olarak bir hayli uzak görünen çevrelerin "ulus-devlet ve ırkçılık" temelinde nasıl birleştiklerinden kısaca bahsetmeye çalışacağız.

Son zamanlarda birbirlerinden bir hayli uzak görünen şahısların veya grupların Sultan Galiyev'i sahiplenme çabalarının üzerine, Zileli, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Sovyetlerde yaşayan Galiyev'i ve o dönemdeki Türklerin yaşadıklarını inceleyerek, bu grupların aslında birbirlerinden çokta uzak olmadıklarını ortaya koymaya çalışmakta. Zileli, bu grupları şöyle sıralamakta: "1. Atatürk milliyetçisi, yazar Atilla İlhan; 2. Türkçü-ulusçu çevre; 3. ise Doğu Perinçek ve İşçi Partisi çevresi." (s.28) Yazarın, bu gibi şahısların ve ideolojilerinin aynı olduğu yönündeki saptamalarından bölümler aktarmak yerine, Atilla İlhan, Doğu Perinçek ve birçok Türkçü-ulusçunun "ergenekon terör örgütü" soruşturması kapsamında birlikte içeri alınmalarını örnek vermek yeterli olur diye düşünüyorum.

Yazar dönemle ilgili uzun araştırmasında bu üç grubun da Galiyev'i yanlış irdelediğini ve bu grupların dediklerinin aksine, Galiyev'in "İslamcılar"la, "Türkçüler"le ve "Komünist"lerle asla mutabakat halinde olmadığını ortaya koymaya çalışmakta.

Sonuç Yerine

Sonuç itibari ile kitap, Türkiye özelinde, genel olarak ulus devletlerin nasıl bir zihniyete sahip olduklarını ve ulusalcılık ile milliyetçiliğin bir birinden ayrılmasının imkânsızlığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Tabii burada bir okur olarak, aynı netliği geleceğe dair getirdiği çözümlerde ve İslam'a yaklaşımda da görmek isterdim. Yazar, son ideolojisi olan anarşizmin de etkisiyle, milliyetçi iktidar elitlerinin iktidar mücadelesinde kendilerine dayanak yaptıkları şekilsiz ulus kitlelerinin (s.138) ve bu kitlelerin desteklediği ulus devletlerin, laiklikle birlikte yıkılmasıyla(s.144) her şeyin yoluna gireceğini düşünmekte. Biraz gerçekçi düşündüğümüz zaman, bu söylemlerin haddinden fazla hayali olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu kitleleri ve devletleri yok etmektense, kitleleri oluşturan bireylerin ıslah edilmesi, adalet toplumunun ve iktidarının inşası için çaba göstermenin hem kısa hem de uzun vadede daha verimli olacağı düşüncesindeyim. Ve bunu da çarpıtılan tarih anlayışından ve ırkçı söylemlerden/eylemlerden kurtularak yapabileceğimizi düşünmekteyim.

1- Gün Zileli, İlhan Tekin, Türkiye Sosyal Patlamaya Doğru, Kaos yayınları, (s.59)

2- Aşırı sağdaki değişme ve tepişmeler, http://www.koxuz.org/anasayfa/node/1215

 

HAKSÖZ-HABER

 

 

Kitap Haberleri

Norman Finkelstein’ın kaleminden Gazze direnişi
Ellinci yılında Filistin Şiiri antolojisi
Ümmetin gündemine katkı: Zeydîlikten Husîliğe Yemen
Filistin için kelimelerden bir anıt: Diken ve Karanfil
Orhan Alimoğlu’nun Gazze anıları